|
|
Yarının GazetesiKategori: Makale | 0 Yorum | Yazan: Ayşe Özer | 14 Haziran 2017 05:27:01 Dayım anlatmıştı. 70’lerde bizim oralara gazeteler birkaç gün sonra gelirken, dedemle İstanbul’a gittiklerinde akşamüstleri gazeteci çocukların “Yarının gazetesi!” diye bağırarak bir sonraki günün gazetesini sattıklarını görmüş. “Çocuk aklımla “yarın ne olacağını nereden biliyorlar da yazıyorlar? “diye düşünmüştüm” demişti.
Bu anekdot bana hep, Özalizmin yarattığı orta sınıfın bir yandan kapitalizmin ekmeğine yağ sürerken, bir yandan da vicdanını aklama çabasında başvurduğu, taşrada halkına hizmet etme meseli üzerine kurulu, Yanıkhan köyündeki bir hekimi anlatan dizi filmin adını hatırlatır: “Yarın Artık Bugündür”.Bir idealizmle söylenmiştir kuşkusuz. Oysa “dün dündür, bugün bugündür”de olamaz bu topraklarda. Yarının gazetesi hep dünü anlatır. 10 Eylül 2001’de yarının gazetesi “emperyalizm kendi silahıyla vuruldu”mu yazardı? 11 Eylül 1980’de ise yarının gazeteleri hep bazıları için şanlı, bazıları için tüh’lü, bazıları içinse sonun başlangıcı olan yarını anlattı. Ki o gazete 24 Ocak’ta çıkmıştı. 04 Nisan 2012, tarihi bir gün olduğundan mıdır yazıya tarihini düşmek istemek? Sabahtan başlayarak hangi TV kanalını açsak, hemen hemen hepsinde devrim türküleri çalınıp, eski solcular konuşturuluyordu. 12 Eylül mağduru Hasan Mutlucan’ın kahramanlık türküleri yerine Mamak türküsü ile uyandık o sabah. Duyduğumuzda iliklerimize kadar titrediğimiz türkülerimiz bir tiyatro oyununun fon müziğiydi artık. Ki biz onları rakı sofralarında bile söyletmemiştik, kirlenmesinler diye. Eskiden darbe bildirisini okuyan TRT spikerleri, şimdilerde darbe teşebbüsünün iddianamesini okumakta. Devran döndü, her nefis bir gün intikamı tadacak mı? Sahibinden, az kullanılmış, takibi şikayete bağlı darbe dosyası, gel vatandaş gel! Her darbenin “mağdure bacı”sı nazlı nazlı anlatıyordu darbecilerle yüzleşmeyi. Sabah aynaya bakabildiği şüpheli mi? Ciğercinin kedisi Oral Çalışlar da konuşuyordu mağdur olarak. Kendi meşruiyetini başkalarının mağduriyetinde arayarak, hep başkalarına yapılanların üzerinden geçinerek yaşayanlar başka türlüsünü bilmiyor. Ertuğrul Kürkçü’nün samanlıktan çıktıktan sonra “Mahir maceracıydı” demesi, daha sonra da hayatını idame ettirebilmenin tek yolunun Mahir’e sahip çıkmak olduğunu anlayınca Kızıldere türküleri söylemesi gibi. CV’sine 12 Eylül mağduru yazarak bunun ekmeğini yiyenleri, ya da ömürleri boyunca mağduriyetini meşruiyetine zemin yaparak yaşamış olanları gördükçe ranttan payını almak istemiştir belki de. Yaptıklarıyla değil, kendisine yapılanlarla gündemde tutulan ve mağduriyetinden başka tutunacak dalı olmayan bir topluluk haline getirilen nesil, katili Ökkeş Şendiller ile aynı davada müdahil oluyor. Cinayeti işleyenler olay yerine dönerken, cinayeti görenlerle, maktullere sanık sandalyesi öneriliyor. Kafa karışıklığı iyidir, kurt dumanlı havayı sever. Eczacılık ve Kimya fakültelerindeki laboratuarlarda öğretilen temel prensiplerden biridir: “Benzer benzerde çözünür” Benzerin benzerle tedavisini öngören alternatif tıp uygulamaları ise şarlatanlık olarak algılanmaktadır. 12 Eylül’le hesaplaşmak, kurumlarıyla hesaplaşmaktır. Çocuğun babasıyla hesaplaşması kadar zordur. Bu nedenledir ki sonucu, ürünü ve devamı olduğu darbeyi yargılıyormuş gibi yapmak ancak 70 sente muhtaç “yetmez ama evet” aklının kanabileceği bir eylemdir. Kesif bir lağım kokusu sarıyor ortalığı. Benzer benzerde çözünüyor. Çözelti homojen. Hukuken bir davaya müdahil olmanız için doğrudan veya dolaylı olarak suçtan zarar görmüş olmanız gerekir. Erdal Eren’in ailesi davaya müdahil olamıyor. Rüşvetin belgesi olmazken, idamın “itibar edilecek belgesi” isteniyor ailesinden. “Yetmez ama evet” nidalarıyla kendilerini sisteme yedekleyen sözde solcuların demografik fırsat penceresinden en az iki kardeşi olan 17 yaşındaki çocuklar gülümsüyor nurlu ufuklara. Vurduğunuza acımıyorum, sapınız da benden değil. Yangın yerinin itfaiye erlerinin, muktedirle kurduğu bu katastrofik katarsis duruşmayı bir Brechtyen oyuna dönüştürüveriyor. Kenan Evren yabancılaşmış bir şekilde izliyor, kırık kolunu tutarak. “Kemik yaşım kaçtır acaba?” diye düşünüyor. Seksenleri anlamak istiyorsanız TRT’deki Seksenler dizisini izleyin diyor televizyonda. Seksenler kasetçalardan sesimizi kaydedip, Alamanya’daki dayımıza gönderdiğimiz, sobalı evlerde oturduğumuz zamanlardan ve de vatka, tozluk, Serpil Çakmaklı saç modeli, iğrenç deri pantolonlar ve ceketlerden ibarettir. Bir de duvarlara arada bir yaramaz çocuklar bir takım yazılar yazarlardı o kadar. Her şey güllük gülistanlıktı, bu yaramaz çocuklar olmasaydı. Bunlar yüzünden oldu her şey. Bu yaramaz çocuklara karşı meşru bir nefsi müdafaaya geçti “bizim oğlanlar”. Nietzsche, Tragedyanın Doğuşu’nun önsözünde; bugüne kadarki insanların en eğitimli, en güzel, en gıpta edilen, yaşamaya en çok ayartan türü olarak tanımladığı Yunanlıların neden tragedyaya dahası sanata ihtiyaç duyduklarını sorgular ve şu sonuca ulaşır: Aklı ve duyarlı bir vicdanı olan için acı çekmek kaçınılmazdır. Tahsin Yücel'in Peygamberin Son Beş Günü Romanının kahramanı, işkence görmemiş olmayı kendine zul addeden “peygamber” gibi mağdur olmayı bir borç sanmak, çok acı gördüğünden acı çekmemiş olmayı ayıp bellemektir bu ülkenin solcularının kaderi. Ahmet Hamdi Tanpınar, “Rüyası ömrümüzün çünkü eşyaya siner” der. Erdal Eren’in son bakışındaki o gözler bizim aklımızda kalır, mektubunu biz ezber ederiz. O mektup bile bir demokratlık tiradının önsözü olur. Eşyaya sinen rüyamıza bile sahip çıkarlar. Nesillerin ırzına geçilir. Marketlerde satılan ürünlerin korumalı kapakları gibi: “ilk açan siz olun” yazar genç dimağların üzerinde. Oysa nesillerin duhule müsaittir bekareti, isteyen dahil olur, isteyen müdahil. Bir kereden hiçbir şey olmaz. Bir ülkenin otopsisi yanlış ellerce yapılır ki taammüden öldürüldüğü belli olmasın.Sanık sandalyesi boş isterseniz oturabilirsiniz. Korkmayın bir şey olmayacak. Madem oyun Brechtyen, onun sözüyle bitirelim. “Haksızlık karşısında duranların yenilgiye uğramasının nedeni sayımızın az olmasıdır ve sizden beklediğimiz tek şey biraz olsun utanmanızdır.” Belki o zaman bir asrı devrettiğinden dünya yaşı 4 olan Berfo Ananın dişleri tekrar ve daha güçlü çıkar. Yarının gazetesine, “Marmara denizindeki batık kitaplar ve aşklar çıkarıldı” diye manşet atarız. Herkes rövanşını aldıysa artık yaşamak istiyoruz.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|