Her insanın hayatı boyunca bazı yanlışlar yapması doğaldır. Bir düşünün hayatınızdaki çeşitli devrelerde yaptığınız yanlışları. Bazı insanlar kendilerinden ödün vermemek adına hayatlarında hiç yanlış yapmadıklarını iddia etseler bile, kimi yanlışlar hayatın akışı içersinde bazen istemeyerek oluşur kimi yanlışlar ise bilerek.
Maddi zararın bile oluşabileceği yanlışlar vardır ki bunu bazen önlemek mümkün olmayabilir.
Yanlışların yalnızca kendimizden kaynaklananları öz eleştiri hanesine girer. Bunu genelde görmezliğe geliriz. Aslında en dürüst insanlar kendilerini eleştirebilen insanlardır. Kendilerini eleştiren insanlar kendine güvenen insanlardır. Bu eleştirileri toplumun önünde kimi zaman yapamaz, çünkü toplumun ona olan inancını zayıflattığına inanırlar. Bu nedenle toplumu iki ayrı sınıfta mütalaa edersek daha doğruyu bulabiliriz.
İdare edilenler ve idare edenler. İdare edilenler çok nadiren sınıf değiştirirler. Sınıf değiştiren idare edilenler yerlerine kolay alışamazlar. Genlerine işlemiş olan idare edilmeyi yenmesi oldukça güçtür. İdare edenler ise yanlışını ortaya dökmez. Çünkü otorite zayıflar, ırgatlar onu dinlemez diye düşünür. Bir de sık sık yanlış yapan idare edenlerin durumu oldukça kritiktir. Bu tür insanlarda yanlış bir defa başladı mı onu kapatmak için ikinci yanlışı yaparlar, bunu da diğerleri takip eder.
Yanlışları idare edilenler görür ve seslerini çıkarmasalar da yanlışların artması durumunda homurdanmalar başlar. Devamı halinde idare edilenlerin muhakeme yetenekleri de artmaya başlar. Bu nedenle yanlışlar oluştuğu anda görüp itiraz etme itkisi tetiklenir. İdare edenlerin uyarı ve tepkilere duarlı olması, yanıt vermesi, yanlışlara meydan vermeyecek bir idare tarzına geçmeleri güzel olur. Bu yönde alınan kararlar isabetli olur ve idare edilenler de mutlu olur.
Kimi toplumlarda ise idare edenler, bilmediğiniz bir dilden dem vurarak, inançlarını sergiler, cahil halk kitlelerine ve bilhassa onların bilinç altlarından manevi değerlerine hitap ederek doğruyu bulandırır, yanlışın da doğru olduğuna inandırır. Zihinleri bulanmış idare edilenler at gözlüğü ile baktıkları her konuda liderin doğru yaptığına inanırlar. Çünkü lider kişinin yanlış yapmasının mümkün olmadığına olan inançları tamdır ve değişmez.
Liderin biri ekranlara çıkıp ‘’bizi de kandırmışlar’’ ‘ bizi de aldatmışlar” “ne istediler de vermedik’’ de dese, ne kadar büyük yanlışları ne kadar sık yaptığını ifade de etse, ırgatlar, idare edenlerin yanlış yaptıklarına inanmazlar. Tabiidir ki böyle güdülen toplumlar çamura da batsa, güllük gülistanlık olarak gösterilen göstergelerin aslını görmeleri mümkün olamaz.
Bu günlerde yeni anayasa konusunda uyum sağlamaya çalışsalar da, konunun özünü anlayıp kavrayabileceklerine inanmamaktayım. OHAL ortamında bir halk oylamasının yapılmasının ne kadar doğru olabileceği bile tartışılırken, a halin vaziyeti, ortamı hala meşgul etmekte iken; bir de seçmen sayısı, verilen oy sayısı, aradaki fark nasıl oluşmakta diye katman katman soru yükü altındayız.
Maç başladıktan sonra penaltı kaidesini hakemler değiştirdiği zaman, golün hangi kaleye gittiğini anlayamazsınız. Bu durum nereden baksanız abesle iştigaldir.
Bir de OHALin ohalinden yüz bulan adamın biri çıkmış kendi konusu edebiyat, Atatürk ve yaşamı hakkında ahkam kesmeye başlamış. Bunu dinleyen saygın bir tarihçi de ağzına gelen herşeyi çekinmeden sıralamış. Benim hayatım konusunda hiç kimsenin söz söyleme hakkı yoktur. Hiç kimsenin Mustafa Kemal Atatürk hakkında da söz söylemeye, hakarete, hayatına çamur atmaya hakkı olmasa gerek diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.