Bu başlık altında söylenecek söz ne olabilir ki? Başlığın bir esere ismini veren ‘Bir delinin not defterinden’ olması gerekmez mi? Günlerdir yurdumun içinde bulunduğu açmazı nasıl insanlara ifade edebilirim diye düşünürken kendimi bir anda yurt dışında buldum ve yurt dışında gezebileceğim yerlerde toplumun nabzını nasıl tutarım diye plan yapmaya çalıştım.
Hedefim ülkemizden göç eden ve milyonları bulan işçi kardeşlerim ve onların yetiştirdiği yeni nesil çocukları ile sohbet etmekti.
İlk uçakla Almanya`da bir kente gittik. Köln, Türk’lerin en yoğun yaşadıkları yer olduğundan bu şehire bir haftalık ziyaret yaparken bir iki günlüğüne de Brüksel’e gitmekti niyetim. Burada da yurdum insanları ile tanışıp yurt dışındaki siyasi havayı koklamak istedim. Bu şehirlerdeki Türk nüfusunu 4. kuşaktan insanların oluşturduğu bir hakikat. Kurban bayramlarında sokaklarda din adına koyun kurban etmeye kalkmayan Türk toplumu ile sohbet etmekti niyetim.
Köln’e inişte daha hava alanında bindiğim ilk taksiyi kullanan şoföre kendi lisanımla hitap ederek gideceğim otelin adresini verdim. Gayri ihtiyari cevabı Türkçe aldığımda hedefi yakaladığımı anladım. Ben daha ağzımı açmadan hemen gündeme giren yurdum insanı isyanlardaydı. Türkiye’den şikayetçi, neden doğru işleyen anayasamızdan vazgeçilip yeni bir anayasa istenmekte diye benden hesap sormayı denedi. Ne de olsa yurt dışında bulunan Türk vatandaşları bizim gibi ülkeden gelenleri yakaladıklarında Türkiye’nin hesabını onlardan sormaya başlarlar. Neyse ki otele geldiğimizden bu soruyu geçiştirebildim.
Otelden akşamüstü Arjantin’e has büyük baş hayvan olan angus etinin sunulduğu bir lokantada yer ayırttık. Lokantaya geldiğimizde bizi yerimize Almanca buyur eden delikanlıya, ağız alışkanlığı ile teşekkürü kendi lisanımızda ettim. Delikanlı hemen atıldı:
- Hoş geldiniz benim adım Can.
Sanki kendi ülkemde bir lokantaya gelmiş gibi rahat hissettim kendimi. Hemen ne yiyebileceğimizi sordum bu sevecen gence. Can’ın tavsiyesine uyarak sipariş verdik. Salatalarımızı getirip servis ederken hemen konuya girdi.
- Amca bu ne iş ? Sanki kullandığı yetki yetmezmiş gibi daha sınırsız yetkiyi neden istiyor bu adam?
Sanki ben kurgulamışım gibi. Haydi gelin siz durumu izah edin. Sanki Kanun Hükmünde Kararnameyi Meclisten ben çıkarmışım gibi sorunun adresi ben oldum.
- Bilmiyorum sen ne düşünüyorsun?
- Biz burada Alman Televizyonlarından gerçekleri öğrenmekteyiz. Türk kanalları hiç gerçek konuşmamakta.
Muhabbet derinleşmeye başladı. Benim söylemek istediklerimi, Can başladı söylemeye. Birden konuşmasını kestim.
- Oy vermeye gidecek misin ?
- Tabii ki oy vereceğiz. Ne istedi de bu ülkedeki insanlar ona vermedi ? Ama bu sefer doğru olanı yapacağız.
Bir garson olarak çalışan bu sade işçi yurttaşın düşüncesine saygı duymaktan başka bir kelime söylemek yersiz olur diye düşündüm.
Ertesi sabah Köln’den Brüksel‘e gidecektik. Tren istasyonuna getiren taksiyi kullanan Aslan ismindeki şoför vatandaşın anlattıkları değişik değildi. Hepsi aynı fikirdeydi.
O akşam enteresan bir akşam yemeği yedik Brükselde, yine ızgara Angus eti servis edilen lokantaya yolumuz düştü. Çeçen asıllı olan garson kızla Türkçe konuşurken, yanımızdaki masada iyi donanımlı bir Türk çalışanı eşi ile yemek yiyiyordu. Bizim garsonla kızla yaptığımız Türkçe konuşmamıza bir anda onlar da ortak oldular. Köklerinin Sivas”tan geldiğini söyledi. Kazak bir ailenin tek kızınına talip olmuş ve onunla evlenmiş. Brüksel’de Nato”dan büyük bir iş alan firmada çalışmaktaymış. Çok aydın bir gençti konuştuğum. Türkiye’de tahsil görmüş, çok ileri görüşlü bir kişiliği vardı. Konu dönüp dolaşıp siyasetin içine girince, ülkemizdeki siyasi ortamı değerlendirip Anayasa değişikliğine getiren delikanlı;
- Ne gerek vardı bu değişikliğe?
diye sordu. O da öğrenmek istiyordu. Haklıydı Kurtulmuş, ülkede gereksiz bir gerginliğin neden yaratıldığını anlamakta güçlük çektiklerini ifade etti.
Ertesi gün yine trenle Brüksel’den Köln’e geri dönerken trende yiyecek servisi yapan bir delikanlı, benim eşimle yaptığım Türkçe konuşmayı duyunca hemen atıldı;
- Türk müsünüz ?
İçinde çay, kahve, meşrubat ve sandviçlerin bulunduğu el arabasını bir kenara bıraktı, yanımıza oturup bize Türkiye’yi ve Anayasa değişikliğinin neden yapılmaya çalışıldığını sordu. Ancak sorunun cevabını ben vermeye davranınca, sözümü kesip kendisi başladı anlatmaya. Bu gidişin doğru bir gidiş olmadığını değişik anlatım tarzı ile bizlere izah etti. Nerdeyse istasyonu kaçırıp Frankfurt’a gidecektik.
Kısa bir zaman diliminde sohbet ettiğim Türk vatandaşlarının verdikleri kararlarında doğruyu görebildiklerine inanmaya başladım, yanlışı ayırt edebilme kabiliyetlerine sahip olduklarını hissetmekten mutlu olarak not defteri muhtevasının geçerli sağ duyusunu izledim diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.