Ne zaman yenbir konu çıksa benzer bir başka konuyu da hafızalarda çağrıştırmakta. Yıllar önce Osmanlı dönemlerinde tarikatlara devam eden kayıtlı gençlerin, dergahlara giden sarıklı sakallı müritlerin, cemaatlerin maddi manevi destekçilerinin, hatta gayri müslim tebanın tamamının askerlik görevlerinden muaf tutulduklarını hepimiz biliriz.
Osmanlı dönemine yıllar itibari ile bakıldığında, batıda bulunan belirli halk guruplarının devamlı isyanlara önderlik ettiğini, hatta Osmanlının zayıflamasına ve batıda erimesine neden olduğunu görüyoruz.
Tarihçiler, savaşçı olarak bilinen Karaman beyliği, Karasi Beyliği gibi, KAYI aşiretinin de oluşması dönemlerinde aşiret savaşçılarının et temini için sürek avları yapıp, aşirete yiyecek sağladıklarını, yerleşik düzeyde olan başka toplumlara baskın düzenleyip haraç ve yağma ilkesini gerçekleştirdiklerini söylemektedirler. Tarihçiler ayrıca bu düzenin sadece KAYI aşiretinde değil diğer Türk boylarında da sürdüğünü anlatmaktadırlar. Selçuklularla Anadolu’ya giren bir çok beylik çeşitli yörelerde yerleşik duruma geçerler. Orta Asya’da ne oldu da bu beylikler BATI’ya, Anadolu’ya yöneldiler, bu konuyu çok araştırmama rağmen bunun nedenleri üzerinde pek fazla bilgi bulmak mümkün olmadı. Dünyadaki bütün şehirlerin batıya doğru gelişmesi gibi.
Anadolu’ya giren Selçukluların yerleştikleri yörelerde etrafı kolaçan edip başka yörelere göz diktikleri söylenir. Selçuklularda Ertuğrul Gazi’den sonra beyliklerin aralarında liderlik konusunda anlaşmazlıklar, husumete yol açar ve Anadolu’nun kaderini etkiler. Barış yöntemini seçmediklerinden baskın olan beylikler diğer beylikleri savaşarak egemenlikleri altına alırlar. Bu Osmanlı Devleti’nin kurulmasına kadar sürer.
Osmanlı Devlet düzenine pek de kolay ulaşılmadığı bir hakikattir. Iznik tekfurundan yardım alabilme adına, Osman Bey’in oğlu Orhan’ın siyasi bir evlilik yapması ile, Osmanlı Devleti’nin bazı temel ilkelerinden vaz geçmiş olduğunu görmekteyiz. Aşiret idaresinden kurtulamadıklarına şahit olmaktayız. Orhan Beyle başlayıp, saltanatın Türk ırkını terk ettiğini bir gerçektir. Osmanlı İstanbul’u ele geçirdikten sonra bu yozlaşma daha da artar. Hele son zamanlara geldiklerinde, yıllar içinde sarayda doğan yüzlerce çocuktan, bir çoğu boğdurulurç Bu cinayetlerin korkusundan, iktidar olabilme adına planlanan korkunç senaryolardan ürken Saray halkı, haremde nasıl yaşar, geceleri nasıl uyurlar, diye her zaman düşünürüm.
Osmanlı dönemi aslında ders alınacak devlet idaresidir. Balkanlarda hakimiyet sağlanmasına kadar olumlu yönleri bulunan bu idare, doğudaki halk topluluklarının isyanlarına kadar zayıflıyarak gider. Çünkü devlet idaresini sadece Batıya yönlendiren Osmanlı, Yavuz Selim zamanında Şam’dan getirilen tarikat, mezhep, cemaat gibi kalıplardan her daim fraksiyonlar üreyerek çoğalmıştır. Sadece Istanbul’da Osmanlı döneminde kayıtlı 426 tekkede 18000 kayıtlı fanatiğin var olduğu söylenir. Bu grupların Istanbul dışındada şubelerini kurmaları, Sultan Selim zamanına rastlar. Bu gittikçe artarak gelişen durum hem Osmanlının başına bela olur, hem de bu gün Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkelerini sarsacak denli ülke içinde yer eder. Oysa İslam dini tanrıya ve peygambere eş koşmayı kabul etmez. Yani müslümanlık alt birimlerin oluşturmasını kabul etmez.
Bugün artık bizim Cumhuriyetle gelen değerlerimize sahip çıkmamız gerekir. Yeni yapılmaya çalışılan Anayasa, hem zemin hem zaman olarak ülkemizin öncelikli bir konusu olmasa gerek. Çoğunluğu olan bir iktidarın istediği kanunu, virgülünü bile değişmeden meclisten çıkarabilmesinden daha büyük siyasal GÜÇ olabilir mi?
Daha fazla hangi güce sahip olmak ister ki bir iktidar? Bu ancak diktatörlük olsa gerek. Yeni teklif edilen Anayasa’da bir başka önemli konu da askerlik muafiyeti. Meclise sokmayı düşündükleri 18 yaş evlat, eş, dost ve akrabalarının bu muafiyetten yararlanması mı hedeflenmekte? Düşünmek gerek.
Bu davranış bana, 3 Mart 1924 tarihinde çıkarılan Tevhidi Tedrisat Kanunu ile kaldırılan bu muafiyetin yeniden hortlamasına imkan vereceğini anımsatır. Suriyeli Arapların Türkiye’de gezip dolaştığı bir devirde, bir hiç uğruna Suriye’de şehit olan Mehmetler için yüreğimiz yanarken, bu muafiyetten kimler yararlanacak diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.