|
|
Hisli Bir Apartman Toplantısı.Kategori: Kültür/Sanat | 3 Yorum | Yazan: A Yorum | 05 Mart 2008 23:41:06 Her bir satırı yaşanan bu öyküyü Ayfer Tunç kaleme aldı ve Ayorum okurları ile paylaştı. Ayfer Tunç'a sitemize ve Türk edebiyatına yaptığı katkılardan dolayı teşekkür ederiz.
Hisli Bir Apartman Toplantısı* Toplantı on altı numaradaymış. Ağırdan aldım. Kavgayla gürültüyle geçecekti nasılsa, niye acele edecektim ki? Kapıyı otuz beş kırk yaşlarında, güleç bir adam açtı; esmer, zayıf, saçları hafif kırlaşmış. “İyi akşamlar, toplantı için gelmiştim,” demeye kalmadan, kapıcı beni karşıladı. “Abla hoş geldin, toplantı başladı” dedi, “geç içeri.” Salona girince şaşırdım, yemek masasının üstü tıklım tıklım doluydu. Fıstıklı cevizli baklavalar, elmalar, portakallar, muzlar, güllü, hindistancevizli lokumlar. Sanki apartman toplantısı değil, davet var içerde. Dört senedir oturduğum halde, apartmanda pek tanıdığım yoktu. Bir Surpik teyzeyle tanışıyordum, bir de Madam Blumberg’le. Diğerlerinin yüzlerini görmüşlüğüm, arada bir merhabalaşmışlığım vardı, adlarına da aşinaydım, ama hepsi o kadardı. Surpik teyzenin elektronik aletlerle sorunu var. Sık sık kapımı çalar, “Benim televizyon yine açılmıyor açar mısın, kumanda çalışmıyor bakar mısın?” diye. Surpik teyze, kocası ve kızı Amerika’ya büyük kızlarını görmeye gittikleri için yoklardı toplantıda. Madam Blumberg beni görünce gülümsedi, yanına oturmamı işaret etti. Çok hoş görünüyordu. Gri kaşe etek giymiş, pembe kaşmir kazak, gri hırka, ayağında yumuşak ev ayakkabıları. Mavi far sürmüştü gözlerine. Soylu bir şıklık içindeydi. Madam Blumberg’le sokakta tanışmıştım. Kedileri besliyordu. “Kırk iki senedir sabah akşam bu hayvanları beslerim” demişti. Birlik Apartmanı’ndaki eve bakmaya gittiğimde sokaktaki onlarca kedi ve bir daire kapısının önünde, gazete kâğıdının üstünde duran akciğer yığını dikkatimi çekmişti. Madam Blumberg’le tanışınca anlamıştım bu kedi-ciğer bolluğunun nedenini. Bir keresinde de hasta bir kediyi besleyebilmek için beline kadar bir arabanın altına girdiğini görmüştüm. Kışın üstünde şeffaf bir yağmurluk ve ev giysileri oluyordu. Onu hep öyle görmeye alışmıştım. Ama bir gün merdivenlerde karşılaştık. Çok şık ve makyajlıydı. “Hayrola madam? Nereye böyle?” dedim. “Hilton’a çay içmeye gidiyorum” dedi. Müteveffa bay Albert’in eşi Madam Sezer çok neşeli, çok tatlı bir kadındı, güldüğü zaman, ki hep gülüyordu, bir altın dişi ışıldıyordu ağzının içinde. “Gel gel, buraya otur,” dedi yanını işaret ederek. Bir sandalye çektim, Sefarad Madam Sezer ile Aşkenaz Madam Blumberg’in arasına oturdum. Toplantının hararetli bir yerindeydi apartman sakinleri. Yılın sadece birkaç ayını dairesinde geçiren, bitişik komşum Çanakkaleli emekli öğretmen amca, “Çatı meselesini hallettik” dedi bana, “hemen yaptırıyoruz.” İkimiz de çatının akmasından mustariptik. “Hocam ne zaman gidiyorsunuz memlekete?” dedi Birol Bey. Öğretmen amca “Dördüncü ayın yirmi ikisinde” dedi, “o vakte kadar ne lazım geliyorsa yaptıralım.” “Ohoo!” dedi Birol bey, “yapıldı bilin hocam.” Birol bey, yönetici Yılmaz beyin yanında oturuyordu, kahkahası bol bir adamdı, kolları kısaydı, iyice neşeli bir hal veriyordu ona bu kollar, insan hareketlerinden gözünü alamıyordu. Yönetici Yılmaz bey mukaddesatçı bir adam, evinin antresinde üç hilalli bayrak asılı. Zaman gazetesi okuyor, daha doğrusu alıyor, okumuyor, apartman girişine bırakılan Zaman gazetesini genellikle ben okuyorum ayaküstü. Bazen Agos gazetesiyle Zaman gazetesi yan yana duruyor apartmanın girişinde, mektupların arasında. Büyük beyaz bir jipi var Yılmaz beyin, bir ara jipini park edebilmek için kaldırıma kilitli demir direkler koydurmuştu, ama belediye sokaktaki çift taraflı parkı teke indirince Yılmaz bey işgal ettiği park yerini terk etmek zorunda kaldı. Mukaddesatçı Yılmaz beyin favorilerinin gayet biçimli oluşu dikkatimi çekti, berberin elinden çıkmış belli ki, çerçevesiz gözlüğü de pek şık. Ortama hâkim olma, konuşmanın akışını belirleme arzusu içinde olduğu belliydi, yönetici olmaktan duyduğu memnuniyet yüzünden okunuyor. Yılmaz bey “Arga palgon” deyince, bu ağır Karadenizli beyin yumuşak sessiz harfleri sert, sert sessiz harfleri yumuşak söylediğinden kesinlikle emin oldum. Daha önce merdivenlerde karşılaşmıştık, konuşurken ısrarla “abartman kideri” ve “sübürke” demesi ilgimi çekmişti. Madam Sezer ve Madam Blumberg bana kuvvetli bir dostluk gösteriyorlardı. Madam Sezer hatırımı sordu, bir elimi eline aldı. Öbür elim de Madam Blumberg’in kucağındaydı. İki yaşlı kadının sevgi çemberinin içinde, halimden memnun, oturuyordum. Bana kapıyı açan güleç adam bir tepsi dolusu çay getirdi, birörnek su bardaklarına konmuştu çaylar, büyük bir kâsede de kıtlama şekerler vardı. Madam Blumberg güleç adama “Thank you” deyince şaşırdım. Madam Sezer de “Her şey very nice oğlum, thank you,” dedi. Allah Allah, n’oluyoruz?... On altı numaralı dairede oturan güleç adamın Vedat beyin kiracısı bir İranlı olduğunu öğrenmiş oldum böylece. Çanakkaleli emekli öğretmen amca ile arada bir selamlaştığımız bayan Hermine’nin eşi bay Ara’nın arasında oturan, altmış yaşlarında, beyaz yüzlü adamı ilk kez görüyordum. Adam yerinden kalktı, Madam Blumberg’in yanına geldi, bıdır bıdır bıdır Fransızca bir şeyler söyledi. Madam Blumberg de bıdır bıdır bıdır Fransızca cevap verdi. Madam Blumberg’in çaprazında oturan ufak yüzlü, yaşlı kadını da ilk defa görüyordum, o da karıştı lafa, o da bıdır bıdır bıdır Fransızca konuştu. Beyaz yüzlü adam başını salladı, “Oui, oui!” dedi, yerine geçti. Ara bey, Birol bey, Yılmaz bey sigara içiyorlardı, ben de yaktım bir tane. Madam Blumberg “Hangi sigaradan içiyorsunuz?” dedi. Gösterdim. “Ben de bundan içerdim gençliğimde” dedi, “bir tane alabilir miyim?” “Tabii madam buyrun” dedim. Madam Sezer “Sigara içmeyin çok kötü, çok kötü!” dedi. Bizi misafir eden İranlı hiç oturmuyor, durmaksızın çay, meyva, baklava, lokum dolaştırıyordu. İranlı ikramda bulundukça “Thank you, very nice!” sözleri dolaşıyordu havada. Vedat bey Yılmaz beye “Bir de bekâra ev verdim diye bana kızıyordun” dedi İranlıyı kastederek, “böyle iyi kiracıyı nerden bulacaktım?” Yılmaz bey utangaç gülümsedi. “Cog iyi insan” dedi, “küle küle otursun...” Birkaç ay önce, bir doğu dilinde söylenen yanık bir şarkı duyduğumu hatırladım, apartman boşluğundan geliyordu ses, daha iyi duyabilmek için mutfakta taburede oturmuş, şarkıyı dinlemiştim, sözlerini anlamadığım halde, nerdeyse ağlayacaktım. Arapça sanmıştım, Farsçaymış. Bu güleç adam söylemişti demek. Sadık Hidayet’in memleketlisi. Sadık Hidayet’in kitabını hatırladım. Üç Damla Kan. Farsçası Se Katre Hun. Söylemekten çok hoşlandığım bir kitap adı. Se Katre Hun. Ufak yüzlü yaşlı kadın bana bakıyordu, Madam Blumberg’e “Hanım kaç numarada oturuyor?” dedi beni kastederek. Madam Blumberg “On sekiz,” dedi, bizi tanıştırdı, “Şake Manukyan, yedi numara.” “Memnun oldum madam” dedim. Gülümsedik karşılıklı. Kavga gürültü ile geçeceğini sandığım toplantı, aksine, neşeyle geçiyordu. Vedat beyin yanında oturan Kadir beyin adını da faturalardan biliyordum. “Çatı meselesi tamam, artık dış cepheyi konuşalım” dedi Kadir bey. İki yüz elli lira toplayalım, yok, yüz lira toplayalım derken Madam Manukyan ciddileşti. “Ben veremem o kadar para, çare bulacaksınız?” Vedat Bey “Tabii madam, hallederiz” dedi. Her fırsatta gülen Birol bey, “Şake teyze sen Manukyan’ın akrabası mısın?” diye sordu. “Nerdeee!” dedi Şake teyze. “Keşke olsam... ağlardım o zaman bende para yok diye?” Bir kahkaha koptu salonda. İranlı neden bu kadar eğlendiğimizi anlamaya çalışarak gülümsedi. Madam Sezer beni dürttü, Şake teyze ile Madam Blumberg’i işaret etti. “Bunlar ikisi,” dedi “seksen yaşındalar. Bak? Hiç gösteriyorlar mı?” Madam Sezer’e baktım, “Siz?” dedim. “Ben daha yetmiş beşim” dedi. Birkaç hafta önce Madam Blumberg’le merdivenlerde karşılaşmıştım, yine çok şıktı. Hilton’a çay içmeye gittiğini sanmıştım, “Yeşilköy’e teyzemi görmeye gidiyorum,” demişti. Madam Blumberg seksen yaşındaysa teyzesi kaç yaşındaydı kimbilir.. Apartmanın dış cephesi için iki şık olduğunu söyledi Vedat bey. “Ya BTB yaptıracağız ya da siding.” Bir fiyat tartışması başladı, herkes kafadan bir rakam atıyordu, şu kadar tutar bu kadar tutar. Dayanamadım, “Ben de fiyat öğrenebilirim,” dedim, “Adapazarı’nda bizim ailenin oturduğu bir apartman var, yeni siding yapıldı.” Ne üstüme vazifeyse! “Aman öğren ablacım” dedi Birol bey, “bizim apartman kadar var mıdır cephesi?” “Aşağı yukarı” dedim. Konuya girmiştim, çıkmaya uğraşıyordum şimdi. Madam Sezer apartmanın dertleriyle hiç ilgili değildi, işimi gücümü soruyordu bana, çoluk çocuk var mı? Madam Blumberg dış cephe için aylık birkaç yüz liradan söz edildiğini duyunca “Hayır,” dedi. “Bizim şirket iflaz etmeden evvel olurdu, ama şimdi olmaz. Her ay alıyorum dört yüz yirmi beş lira. Yüz-iki yüz lira imkânsızdır, veremem.” Ne kadar toplayalım ne zaman yaptıralım konuşmaları yapılırken bıdır bıdır bıdır Fransızca konuşan beyaz yüzlü adam yanıma geldi, bir sandalye çekti, Madam Blumberg’le aramıza oturdu. Elini uzattı. “Ben Salvator Almelek, on dört numara.” “Memnun oldum.” “Siz Adapazarlı mısınız?” “Evet.” “Ey gidi Adapazarı! Hatıram çoktur orada,” dedi. “Askerliğimi yaptım.” Bana Adapazarı’nı anlatmaya başladı Bay Almelek. “Biz üç ekalliyettik. Bir Rum, ben Musevi, bir de bir Ermeni. Çok iyi vakit geçirdik. Orduevinde. Her öğün üç kap yemek, on kuruşa. Oh. Mis. On iki kilo aldım. Annem tanıyamadı beni. Yeni Melek sinemasını bilirsin. Onun oğlu vardı, Fuat, delikanlı çocuktu, arkadaştık. Bitti askerlik, döneceğim. Fuat dedi olmaz. Nasıl olmaz yahu? E olmaz. Uğurlayacağız sizi. Nasıl? Eğleneceğiz. Üç gün üç gece. Eğlendik. O vakit bir gemi batmıştı körfezde, hatırlamazsınız. Annemler bekliyor ki ben İzmit’ten gemiye bineceğim, döneceğim, ama gelmiyorum. Merak ediyorlar. Diyorlar bizim oğlan da içindeydi muhakkak, öldü. Halbuki biz üç ekalliyet bir de sinemacı Fuat, keyifteyiz, ye babam ye!” Salvator amca askerlik anılarına ara verdi. “Sor bana,” dedi “ne iş yapıyorsun?” Duraksadım. Niye sorayım, hiç soramam böyle şeyleri. Israr etti “Sor sor, hadi.” “Peki” dedim, bir mana veremeyerek. “Ne iş yapıyorsunuz?” “Kız fabrikatörüyüm” dedi. Ne? Nasıl bir apartman toplantısı bu böyle? Manukyanlar, kız fabrikatörleri. “Üç kızım beş kız torunum var” dedi Salvator amca. “Kız fabrikatörüyüm ben.” Müthiş bir neşe ve dostluk vardı havada, apartmanın eski halinden konuşuluyordu. Madam Sezer, “Biz” dedi, “bu apartmana geldiğimiz vakit, ben hayret içinde kaldım. Allahım dedim, bize nasıl nasip ettin burayı? Girişte kırmızı halılar vardı. Halıların pirinç tutamakları. Ama bela bir kapıcı vardı, giderken kırmızı halıyı çaldı.” “Pirinç tutamakları bile hurdacıya satmış haydut” diye söze karıştı Şake teyze. Çok çekmişler eski kapıcıdan. “Şimdi sokakta en kötü görünen apartman bizimki” dedi Vedat bey. “Halbuki eskiden öyle miydi?” Madam Sezer “Aaah!” dedi. “Eski günlerde nasıl güzeldi bu apartman. Sade dışı değil. İçi de güzeldi. İnsanları da. Boşuna değil adı Birlik. Birliktik hepimiz. Bir bayramlar olurdu. Herkes birbirine der iyi bayramlar, senin bayramın benim bayramım yok. Bir neşe, bir muhabbet…” Tuhaf bir his kapladı ortalığı. Kelimenin tam anlamıyla his. Mukaddesatçı Yılmaz beyin bile gözleri yaşardı yaşaracak. Bu sevgi seli o sırada herkese baklava ikram etmekte olan İranlıya yöneldi. Daha harlı teşekkürler edildi, adamcağız bir anlam veremedi bu sevgi dolu gülümsemelere, fazlasıyla içten teşekkürlere. Vedat bey “Saat on ikiye geliyor” dedi. “İranlı dostumuz sağolsun, evini açtı bize, ama daha fazla rahatsız etmeyelim. Her şeyi konuştuysak kalkalım.” Herkes kalktı, herkes kucaklaştı. Madam Sezer bana sarıldı, ben Şake teyzeye sarıldım, Şake teyze Birol beye elini öptürdü, Yılmaz bey Salvator amcayla kucaklaştı, Salvator amca İranlıya İngilizce yaptığı uzun bir konuşmayla teşekkür etti, Ara beyle Kadir bey birbirlerine “görüşelim” dediler, Öğretmen amca Madam Blumberg’e “Bir ihtiyacınız olursa, çekinmeyin,” dedi. Aşırı olan bir şey vardı bu hallerde, aşırı bir sevgi, ama zararlı değil. Karşılıklı ve gizli bir özür taşıyordu sanki bütün bu kucaklaşmalar, sözler. Bir şeyler oldu vaktiyle, olmuştur, unutalım gitsin özrü. Söze dönüşmüyordu zihindeki sesler, hararetli sarılmalarla sevgi dolu gülümsemelerle kalın bir his tabakası oluşturuyordu. O gece bütün apartman sakinleri huzurla uyudu.
Yorumlarnihat ziyalan
{ 10 Mart 2008 12:28:10 }
Hosgeldiniz
her kitabini hemen getirterek izledigim bir sanatcidir ayfer tunc. ayorum`a hosgeldiniz. sydney`den dostlukla. nihat saba
{ 07 Mart 2008 14:14:46 }
tesekkurler ayfer tunc,
sicacik bir oyku hisli bir apartman toplantisi. radikal 2'de okudugumda cok sevdigim bu oykuyu yeniden okuma firsati bulduguma cok sevindim. saba deniz gunal
{ 07 Mart 2008 08:40:05 }
sevgili ayfer tunc,
Diğer Sayfalar: 1. cok keyif alarak okudum ani oykunuzu. kimbilir belki turkiyede, dunyanin her yerinde insanlar farkliliklarini boyle ozenle, sevgiyle yasamaya baslarlar bir gun. iyi ki yazdiniz, iyi ki bizimle paylastiniz. yureginize saglik. deniz
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|