|
|
Uçmağ BahçesiKategori: Sergi | 0 Yorum | Yazan: Deniz Günal | 24 Aralık 2016 16:23:09 Melbourne’nun yürümesi en güzel yollarından biri de St Kilda Road. Dizi dizi ağaçların görkemli gövdeleri ile güzellik katıp gölge verdiği, tramvay tıkırtılarının eşlik ettiği, her iki yandaki iş yerlerinin altındaki çeşit çeşit kahve evlerinden sabahın erken saatlerinden salınan kahve kokularının duyuları okşadığı bu yolun bir ucundan diğerine, Flinders tren istasyonuna dek yürümek çok keyiflidir.
Akşamları geç saatlere dek açık olan Sanat Merkezi’ne (Arts Centre) arada uğrarım. Özellikle yoğun, gerilimli bir iş günü geçirdiysem mutlaka içinden geçerim. Viktorya Sanat Galerisi saat beşte kapanır. Ama Sanat Merkezi’nin bir gösteri ya da dinleti saati olmasa da, yalnızca bilet satışı ile ilgilenenleri değil, yalnızca sanat severleri değil, gelip geçenleri de içeri çekecek düzenlemeleri olduğunu keşfettim. Yalnızca bir on dakika bile başka bir boyuta geçip yaşamın içindeki dayatmaları arkaya atıp, öncelikleri yeniden kendiliğinden sıralamama yetiyor. Mutlu bir insan olarak çıkıyorum diğer kapısından. İçi de dışı da bakımlı, gösterişli bu yapının kapıları herkese açık. İçeri girer girmez geçmişe gitmişcesine bir duyguya kapılıyorum. Kırmızı halılar, dekorasyonlar, ışıltılı duvarlar… Evet başka bir çağ ama biz Melbourne’luların dünyasında yine de… Bilet satışlarının alt katta içerlerde olması da ayrı bir güzellik. Böylece yapının içinde biraz kendini yitirip ortamın havasına daha çok kapılabiliyor kişi. Gösteriler, oyunlar, dinletiler dışında da düzenlemeleri olduğundan söz etmiştim. Sanat Merkezindeki bazı düzenlemeler, bence doğrudan sanat içermese de bir düzenleme yapmanın bile sanata dahil olduğunu kanıtlıyor. Avustralyalı ünlü şarkıcı Kylie Minogue’nun giydiği giysiler, takılar, ayakkabılardan oluşan Sahnedeki Kylie (Kylie on Stage) sergisi gibi. Seçilen örnekler, sunum, eşlik eden yazılı açıklamalar, ışıklandırma, seslendirme ile büyülü bir ortam yaratan, uygarlığımızın kültürel bir boyutu olan pop müziği anlatışı benim için hayranlık vericiydi… Eğer görmek isterseniz 22 Ocak 2017ye dek açık. Giysilere, ayakkabılara ya da serginin kendisine hayran olabilirsiniz. Sidney Nolan’ın 900ün üzerinde yapıtından oluşan Uçmağ Bahçesi (Paradise Garden) ise doğrudan sanat içeriyor. St Kilda yolu üzerindeki ana kapıdan girip sağa dönünce, Tiyatro Yapısının içinde uzun bir salon boyunca her iki duvarı boylu boyunca kaplıyor. Doğrusu ilk adımımı attığımda küçük renk karmaşalarından oluşan yapıtların fayans gibi duvarların bir parçası olduğunu düşündüm. Öylesine güzel, çekici, hoştular ki… Fayans olduklarını düşünmeme karşın durup üstlerine elimi koyup okşama arzusu duydum. Fayans olmadıklarını muhteşem birer yapıt oldularını anlamam bir kaç saniyemi aldım. Geri çıktım, girişte duvarların birinde sergi ile ilgili bir bilgi aradım, buldum da. Gösterişsizce hazırlanmış bir sayfada Sidney Nolan’ın Uçmağ Bahçesi hakkında bilgi veriyordu. Nolan, 1917 yılında Melbourne’da doğmuş. Kendi kendini yetiştirmiş. Avustralya’nın 20yy daki en önemli sanatçılarından biri. Uçmağ Bahçesi’ni 1968 ile 1970 yılları arasında yapmış. Gerisini okumadım. İçeri geri döndüm. Ne yaptığını anlamaya çalıştım. Renk cümbüşü içinde anlam aradım. incelik, güzellik, uyum, coşku, baş kaldırma, hüzün, keder, kabulleniş, anlayış, boyun eğiş buldum. Sonra yapıtların ne olduğunu geri dönüp okudum. Burada yazmayacağım elbette. Bu serginin içine adım atan herkes bir serüven duygusu yaşamayı, yapıtları kendi içinde keşfedip sonra isterse sanatçı için ne olduklarını öğrenmeyi hak ediyor. Benim için bu serginin önemi insanın yaratıcılığının gücünü, boyutlarını sorgulatması bana. İkinci kez gittiğimde daha güçlü çarpılmam. Sık sık doğanın en büyük, en şaşırtıcı yaratıcı olduğunu düşünürüm, İnsanın tasarladığı hiç bir şeyin doğanın içinden karşımıza çıkanların biricikliğine, görkemine erişemediğini, ama bizim bu güzelliği görmemeyi, kanıksamayı öğrendiğimizi düşünürüm. Yediğimiz bir portakalın, bir çileğin, sonyazda düşen bir kuru yaprağın, gökyüzünün her hangi bir anının biricik güzelliğini, insanın elinden yorumlanmadıkça göremediğimizi… İnsanın yaratımlarının taklitle, sanat olabilmesi için de dertli bir anlamlandırma çabası ile ilgili olduğunu düşünürüm… Doğa sanat yapmıyor. Çünkü anlamlandırma çabası yok. Dağlar, ağaçlar, denizin dalgaları, tohumun topraktan uç vermesi… Herşey biricik, olduğu gibi benzersiz… Diye düşünürdüm. Aslında hala da böyle düşünüyorum ama doğa yaratıcılıkta eşsiz benzersiz tek başına değil. Elinde tüm sonsuzluk ve kayıtsızlık olan doğa ile elinde yalnızca sınırları (kendi zavallılığı ya da olağanüstü yorumlama gücü) olan insan benzersiz güzellikler yaratmakta yarışıyor. Kayıtsızlıkla karşı karşıya geliyor insanın hüznü, sevinci, coşkusu ve benzersiz, sarsıcı güzellikler yaratmakta yarışıyor. Hiç bir anlam yaratma çabası olmayan olağanüstü güçle, insanın anlam yaratma çabasının ürünleri yarışıyor. Doğanın bir parçası olan insanla doğayı karşı karşıya koyup kıyaslamak doğru değil elbette. Saçmalık ya da… Öte yandan… insanın bunu yapabilecek özel bir konumu var. Kayıtsız, katıksız olanla nerede olduğunu bilmeyen, kendini sürekli sorgulayan, anlamlandırarak aşmaya çalışan dertli konumu… Bir dudağı yerde bir dudağı gökte olan devin konumu ya da. Uçmağ Bahçesi’ne girmelisiniz. Dipçe: Bu yazıda yaratmaktan, yaratıcıdan söz edip durdum. Tanrı’dan söz etmedim. İnanan kimi kişiler alınganlık yaşayabilir. Alınmayın lütfen. Doğaya, yaşama, yasalarına, insana, her türlü belirleyen, sınırlayan, sınıflayana aşkın olan yüce AŞKA kim erişebilir?
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|