Basın denince aklıma eşimin başından geçen bir olay gelir. Zaman zaman değişik arkadaş guruplarında bu olayı anar güleriz. Tarihlerden bir gün opera sahne gösterisi için gittiğimiz Büyük Tiyatro’da oyuna daha vakit vardı. Bu nedenle yakın bir yerdeki yeni açılmış, sadece döner sunulan kebapcıya gittik.
Opera binası Ankara’nın 1933 senesinde sergievi veya sarayı olarak tasarlanmış, aynı sene inşaatına başlanmış bir yapı. Bu yapı zaman içinde Opera binası haline dönüştürülmüştür. Mimar Şevki Balmumcu tarafından projesi çizilen bu yapının 1933 senesinde her ne kadar inşaatı başlamışsa da yapımı 1934 senesinde bitirilmiştir.
Bu bina daha sonra 1948de Paul Bonatz’ın yeniden tasarımı ile Opera binası haline dönüştürülmüş ve aynı sene bitirilmiştir. Kültür Bakanlığının tam karşısında yer alan bu yapı Ankara’nın simgelerinden birisidir. Aynı zamanda Büyük Tiyatro adı ile de anılan bu yapı Gençlik Parkı’nın hemen yanında yer alır. Ankara’nın opera ve bale gösterisine yeterince cevap veremeyince 1995 senesinde yeni bir bina için yarışma düzenlenmiş, fakat kazanan yarışmacının projesi yapılmamıştır.
1934 yılında düzenlenen Yeni Cumhuriyetin İlk 10 Yılı adlı resim sergisi bu binada gerçekleşmiştir. Çocukluğumda bu binaya çok sık giderdik. Opera binasında sergilenen eserlerin biletlerini bulmak oldukça zor olurdu. Her pazartesi haftanın biletleri satışa sunulur kısa bir zamanda tükenirdi. Kimi zaman mahallemizde oturan rahmetle andığım Tekin Akmansoy’dan rica ederdi bizimkiler. Usta sanatcı bu ricaları hiç geri çevirmezdi. Tiyatroya sevgimiz çocuk yaşta başlamıştı. Bir eseri seyretmeye gidilirken en şık kıyafetler giyilir, erkekler kıravatsız içeriye kabul edilmezdi.
Bu gün tıpkı Budapeşte‘deki opera binasında olduğu gibi. Hatta Budapeşte’de Hayvanat bahçesindeki lokantaya bile kravat ve ceketsiz girmeniz mümkün değildir.
Genelde üst balkonda otururduk. Alt salona Ankara’nın ileri gelenleri otururdu. Çocukluğumda hiç alt salonda bir eser seyretme imkanım olmamıştı. Sonraları değerli sanatçı Zafer Ergin vasıtası ile bir çok kez alt salonda ve önlere yakın bir yerde ‘’Ya Devlet Başa Ya Kuzgun Leşe ‘’ gibi eserleri seyretme imkanımız olmuştu.
O gün de güzel bir eser için Büyük Tiyatroya gelmiştik. Vakit erken olduğu için girdiğimiz yeni yapılan dönercide yemeğimizi yemiş, hesabı da ödemiştik. Çıkmadan evvel eşim lavobaya gitmek istedi. Ben de masada kendisini bekledim. Geldiğinde gülmemek için kendini zor tutuyordu. Ne olduğunu sorduğumda, gülmekten cevap veremiyordu. Sakinleştiğinde olayı anlattı. Ben de gülmekten kendimi alamadım. Eşim ilk karşılaştığı tuvalet kabininin kapısını açmış, karşısındaki duvarda kalın iri harflerle BASIN yazısını görünce kendi kendine, tamam burası basın mensuplarına ayrılmış bir tuvalet, ben ötekine geçeyim demiş. Yandaki tuvaletin kapısını açmış. Bir de ne görsün, yine aynı yazı; ‘’BASIN’’. O anda aklı başına gelmiş ve içeriye girmiş. Gülerek anlattığı bu hikaye konusunda bana bu olayı kimseye söylemeyeceksin diye tenbih etmişti. Hikayeyi ben kimseye söylemedim, ancak kendisi arkadaşlarına anlatıp durdu hep güldüler.
Bu gün basın… Hür düşüncenin baskı altında olduğuna inanmaktayım. Doğru, 15 Temmuzda ülkenin başına ola ki bir hadise gelseydi, bu günden daha değişik bir idare olacağına inanmamaktayım. Darbe ise, kanun hükmünde kararnamede bir sivil darbe, basının susturulması da bir darbe, yandaş diye adlandırdığımız her etkinin bir sivil vesayet olduğuna inanmaktayım.
Hangi kabini açarsanız açın, içerde ‘’BASIN’’ kelimesini görürsünüz diye bir sözüm geldi söyledim, hem nalına hem mıhına.