Dünyanın 7 harikasını sayın desem aklınıza ilk Mısır’daki Keops Piramidi mutlaka gelir. O kadar muhteşem bir yapıyı bir başka yerde görmedim. Piramidin önündeki Sfenks’i de piramitte çalışanların boş zamanlarında aklı, gücü ve güzelliği temsil etmesi için yaptıklarını mihmandarlar ifade ederler.
Sonrasını söyleyin desem, II. Nebukadnezar tarafından Kraliçe Amytis için yaptırılan Babil’in asma bahçelerini düşünürsünüz. Aslında böyle bahçeler var mıydı ya da hayal yapıtlar mı diye hala tartışılmaktadır. Kalıntıları olmadığı için böyle bir düşünce mevcuttur.
Biraz daha araştırsak Tanrıların kralı Zeus adına Olimpiyatlar için yapılan heykeli düşünürüz. Onun da M.Ö 450 yıllarında yapıldığı söylenir. Rodos heykeli de bir diğer 7 harikadan biri dir. 135 metre yüksekliğindeki İskenderiye feneri Büyük İskender’in komutanlarından Ptolemy zamanında MÖ.290’da yapılmaya başlanmışsa da tamamlanmasını görmemiş olduğu bilinir. Bu da 7 harikadan biridir.
Kral Mausollos’un mezarı ya da bizim Halikarnas Mozolesi diğer bir harika olarak kayıtlıdır. Efes’de bulunan Artemis tapınağı da 7. harika olarak kabul edilir. Yani dünyanın 7 harikasının ikisi Anadolu topraklarında bulunmaktadır. Bu harikalardan günümüze pek azının kaldığını görmekteyiz.
Aslında dünyanın 8. harikası ne olmalı diye tartışsak mutlaka Çin imparatorluğunu düşmanlarından korumak amacı ile MÖ. 200lü yıllarda yapımı başlanan ve yaklaşık 8850 kilometre uzunluğundaki duvar olmalı diye düşünürüm. Biz 700 kilometre sınırı koruyamazken, Çin imparatorluğu 8850 kilometre duvar örmüş. Her 200 metre araya gözetleme kuleleri koyarak iletişimi ve lojistiği sağladıklarına inanırım. Bilindiği gibi duvarların eni küçük bir arabanın sorunsuz yürümesine imkan verecek kadar geniştir.
Kuleler arasında gündüz vakti aynalar vasıtası ile bir nevi ışıklı mors kullanıldığı da söylenir. Bu sayede sadece 200 metre değil, dağlar boyunca bilgi çok kısa bir sürede kilometrelerce uzağa gönderilmiş olmakta.
Bu harikaların birkaçını görmek bana nasip oldu. Hayranlıkla izledim. M.Ö 290 yıllarında 135 metre yüksekliğinde bir deniz feneri kulesi yapılıyorsa bu günün teknolojisi ile neler yapılabilmeli diye düşünmemiz doğru olur. İnsanlar artık bilgi ve doneye çok kolaylıkla sahip olabiliyorlar. Kanımca İskenderiye fenerinin 135 metre yükseklikte yapılmasının nedeni, geceleri gelen gemilere çok uzaktan rota belirleyebilmesi için ışıkla yön vermek içindi. Aynen Çin seddinde ışıkla haberleşilmesi gibi. Burada da bilimin işin içine girmiş olduğuna adım gibi inanırım. Nasıl telgraf kullanıldığı tarihlerde gönderilen sinyallerin bir alfabesi varsa, ışıklı bilgi aktarılmasında da bir alfabenin olduğunu düşünmekteyim. Bunların hepsi iletişim metodları içinde yürütülmekte.
Tatil için Bodrum’un Turgutreis beldesinde Kadıkalesi denilen yere yıllardır gelmekteyiz. Burada bulunan Peksimet Camii imamı yıllardır bu yöredeki insanlara hizmet vermekteydi. Camiden 5 vakit ezanı okurken bile kimseyi rahatsız etmeden görevini icra ederdi. Emekli olduğunu bu sene geldiğimizde anladık. Ezan okuyan kişinin sesi ve şiddeti değişmiş, komşu ülkenin adalarından duyulabilecek düzeye geldiğini daha ilk sabah yataklarımızdan sıçrayarak uyandığımızda anladık. İmam efendiye durumu anlatıp daha düzeysel okunması konusunda iknaya çalışmayı denedik. Hakarete varacak biçimdeki cevabını, Diyanet İşleri birimlerine aktardığımda, aldığım cevabı okurken gülmemek için kendimi zor tuttum. Bakınız gönderilen cevabı aynen aktarmak isterim, dikkatle okuyunuz :
‘’Bodrum yarımadasındaki bütün camilerimizde ezanlar Diyanet İşleri Başkanlığı 06.08.2007 tarih ve 920 sayılı genelgesi gereği ‘Ezanlar yakındaki rahatsız olmayacak en uzaktaki de duyacak şekilde okunur ‘ ibaresine uygun olarak okunmaktadır’’
Böyle bir teknolojiyi mutlaka MÖ 200 lü yıllarda yaşamış olan insanlara sormamızda yarar olduğuna inanırım,
en uzaktaki duyacak amma yakındaki hiç rahatsız olmayacak, diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.