Ne zaman bir hal olsa hemen ortaya atılıp ‘Eğri oturup doğru konuşalım’ demez miyiz? Neden eğri oturalım diye hep düşünmüşümdür. Bir iskemleye nasıl olur da eğri oturursunuz? Hani ondan da geçtim bir koltuğa nasıl eğri oturursunuz bilemiyorum. Bir tabureye eğri oturmaya kalkın mutlaka düşersiniz. Hani planlı programlı bir iş yapmazsanız, insanın nasıl ayağına, eline dolaşırsa aynen buna benzer. O zaman doğru oturup doğru konuşalım denmesinde yarar vardır.
1970 senesinden beri, hatta 1960lı senelerden başlayarak bir sistematiğin içinde program yaparsanız, denklemin çözümü kolay olabilir. Ortadoğudaki bütün devletleri yönlendiren, hatta devlet başkanlarını eğiterek, ülke başına geçmesini sağlayan sistematiğin içinde, cinayet ve suikastleri tertipleyen bir dış gücün varlığını inkar etmek yalnıştır. Kral Faruk, Enver Sedat, Kral Faysal, Saddam Hüseyin, Rıza Pehlevi, İmam Humeyni gibi Ortadoğuda gelişleri ve gidişleri birileri tarafından kurgulanan senaryonun, kimi zaman iyi işlediği olmuş kimi zaman da taşlar yerine oturmamıştır.
Türkiye’nin de böyle bir oyunun bir parçası olmasına ramak kaldığını düşünmekteyim. Planlanan tarihin 24 Temmuz’dan 15 Temmuz’a çekilmiş olmasının başarısızlığa yol açtığı gibi düşünceler halen mevcut. Şimdi ekranlara bol miktarda malzeme döküldü. Fetullah Gülen camaatini destekleyenlerin kimler olduğunu hiç mi hiç merak etmemekteyim. Çünkü Türkiye’de, Osmanlı’dan kalan bir gelenek Tarikat, Tekke, Zaviyeler ve Cemaatler ortadan kalkmadıkça ülkemizde huzur ve selamet oluşmasının zor olduğunu düşünmekteyim.
Ortadoğu ülkeleri içinde yeraltı zenginlikleri en fazla bulunan ülkelerin içinde Türkiye de yer almaktadır. Bu zenginlikler okyanus ötesindeki
‘’Dost ve Müttefik’’ diye adlandığımız ülkelerin iştahlarını kabartmış, bir hadise olsa da içeri girsek diye beklemekteler. Biz ise kendi içimizde birbirimizle kavgalı, başkalarına yataklık yapmaktayız.
Gülen ve ekibinin yıllardır böyle bir oyunun parçası olduklarını bildikleri halde, ihanet çetesinin içinde rol almaktan çekinmediklerini görmekteyiz. Bu hareketin oluşmasını yıllar önceden planlayanların, ülkedeki Milli olarak nitelediğimiz istihbarat teşkilatının başına konacak adamı da alıp ülkelerinde eğitim vererek, kendi adamları gibi yetiştirmelerine göz yumanların da en az girişimi yapanlar kadar suçlu olduğunu düşünmekteyim.
‘Bizi bile kandırmışlar ‘ cümlesini söylemek, darbe girişimindeki yataklık konusunda yöneticilerin suçluluklarını kapatamaz.
‘Bizi bile dinlemişler’ demenin de, bu suça iştiraki kabul etmek olduğuna inanmaktayım.
Kimse kendini bu hareketin dışında hissetmesin. Aziz Nesin’in tarif ettiği Halkı kandırabilirsiniz.
‘Şu aydınlardan da çok çektik’ sözlerini söyleyenler, aslında bu konuda ne kadar suçlu olduklarını ifade etmekteler. Gelin koltuğumuza doğru oturalım ve gerçekleri bütün çıplaklığı ile ortaya koyalım. Hiç bir olaydan kendimize şahsi menfaat çıkarmadan analiz edelim. Bu olayın bir parti meselesi değil, ülke meselesi olduğunu kabul ederek analiz edelim, ortaya doğru teşhis konursa, tedavi ona göre verilir diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.