A Yorum
  Acilis Sayfasi Yap Sik Kullanilanlara Ekle  

   
A yorum Kurum
iletisim
login
yayin ilkeleri...



yazi dizileri

Yazı karekteri : (+) Büyük | (-) Küçük

Bir Takım Çelişkiler...

Kategori Kategori: Ayorum Güncel | Yorumlar 2 Yorum | Yazar Yazan: Gündoğdu Gencer | 29 Şubat 2008 23:32:05

Haftalık Yazılarımı numaralıyorum. Bir baktım 300'ü geçmiş. Bazan okuyucunun ilgisini yakalayacak konu bulmak güç oluyor. Ama bazan da gündemde o kadar çok önemli konu oluyor ki, hangisine eğileyim diye kafa patlatılıyor.

Bu hafta da öyle bir hafta. Kosova’yla ilgili bir yazı yazmaya hazırlanırken kafamı SBS’ten sevgili Bülent İbrişim’in Kemal Burkay’la yaptığı söyleşi meşgul ediyor.  Önümde birkaç hafta önce Melbourne Başkonsolosluğu İdarî ve Sosyal İşler Ataşesi Mevlüt Haliloğlu’nun Dünya gazetesinde “Kuran’ın diğer vahiyler arasındaki yeri” başlıklı yazısı var.  Çok karmaşık bir konu olan Kosova’yı bir yana bırakıp diğer ikisine eğileyim diyorum.  Bülent İbrişim bir süre önce Kemal Burkay’la her zamanki gibi çok iyi ön hazırlığını yapmış olduğu bir söyleşi yayınladı.  Kemal Burkay benimle aynı kuşaktan ve yaklaşık aynı zamanlarda TİP (Türkiye İşçi Partisi) üyeliği yapmış, önemli bir edebiyatçı ve kendisini halâ “sosyalist” olarak tanımlayan bir Kürt düşünürü.  Eminim bizim dinlemeyi bilmeyen, dinlese de anlamayan, anlasa da düşünmeyen bazı insanlarımız “ne konuşturuyorsun bu adamı?” diye tepki göstermiştir. 
 
 
Oysa birinin düşüncelerine karşı olmak için bile o kişinin dediklerini dinlemek, anlamak gerekir.  Kemal Burkay’ın söylediklerini, ne yalan söyleyeyim, acıyarak dinledim.  Bir sosyalist olarak Kuzey Irak Kürt yönetiminin dünyanın en büyük emperyalist gücü olduğunu inkâr edemediği ABD’nin yanında yer almasını savunuyordu Burkay.  ABD’nin bu yönetimi desteklerken karşılık beklemeden yapmayacağını da inkâr edemiyordu.  Özetle emperyalizmin maşası olmayı savunuyordu.  Demek ki sosyalist olduğunu savunan bir düşünür için bile milliyetçilik sosyalist ilkelerden ağır basıyormuş dedim.  Ama beni asıl düş kırıklığına uğratan, Burkay’ın “Kürtler keşke Kurtuluş Savaşında Türklerle omuz omuza emperyalistlere karşı savaşmasalardı” sözü oldu.  Kuzey Irak’ta emperyalizmin maşası olmayı savununca elbette Kurtuluş Savaşında da emperyalistlerden yana olmayı savunacaktı. 
 
 
Bu vatan eğer hem Türklerin, hem Kürtlerin, hem de kendini bu toprakların sayan herkesin vatanı ise, emperyalistlerin desteği ile bu toprakları parçalayıp bir parçasını (Burkay’ın deyimiyle Kuzey Kürdistan’ı) emperyalist destekli bir Kürdistan yapmayı nasıl savunabiliyordu bir “sosyalist”?  Emperyalizmden söz ederken “eski şablonları bırakalım” diyor ama ondan daha eski bir şablon olan milliyetçilik şablonunu savunuyordu.  Bu söyleşiyi gerçekleştirdiği için Bülent İbrişim’e tekrar teşekkür ederim.
 
 
T.C. sınırları içindeki herkesin, din, milliyet, ırk, cinsiyet ayırımı olmadan eşit muamele görmesini hep savunmuşumdur.  Bu, Kürtlerin tam eşitliği ve haklı taleplerinin karşılanması da olabilir, isteyenin türban takması da olabilir.  Ama bu, emperyalizme âlet olarak bir toprak parçası aparılmasını savunmak demek değildir.  Türbanlı gençlerin eğitim ve çalışma haklarını savunmak ta şeriata destek vermek değildir.
 
 
Din demişken Haliloğlu’nun yazısına döneyim.  Haliloğlu “Bu mukaddes kitapların birbirlerinden farkları, sadece onların indirildiği toplumların kültürlerinin, zamanlarının ve mekânlarının farklı oluşundan kaynaklanmaktadır” demiş.  “İndirildiği” savını bir yana bırakırsak Haliloğlu’nun söyledikleri yüzde yüz doğru bir saptama.  Ayrıca “öncekilere indirilen, pratik günlük hayatla ilgili emirler Kur’anda bazan kaldırılmış, Allah tarafından uygun görüldüğü takdirde de aynen korunmuştur.  Ancak tabii olarak Hz. Muhammed’in kendisine gönderildiği toplumun gerçekleri, onların içinde bulundukları şartlar ve onların kültürü göz önünde tutulmuştur” diyor.  “İndirilme” savını yine bir yana bırakırsak Haliloğlu yine tamamen doğru ve bilimsel bir yaklaşım sergiliyor.  Elbette insanların yaşamını biçimleme iddiasında olan kitaplar o toplumun kültürünü, zamanını ve mekânını göz önünde tutmak zorundadır.  Kur’an da 7. yüzyıl Arabistanı için geçerlidir, doğrudur ve birçok yönden ilericidir.  Kur’anda kölelerden ve cariyelerden söz eden birçok bölüm vardır.  7. yüzyıl Arabistan’ında köleler ve cariyeler o toplumun vazgeçilmez öğeleriydi ve Kur’an onlarla ilgili birçok hüküm getirmekte ve o zamana kadar belki de hiçbir hakları olmayan bu insanlara bir ölçüde korunma sağlamaktaydı. 
 
 
Kur’anın kendi içinde de birbiriyle çelişik görünen âyetler vardır.  Bunların çelişik olmaları da elbette ne zaman, hangi koşullarda “indirildiği” ile açıklanabilir.  Hicret öncesi Mekke, daha sonra Medine, daha da sonra Mekke’ye döndükten sonraki dönemde durum elbette çok farklıydı ve Kur’an bu farklılıklara uygun hükümler getirir.  Birkaç onyıl içinde bu denli değişiklik olmuş ve Kur’andaki değişik hükümler bu farklılıklara göre değişmişse, o günden bu yana geçen 1400 küsur yıl içinde daha mı az değişiklik olmuştur?
 
 
Şimdi, sorulması gereken ve “hadi beni sor” diye inatla direten soru şudur: “Tevrat o günün koşullarına, İncil o günün koşullarına, Kur’an da 7. yüzyıl Arabistan’ının koşullarına hitap ediyorsa bugün, 21. yüzyılda, köleliğin, cariyeliğin olmadığı bir devirde Kur’anın hükümlerinin halâ evrensel ve değişmez olduğu nasıl iddia edilebilir?” 
 
 
Eğer Kur’an Allah’ın “virgulü bile değiştirilemez olan” mutlak hükümleri ise bugün değişik toplumların kültürlerine, zaman ve mekâna uyacak şekilde “İslâmda reform” nasıl gerçekleşebilir?  Ancak Kur’anı Allahın kelâmı değil de Sayın Muhammed tarafından dile getirilmiş önemli bir kitap olarak kabul edersek, ahlâk derslerini, “sâlih amel” (iyi işler) ilkelerini kabul edip gündelik yaşamla ilgili hükümleri “o kültüre, güne, ve yere aitmiş” diyerek bir kenara bırakabilirsek İslâmda reformdan söz edebiliriz.  Bu da İslâmın temel ilkelerinden olan “Kur’an Allah’ın kelâmıdır” ve “Sayın Muhammed son peygamberdir ve Kur’an son kitaptır” dogmalarıyla çatışır.  İslâmın gelip dayandığı çelişki budur.  Aynen Burkay’ın antiemperyalist görüşüyle milliyetçiliğinin çeliştiği gibi.



SBS Radyosunda 21.1.2008 tarihinde Kemal Burkay ile
Kürtçe ve Kürt sorununa ilişkin söyleşi :



Facebook'ta paylaş   |   Twitter'da paylaş


 | Puan: Henüz oy verilmedi / 0 Oy | Yazdırılabilir SayfaYazdır

Yorumlar

aykut yazgan { 03 Mart 2008 22:15:58 }
ben olaya mustafa gibi süzülmüş bir bilimsellik açısından değil de daha değişik bir yerden bakmak istiyorum.

birincisi her devirde bir fikri savunan bir takım insanlar bir müddet sonra gelişip serpildiklerini (!) ve hatta hidayete erdiklerini zannediyorar...

ve bunları gazete sayfalarından, renkli camlar arkasından işaret parmaklarını sallaya sallaya savunuyorlar...
haklıdırlar..

zaman içersinde, belki de kendilerine göre gençliklerinde yaşadıkları devrimci ruhlardan ve en mühimi hayal dünyasından sıyrılmak zorunda kalmışlardır..

yaşlar ve ihtiyaçlar ilerledikçe ve yaşam koşulları vesaire giderek zorlaştıkça, fikriyatlarını da gayrıihtiyari bu yöne doğru tevcih ediyorlar.

edebiliyorlar...

en halis marksist pek ala liberal, en tutucu dinci ise bükülmez bir sosyalist olabiliyor.

bu örnekleri, yukardaki nedenlerden dolayı ülkemizde çok sık görüyoruz. acaba bu bizim ülkemize mahsus bir moda akımı mıdır yoksa diyar-ı küffarda da var mıdır bilemem.

bu açıdan dönmelik kimi milli-tutucu-dinci, marksist-komunist-sosyalist, edebiyat-siyaset-spor yazarlarımız tarafından zaman zaman iğnelendiği gibi hiç te aşağlık ve bayağı bir şey olmuyormuş...

ikincisi kendisini bir topluluk, bir toplum, bir ırk ya da bir başka renk olarak tanımlayan insanların binlerce yıl beraber yaşadıkları ülke insanlarından ve onların topraklarından ayrılmak, bir başka devlet kurmak istemeleri hiç kuşkusuz bir "özgürlük" mücadelesidir.

yani verilen savaş, bu uğurda ölen sayısız insanoğlu hep bu gaye için yani "özgürlük" için savaşacaklardır.
savaşıyorlar...

burda aklıma cennette meş'um melek tarafından aldatıldıktan sonra aklı başına gelen ve birer incir yaprağı ile örtünen adem ve havva geliyor. ayvayı (veya elmayı) yedikten sonra örtünen bu iki insana tanrı gür sesi (!) ile sorar: "peki size çıplak olduğunuzu kim söyedi?"
cennet gibi düşünülmesi, hayal edilebilmesi çok zor olan eşsiz güzellik ve bollukların olduğu bir ülkede ebediyen müreffeh yaşamaya mahkum edilmiş iki yaratığın günün birinde şu ya da bu sebepten dolayı birdenbire ayılmaları ve örtünmelerini, kuşkusuz ardelden manipüle
edilmiş bir kuvvette aramak gerekir. (nitekim şeytan !..)

yoksa refah içersinde yaşarken, dürtülmeden kışkırtılmadan, akılları (eğer varsa) çelinmeden bir başka hayat düzeyine geçme riskini göze almak akıl karı olmamalı.

eğer gerçeklere dönersek;
diyelim ki bu kürt kardeşlerimiz arkalarındaki bol kırmızı/beyaz çizgili ve yıldızlı meleğin kışkırtmalarınla özgürlüğüne kavuştu.
ve diyelim ki biraz bizden biraz ordan, biraz öteki taraftan (tabii verirlerse) topraklar alıp etrafına dikenli tellerini de gerdikten sonra "işte bu benim toprağım... ben artık özgürüm" mü diyecek ?
bir, üç, beş milyon kürt kardeşim eninde sonunda sandık başına gitmiyecek mi ?

bir idare bir hükümet seçmiyecek mi ?
başına, insanoğlu kadar eski bir bela olan devleti musallat etmiyecek mi ?

taşlar yerli yerine oturduktan sonra ekmek üç kuruş pahallılandı diye sokaklarda yürürken polis (!) tarfından coplanmıyacak mı ?
ekmeği zorla elinden alınıp it gibi çalıştırılmıyacak mı ?
sömürülmiyecek mi ?

daha bugünden sokaklarda meydanlarda seçtikleri vekillerinin, bir gül fidanı, biraz buğday ve bir zeytin ağacı yerine ekmekte oldukları süpürge otu tohumlarını görmüyorlar mı ?

biz bunları hali hazırda canlı canlı yaşıyoruz.
ve kafaları örtme özgürlüğü dahil her türlü özgürlüğe göğsümüzü gere gere sahibiz !...

eğer böyle özgür olmak istiyorlarsa bence çatışmaya hiç gerek yok.
ha sınırın bu içinde özgürlük ha bir başka sınır içinde ayni özgürlük..
buyurun...

insanlar büyük bir çöp bidonunun içine düştükten sonra gün ışığından zerre kadar nasiplerini alamadıkları için balık kılçıkları, yarı yenmiş karpuz kabukları, pet şişeler ve salata artıkları arasında, kendilerini oraya atan çöpçü başı tarafından mahkum edildikleri ortamda yaşamın (bidonun dışındaki..) amacını ve güzelliklerini tamamen unutarak yalnızca etraflarındaki pisliklerle uğraşır oluyorlar.
buna bilge (ya da bilgiç) insanlar dezinformasyon ya da depolitizasyon falan gibi etiketler takıyorlar.

kimileri de bir apartmanın dördüncü kat balkonunda ya da kalabalık bir sokakta veyahut ayaktopu çayırlarında cıbıl, çırılçıplak soyunarak özgür olduğunu cümler aleme ilan ediyor. polis enseleyinceye kadar...

onbinlerce insanın (deniz'in deyimi ile anakuzusunun) göz kırpmadan telef edilmesine karşılık olarak özgür mi olacaksınız ?
hayır..

bugün bir devletin prangalı esirisiniz.
yarın özgür olduktan sonra bir diğer devletin esiri olacaksınız.
hem de arkasında o devleti idare eden bir başka devlet tarfından kukla gibi oynatılarak ve sömürülerek.

ayni bizim gibi....

mustafa goz { 01 Mart 2008 23:36:24 }
1
Abur-cubur yemek insanın bedensel sağlığını nasıl rahatsız ederse sorgulanmadan, hesabı verilmeden kabul edilmiş bilgilerde aklı bozar (çünkü bilgiler de aklın gıdasıdır), dahası psişik dünyamızı bile altüst edebilir. Bir zamanlar enternasyonalizmin sadık militanı eski arkadaşlarımın şimdilerde sıkı "ulusalcı" haline gelmelerini ilgiyle izlediğim olur. Kişilerle uğraşmak yerine bilincin hareketlerini izlemek hayatı daha kolay anlamayı sağlıyor. Kısaca söylemek gerekirse; tarihsel gücünden dolayı, kişisel-öznel arayışlarımıza yanıt verdiği için, alışkanlıklarımıza ve kültürel dokumuza uygun düştüğü için kabul ettiğimiz fikirler zamanı gelip tamamen zıddına dönebiliyor. Sorunun temelinde (anlama ve anlamlandırma anlamında) göreli olanla mutlak olanın bağının kurulamamasının yattığını düşünüyorum. Olguların ve süreçlerin özündeki evrensellere-kalıcı olanlara bakmadan sadece bunların görünüşüne takılan bilinçler her yöne savrulabilirler; çünkü görünüşler sürekli değişirler. Fakat burada bir başka risk ortaya çıkabilir. Durmaksızın yön değiştiren fikirleri değerlendirirken bizim duruş yerimiz ne olacak? Eğer bizde kendi "değişken" ölçülerimizle sorgulama yaparsak karşıtmış gibi olsa da aslında aynı düzlemde kalmış oluruz.

2
Kutsal metinler pozitivist bir akılla okunamaz, eğer böyle okunursa saçma sapan çocuk öykülerine dönüşürler; alışageldiğimiz, okullardan aldığımız eğitimlerin yöntemiyle okunduğunda asla anlaşılamayacağını deneyimimle biliyorum. (Örneğin Kuran-ı Kerim için; "Allah" sözcüğünün geçtiği her yere "Varlık" veya "Enerji" sözcükleri konarak okuma denemesi yapılabilir.) Fakat şu soru hep kafamda kıvranır durur: Bu metinleri, üzerinden binlerce yıl geçmiş olmasına rağmen bu denli dirimsel kılan nedir?

3
Tasavvuf ehli düşünürler, Hz. Muhammed'in son peygamber olmak yerine onunla artık peygamberlik döneminin kapandığını söylerler ve bunu Kuran metnine dayanarak dile getirirler. (Bu konuda Atatürk'ün de değerlendirmeleri vardır. Nutuk'tan okunabilir.) Kuran söylemine göre de sadece bir tek din vardır.

"Sen yüzünü hanif olarak dine, yani Allahın insanları hangi "fıtrat" (Doğası, kendiliği anlamında) üzere yaratmış ise o fıtrata çevir. Allahın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler" (Kuran-ı Kerim; 30/30)

"Deyiniz ki; biz, Allah'a iman ettik ve bize ne indirildiyse İbrahim'e, İsmail'e, Yakup'a ve torunlarına ne indirildiyse, Musa'ya ve İsa'ya ne indirildiyse ve bütün peygamberlere Rablerinden ne verildiyse hepsine iman ettik. Biz onların arasında fark gözetmeyiz ve biz sadece O'na boyun eğen müslümanlarız." (2/136)

4
Kültürel olan geçici, yaşamsal olan kalıcıdır. Kalıcı olanlar değişik koşullarda değişik biçimde uygulanırlar ve bu haliyle kültürleşirler. Örneğin kimileri yemeği çubukla yer, kimileri eliyle, kimileri de çatal-kaşıkla; işte bunlar kültüreldir; ama yemek yemenin kendisi zorunludur, yani mutlak. Din içinde, onun ibadet biçimleri, ritüelleri farklıdır, bu yanıyla kültüreldir; ancak din kendi doğasında kültürel değil varlıksaldır.

Sayın Gündoğdu'nun önyargısız ve araştırmacı tutumla düşünmeleri, okuyanı da düşünmeye sevk ediyor. Etkilenmem sonucu anladığımı ve anlayışımı kısaca ortaya koymak istedim.
Diğer Sayfalar: 1.

 

Yorum Yazın



KalınİtalikAltçizgiliLink  
Simge Ekle

    

    

    

    







'Büyük Osmanlı Soygunu': 10 maddede Eric Adams davası…
İSTİHAB HADDİ
Türbülans vakaları iklim değişikliği etkisi mi?
Dünyanın gözü kulağı Ortadoğuda: İran-İsrail gerilimi tırmanıyor.
İsrail, Gazze'de yardım konvoyunu hedef aldı: Biri Avustralyalı 7 kişi öldürüldü

TRUMPİST BİR DÜNYADA ERTESİ GÜN
Seküler Yahudiler rahatsız: "İsrail, İran olacak"
Avusturya seçimleri: Aşırı sağ sandıktan birinci çıktı.
Avustralya binlerce vatandaşına Lübnan'ı terk etmelerini tavsiye etti.
New York Belediye Başkanı Türkiye'den rüşvet mi aldı?

Türkiye işçiler için bir cehennem
İkinci Trump dönemi: Küresel ekonomi nasıl etkilenecek?
AB, çoğunluk sağlanamamasına rağmen Çinli elektrikli araçlara ek gümrük vergisini onayladı.
Türkiye'de ekonomi politikaları konkordato ve iflasları patlattı.
Türkiye'de açlık sınırı 20 bin TL'ye dayandı

Türkiye'de Covid-19 salgını yaşam süresini azalttı.
Uzmanlar uyardı: "Uzun yaşayanlardan tavsiye almayın"
Fahri Kiamil
İki annenin başlattığı akıllı telefon karşıtı hareket çığ gibi büyüdü
Afganistan'da onlarca arkeolojik alan buldozerle yıkılarak yağmaya açıldı.

"İNEK BAYRAMI" ekitap
Dünya tarihini şekillendiren 6 içecek türü
Taş Kağıt Makas Oyunu (Jan Ken Pon)
"DUHOK KONUŞUYOR" ekitap
ENTERNASYONAL

Tokyo’dan Hasanlar’a, Kudüs’te bir mahkemeden bizim buralara…
“KADERİMİZ DIŞARDAN YAZILAMAZ - DIŞARI KADERİ BELİRLEYEMEZ…”
Niyetime İlham
KİBİRLİ GÜÇ ZEHİR - ERDEMLİ BİLİM PANZEHİR
KARARLILIK - KİŞİSEL ALTYAPI

Yarasaların azalmasıyla bebek ölümlerinin ilişkili olduğu ortaya çıktı.
AB İklim İzleme Servisi: 2024 yazı kaydedilen en sıcak yaz oldu.
Akdeniz'deki yaşam yok oluşun eşiğine gelmiş.
Su üzerindeki iklim değişikliği baskısı Türkiye'yi su fakiri olmaya sürüklüyor.
Türkiye ve Yunanistan'daki kültürel miras alanlarının en az üçte biri yükselen deniz seviyesinin tehdidi altında.

Türkiye, kişisel verileri en çok sızdırılan 19.ülke
Apple otomobili ABD'de üretime bir adım daha yaklaştı.
Yaşgünün Kutlu Olsun James Webb Uzay Teleskobu
Su ve deterjan olmadan çalışan bir çamaşır makinesi
Akıl okuyabilen robot tasarladılar

İncil'de sözü edilen mistik ağaç 1000 yıllık tohumla yeniden yetiştirildi.
Karıncaların 66 milyon yıldır tarım yaptığı ortaya çıktı.
Antik Mısır'daki popüler masa oyununun şaşırtıcı kökenleri ortaya çıktı.
At binmenin kökenine dair ezber bozuldu.
Stephen Hawking'in ünlü paradoksu çözülmüş olabilir: Kara delikler aslında yok mu?

2023 yılında Türkye’de çocukların cinsel istismarı hakkında 40.000'den fazla dosya açıldı.
Çalışanların geliri son 20 yılda azaldı.
Türkiye’den göç eden Türklerin sayısında 5 yılda %243 artış
BM: Dünya nüfusu 2084'ten itibaren gerileyecek
Dünya nüfusunun ruh sağlığı giderek bozuluyor

Madeleine Riffaud est partie
GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER
JOYCE BLAU, 18 Mart 1932-24 Ekim 2024
HIZLANAN TARİH
DERTLİ-MİR-DÖNE

Nereden Geldi Nereye Gidiyor
Atamın Sözleri
Cumhuriyet 101 Yaşında
Kadın ve Erkek
MAZRUF

Mimar Sinan: Bir Dehanın Yükselişi ve Osmanlı Mimarisinin Zirvesi
İskandinav Göçleri ve Vikinglerin Avrupa Üzerindeki Etkisi
Hümanizm Nedir?
Osmanlı’da kahve kültürü, Osmanlı’da kahve isimleri..
Amerika’da Ayrımcı Politikalar ve Siyahi Mücadele Tarihi


kose yazarlari En Cok Okunanlar
Son 30 günde en çok okunanlar
En Cok Okunanlar










Basa git