|
|
40 Milyon Kişinin Ölümüne Neden Olan Yeteneksiz RessamKategori: Ayorum Güncel | 1 Yorum | Yazan: Onur Ayangil | 31 Mart 2016 16:26:24 Başlıkta adı geçen ve 40 milyon kişinin ölümüne neden olan yeteneksiz ressamın, Almanya’nın nazi lideri Adolf Hitler olduğunu biliyor muydunuz. Bu yazımda sizlere resim sanatı açısından Hitler’i tanıtacağım
Babası bir gümrükçü olan Hitler 1889 yılında Avusturya’nın Braunau kentinde doğdu. 30 Nisan 1945 yılında da Berlin’de tabancasıyla intihar ederek yaşamına son verdi. Ateş püskürdüğü Haubsburglar’a ve nefret ettiği Yahudilere karşı düşmanca fikirleri çocukken okuduğu George Sorel, Nietzche ve Schopenhauer’in kitaplarından ve gençken Viyana’da izlediği Wagner operalarından esinle edindiği söyleniyor. Nitekim, en yakın arkadaşı Kubizek’in söylediğine göre, geleceğin diktatörü, izlediği Wagner’in Rienzi operasından çıktığında, operada izlediği Cola di Rienzi’ye özentiyle, halkını özgürlüğe kavuşturacağını haykırmıştır. Cola di Rienti Roma döneminde halka iktidar sağlamak için soyluları alt etmeyi başaran bir siyasi liderdir. Bu günleri izleyen günlerde de, Hitler Haubsburglar’a nefretini perçinlemiş, ve Cermen ırkından olmayanları düşman bellemiştir. Kubizek yakın arkadaşı için acımasız ve zalim niteliklerini kullanmıştır. Hitler’in Kubizek’ten başka yakın arkadaşı da yoktur. İçine kapanık, asosyal bir tip olarak geçmiştir tüm gençliği. Hiç kız arkadaşı olmamıştır. Stephanie adlı bir kızı tutku derecesinde sevmişse de, bu sevgi tamamen platonik olup, bundan sevdiği kızın hiç haberi olmamıştır. Gerek okul başarısızlıkları, gerek acımasızlığı, gerekse içine kapanıklığının küçük yaşlarda yaşadığı aile içi deneyimlerden kaynaklandığını düşünmeden edemeyiz. Daha sonraları kişiliğine damgasını vuran nefret ve düşmanlık hislerinin de aynı psikolojik nedenlerden kaynaklandığı tartışmasızdır. Hitler hakkında bizi ilgilendiren, onun resme karşı aşırı düşkünlüğüdür. Küçük Adolf, başarısız okul yaşamının okulu terk etmesiyle sonuçlanmasının ardından, henüz 16 yaşındayken, yani 1905 yılında, tam anlamıyla kaldırım mühendisliğine başlamıştır. Tembel tembel sokaklarda sürtmektedir. Annesinin bir iş sahibi olması yönündeki israrlarına kulağını tıkayan Adolf, babasının da ölümünden sonra işi iyiden iyiye boş gezenin boş kalfalığına vurmuştur. Böylece sıfıra sıfır, elde var sıfırla geçen bir yılın ardından kansere yakalanan annesini, ondan bolca para tırtıkladıktan sonra kaderine terk edip Avusturya’ya giden Hitler bu sanat ülkesinde müze, opera ziyaretleri ve Tuna boyu gezintileriyle yaşamını hayal kurarak geçirmeyi sürdürmüştür. Yukarıda anlattığım Wagner operalarıyla da bu gezintilerde tanışmıştır. Avusturya gezisinde gördüğü Parlamento binası, Opera binası gibi görkemli yapılar, onun mimariyle ilgilenmesine neden olmuştur. Resim sanatına olan tutkunluğuna mimariye olan düşkünlüğü de eklenince, küçük yaşlardan beri sevdiği ve bu konuda yetenekli olduğunu düşündüğü resim sanatını meslek edinmeye karar vermiş ve 1907 yılında Viyana Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümüne başvurmuştur. Akademi kabul edeceği öğrencileri önce bir yetenek sınavından geçirmekte, sonra da o güne kadar gerçekleştirdiği performanslarını getirip Akademi jürisine göstermesini istemektedir. Hitler yetenek sınavından geçmiş, ancak performansları gören jürinin bu performansları yetersiz bulması ile öğrencilik talebi reddedilmiştir. Zira performansının çoğunluğu mimari yapı resimlerinden oluşmaktadır. Jüri raporunda “ adayın resim sanatından çok mimari sanatına yatkın olduğu kanısı” yer almaktadır denilmektedir. Başarısız ilk deneyim sonucunda yılmayan Hitler 1908 yılında yeniden başvurmuşsa da, gene aynı nedenle, resme yeteneğinin yetersiz olduğu gerekçesiyle başvurusu geri çevrilmiştir. Otobiyografik kitabı olan “KAVGAM”da, gençliğinde profesyonel ressam olmayı çok istediğinden, ancak bu emelinin Viyana Güzel Sanatlar Akademisi tarafından yerle bir edildiğinden söz etmiştir. Şimdi düşünebiliyor musunuz? Başvurusu geri çevrilmeyip, Akademiye’ kabul edilseydi, Hitler sanat yolunda ilerleme mücadelesi gösteren ve yaşamını sanat alanında kazanmaya çalışan bir ressam olacak ve büyük bir olasılık, 2. Dünya Savaşı çıkmayacak, daha da önemlisi bu savaşta yaşamını yitiren yaklaşık, toplamda 40 milyon kişi telef olmayacaktı. Bu da dünyamızın alınyazısıymış diyelim. Şimdi biraz da Hitler’in resimdeki tarzından söz edeyim. İlk Viyana yıllarında gerçekleştirdiği mimari resimlere bakacak olursak, bu yapıtlarda daha önceki dönem ressamlarda görülen tarzlarının egemen olduğunu saptarız. Rönesans ve Neo Klasik etkiler ön plandadır. Perspektif açısından göze batan hatalar yoktur. Ancak renk kullanımı bakımından, klasik renk teorilerini dikkate aldığımızda, zayıf olduğunu gözlemliyoruz. 1908 ila 1913 yılları arasında Hitler kır evleri, çiftlik yapıları ve peyzajlar betimlemiştir Bu resimlerde figüre sıkça rastlanmamaktadır. Rastlandığında da, figürlerin mimari yapılara göre daha serbest bir fırçayla betimlendiğini gözlemlemekteyiz. Bu resimlerden bir bölümü suluboyadır. Suluboya tekniği ise gene renk kullanımı açısından hiç de başarılı sayılmamaktadır. Kartpostal olarak yaptığı natürmortlar ise, duygu yükü bakımından hafif, renk açısından yetersizdir. Adolf Hitlerin resimlerinin büyük bir bölümü harp sonrası Amerika Birleşik Devletleri tarafından ülkelerine götürülmüştür. Bir bölüm resmi ise Almanya’da özel koleksiyonlardadır. 500 civarında resim ürettiği söylenmektedir. Hitler 1913 yılında Almanya’ya dönmüş ve aynı yıl da annesini yitirmiştir. Bu trajikomik sanat yaşamı öyküsüne ne yapalım dünyanın alınyazısı böyleymiş demekten başka şansımız yok. Sevgiyle kalın…
YorumlarKarmen Acun
{ 20 Ağustos 2016 14:40:31 }
Eey Viyana güzel sanatlar akademisi! yaptığını beğendin mi şimdi!!!
Diğer Sayfalar: 1.
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|