Bodrum Orta Kent’te bir kahvehanede oturdum. Yaşından daha fazla gösteren bir zat oturduğum masaya ilişmek istedi. Aslında kahvehanede boş hem masa hem sandalye çoktu. Mutlaka bir kaç sözü vardır, bu insanın, onun için benim masaya yönlendi diye düşündüm kendi kendime. Masada beş sandalye vardı ve hepsi boştu.
Doğrudan oturduğum sandalyenin yanındaki boş sandalyeye geldi. Aslında elindeki baston onu bu yana doğru götürmekte diye düşündüm, amma durum bunu doğrulamıyordu. Yan gözle izledim, bir gözü hafif kısıktı, bir sakatlıktan olduğunu düşündüm. Sandalyeyi kenara çekip :
“Oturabilir miyim?” diye sorunca , elimdeki simidi bir kenara koyup:
"Buyur otur" diye kendisini masaya cebren davet ettim. Aslında rahatsız olmadım, ne de olsa ileri yaşta olan bir kişi benimle bir kahve masasını paylaşmak istemişti. Masanın yanından geçen çaycıya seslendim :
'Bir çay alır mısın bana?’ peşinden hemen masaya ilişen yurdum insanına döndüm:
‘Sende bir şey içermisin? ‘ diye mecburen sordum, açık olan bilgisayarıma gözünü dikmiş hem beni, hem de bilgisayarı dikkatlice incelemekteydi. Bir şişe su istedi çaycıdan. Çaycı:
‘ Olur Atıf abi, dışardan mı ? ‘
‘Evet.” Bu soru ve yanıtı anlamamıştım.
Atıf Bey hemen sorgu suale başladı, sohbet etmeden.
“Buralı mısın?’ ağzımda simidin parçası vardı, çiğnemekteydim. Cevap vermesem ayıp olacak, fakat simidi çiğnemeden de yutamazdım. Elimin baş parmağı ile dudaklarıma götürüp susması için bir işaret yaptım, amma kendisi yalnış anladı:
“Rahatsız ediyorsam gideyim ?” Çiğnediğim lokmayı zar zor yuttum. Hemen cevabını vermeye çalıştım:
“Hem ağzımda lokma, hem senin sorun, cevap veremem, bırak simidimi yiyeyim, sonra sorularını sorarsın.” Tek gözü ile bilgisayarda ne yaptığımı takip edip, simidimi bitirmemi bekledi. Ağızım rahatlayınca :
“Şimdi sorabilirsin, söyle ne öğrenmek istedin?” Adam benim kaç yaşında olduğumu merak etmiş onu sormaya çalıştı. Bu paralel yaşta olanlarda belki bir mukayese olsa gerek, benim yaşımı söylemeden evvel kendisinin tevellüdünün kaç olduğunu ben sordum. 10 Ocak 1942 dedi. Şimdi ben senden büyüğüm desem olmayacak, senden küçüğüm desem yalan söylemiş olacağım, bu ikilem arasında çırpınırken onun ikinci sorusu imdadıma yetişti.
‘Bey bu aleti çalıştıranlara hayranlığım var da, bu nedenle senin yaşını sordum. Yoksa başka bir şey için değil. Bu makinayı kullanan gençlere hayranım.” Şimdi hepten bitmiştim. Vatandaşa nasıl söylerdim, ondan gün olarak büyük olduğumu. Hemen konu değiştirdim,
“Hayat nasıl burda? Mis gibi hava insana sağlık veriyor, burada yaşamak güzel değil mi?” diye kendisine sordum. Sorum iyi idi amma adamın aklı benim yaşım ve kullandığım bilgisayara takılmıştı.
”Burada belediye iyi çalışmıyor, bizimkiler gelse nasıl düzeltir burayı.” Hayda.... Ne kadar siyasetten kaçsam, siyaset o kadar benim peşimi bırakmıyor. Kendisine belediyenin siyasi partilerle değil kişisel beceriler ve ekip çalışması ile mümkün olabileceğini anlatmak istedim amma sonra düşündüm, ne kadar etkili olabileceğimden şüphem vardı. Bu nedenle ucunu bıraktım.
Kulağıma eğilip: “Bende 4.5 dönüm arazi var.” dedi. Beni yalnış anladığını düşündüm, halbuki aynaya baktığımda, kendimi hiç emlakçı görünümünde bir insan olarak görmemekteydim. Bir kaç telefon görüşmeme müsaade istedim. Daha sonra yine kulağıma eğilip :
“Sen de bizden misin?’ Ay neredeyse çatlayacaktım, bizden sizden, bir türlü içinden çıkamıyordum. O anda minareden müezzinin ezan okumasına o kadar sevindim ki inanamazsınız. Ezanla birlikte bizden olmayan yurdum insanının namaz için yanımdan kalkmasına sevincim sonsuzdu. İmam bu sefer beni öyle önemli bir durumdan kurtarmıştı ki sormayın. İşte memleketimin bir başka köşesi. Bodrum’ dan bir başka kesit, diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.