Paris’e ilk gidişim 1976 senesi sonbaharında idi. İngiltere’deki Farnborough hava fuarına yaptığım seyahat sonrasında İstanbul’a geri dönmem gerekirken, Paris’e gitmem istenmişti. Londra’dan Paris’e gidip bir firma ile görüşme yapacaktım. Bu nedenle dönüş biletimi yeniden düzenletip 10 Eylül günü Londra’dan Paris’e geçmiştim.
Çok iyi hatırlarım, aynı gün İngiliz Hava Yolları’nın Londra’dan İstanbul’a giden BEA 454 sefer sayılı uçağı, Zagrep semalarında bir Alman Charter yolcu uçağı ile çarpışmıştı. Bu uçak faciasında benim ismim de yolcu listesine karışmış, uçak yolcularının arasında 3 sevdiğim insanı da yitirmiştim. Arkadaşlarımın bu elim kazada vefatı beni çok üzmüştü.
Paris’e gitmeseydim o uçakta olacaktım. O akşam müşterek dostlarımızdan haber alamayan TRT haber dairesindeki arkadaşlar, bizim eve gelirler. Beni sorarlar, evde olmadığımı ve Londra da olduğumu öğrenince, eşime teşekkür edip giderler. Eşim hemen televizyonu açıp haberlerde uçak kazasını duyunca evde ümitsiz bir bekleyiş başlar.
Ben konudan habersiz, bu günkü gibi telefon imkanları olmayınca, evdekiler beni aramaya başlarlar. Bütün bir gece boyunca haber bulabilmek için her yola başvururlar. Sonunda, sabahın ilk saatlerinde Paris’te telefon imkanına kavuşup, sağlığım konusunda eve bilgi gönderme imkanı bulmuştum. Bu kadar karmaşık hislerle Paris’te geçirdiğim bir gün benim için kabus olmuştu. Paris‘i hiç sevmemiştim.
Uzun seneler Paris’e bir daha gitmek istemedim. Daha sonraları Paris’te Türk diplomatlarına karşı , terör örgütü ASALA’nın gerçekleştirdiği bir seri cinayetten dolayı, Paris’e olan antipatim daha da artmıştı. Fransa’yı idare edenlerin ülkem üzerinde oynadıkları oyundan dolayı Paris’ten hiş hoşlanmamıştım.
Türkiye’de oluşan bir etkin grup sonunda Fransa’daki Asala terör örgütünün zayıflamasını sağladı. Bunların içinde çok değerli insanlar vardı. Hatta birisini çok yakın tanımıştım. Ne yazık ki Susurluk’ta meydana gelen trafik kazasında onu yitirdik.
Seneler sonra Paris’e yine bir iş için gitmiştim. İş sonrası şehri gezme fırsatım oldu. Daha sonraları bir kaç kez daha bu şehre her gidişimde, ilk seyahatim aklıma gelir, üzülürüm.
Bu şehirde bir de İngiltere Prensesi Diana , trafik kazasında hayatını kaybetmişti. Bu kazanın yer aldığı geçitten, kazadan sonra bir kaç kez ben de geçtim. Yeri gördükten sonra, kazanın oluşabileceği bir yer olarak aklıma yatmadığını her zeminde belirttim. Bu konunun İngiltere’nin, hani derler ya ‘’Derin Devlet’in Parmağı Var ‘’, işte tam buna uyan bir senaryoda gerçekleştiğine inanırım.
Paris bir çok ülkeden gelen, yerleşen, her türlü dinden ve ırktan insanlarla dolu bir şehir görünümünde. Aynı zamanda her türlü kirli işleri planlanmaya açık bir ülke olarak görülmekte. Hemen yanı başında Belçika’nın olması, biraz da olsa insnın aklına ‘’silah üreten ülkeler neden başka ülkelerde çıkar amaçlı terör örgütlerini destekler’’ diye bir soru getirmekte.
Belçika’nın en büyük ihracaat kaleminin silah olduğunu bilmeyen yoktur. Silahın, cihanda sulh olursa, satılmasının zor olacağına inanmaktayım. Ülkemizin en değerli firmalarından birisi olan Sabancı Holding’in kulelerinde Özdemir Sabancı’ya 9 Ocak 1996 da yapılan suikastı gerçekleştiren kadın terörist Feriye Erdal’ın Belçika’nın himayesinde yıllardır Brüksel’de keyif etmekte olduğunu hepimiz bilmekteyiz. Sakıp Sabancı’nın tek arzusu vardı, Feriye’nin bu cinayetten yargılanması. “Kızın gözlerinin içine bakıp, kardeşimi neden öldürdün, diye sormak istiyorum.” dediğini hep hatırlarım.
Geçtiğimiz hafta gerçekleşen Paris’teki katliama ben de çok üzüldüm, hayatlarını yitirmiş olan insanlara çok acıdım. Nasıl terörist başını Şam’da himaye ederek, terör örgütünü besleyen Suriye, şimdi ayakta kalma savaşı vermekte ise, terörü destekleyen diğer bir ülke olan Fransa’ya söylenecek çok güzel bir deyim vardır. “Keser döner sap döner, Gün gelir hesap ve devran döner”, diye atalarımın bir sözü geldi söyledim, hem nalına hem mıhına.