A Yorum
  Acilis Sayfasi Yap Sik Kullanilanlara Ekle  

   
A yorum Kurum
iletisim
login
yayin ilkeleri...



yazi dizileri

Yazı karekteri : (+) Büyük | (-) Küçük

Kendinde kalarak yabancılaşmak.

Kategori Kategori: Felsefe | Yorumlar 2 Yorum | Yazar Yazan: Mustafa Alagöz | 27 Ağustos 2015 23:07:44

Doğa verilidir, kendi iç yasalarının hükmü altındadır. Oysa insan bir yanıyla doğal bir yanıyla doğaya aşkın varlıktır. Doğaya aşkınlığımız onun güçlerini onun değişmez yasalarına bağlı kalarak kullanmamız anlamına gelir. Doğada hazır olarak bulunmayan ancak onun olanaklarıyla yeni bir ‘’doğa’’ oluşturup yaşatmak Tin’e aittir; bu alandaki tüm etkinlikler, üretimler ve yaratımlar tinseldir.

Tinsel alandaki teknik, bilimsel, kültürel, bireysel, psişik tüm oluşumlardan biz insanlar sorumluyuz. Yabancılaşma da insanın kendi iradesi, bilinci ve eylemleriyle var ettiği süreçsel tinsel bir olgudur.

Bir olgu tinsel güçlerle oluşturulabiliyorsa yine aynı güçler tarafından ortadan kaldırılabilir de. Bu yetiyle donanımlı olan insan özgür irade sahibidir; özgür irade sahibi olan aynı anlama gelmek üzere sorumluluk sahibi olmak anlamına da gelir.

Özgürlük-zorunluluk kutupsallığı toplumda olduğu kadar bireysel iç dünyamızın da devindirici gücüdür. Özgürlük ve sorumluluk bağlamı her bireyin özsel bir niteliğidir; eylemlerinde, yönelimlerinde bu özsellikten uzaklaşması onu mutsuzluğun ıstırabına, bu niteliğine bağlı olarak yaşaması ise mutlulukların verdiği zevklerle nimetlendirir.

Yabancılaşma yabancı olmak değil, yabanıl olmakta değil. O, insanın kendi asli varlığından habersiz kalması, ondan kopmasıdır.

Yabancılaşma önceki varlığından bir kopuştur. ‘’Kopuş’’ kavramı sadece olumsuz olarak anlaşılmamalı. Değişimin, dönüşümün olduğu yerde kopuş vardır bu anlamda tüm gelişmeler bir kopuşlar sürecidir de.

Kendi özüne bağlı olarak gerçekleşen dönüşümler edimseldir; kendinden kendi başkalığına geçiştir. Bu başkalaşma dizisini birbirine bağlayan, onun kendi özünü değişik suretler biçiminde koruyan ilişki ise ussaldır. Başka bir ifadeyle ‘’kendi başkalığında kendini koruyan olgu edimseldir; kendine yabancılaşıp tekrar kendiyle birliğe gelip varlığını tekrar kuran süreçtir.’’

Doğada yabancılaşmadan söz edilemez, yabancılaşma tinsel bir olgu olmasıyla sadece insanda görülür. Bundan kasıt dışta kendiliğinden bir varlığının olmamasıdır; varlık kazanabilmesi için bilincin iradi, aktif katkısının gerekli olduğudur.

Ancak tinsel olan da yasasız, başına buyruk bir enerjinin rast gele akışı değildir. Tinsellik ancak hak üzere olursa kendine kalıcı bir varlık kazandırabilir; kendinden kendini doğurarak doğayı aşan bir dünya yaratıp yaşatabilir.

İnsan doğal bir varlık olmadığı için, doğal ortamda ve kendi doğal varlığının sınırları içinde kalarak yaşayamaz. Hazır bulduğu olanakları kullanarak hem kendini hem yaşadığı ortamı kesintisiz olarak inşa etmek zorundadır; ancak bu sorumluluğu üstlenmeyebilir de. Çünkü özgür irade sahibi olmak olumsuz olanı da, kötüyü de seçebilmesi demektir: ‘’İnsan ihtiyar (reddeden, karşı koyan) sahibidir.’’

Ancak insan dışındaki her varlık kendisi için belirlenmiş kaderin dışına çıkamaz. İnsan ise içinde bulunduğu kaderin dışına çıkmak üzere içten içe uyarılır, eyleme zorlanır.  O eylem varlığıdır ve eylemleri ile kendini inşa edebildiği gibi bizzat kendi yapıp-etmeleri yoluyla kendini yıkıma da sürükleyebilir.

Tüm eylemlerimize kaynak sağlayan enerji bir tanedir o da yaşam enerjisidir; kadim gelenekte ‘’Nefs’’ diye ifade edilen enerji.

Bedensel arzularımız ve ruhsal çekimlerimiz bizi sürekli olarak bir gerilime sokarlar. Yaşam enerjimizi aşağıya; bedensel uyarılara da yönlendirebiliriz yukarıya da; saf bilince, ruha doğru da. Bu noktada irade, karar verme, niyet oluşturma sorumluluğu-özgürlüğü tamamen bize aittir.

Bulunduğumuz noktada durmamız mümkün değildir; ya aşağıya doğru yuvarlanır kendimize yabancılaşırız, ya da yukarı doğru gayret ederek kendimizi bilir-buluruz, kendimizi varederiz.

Aslında her iki yönelimde genel bir ifadeyle insanın kendine yabancılaşmasıdır: birincisi olumsuz, ikincisi olumlu yabancılaşmadır.

Aşağıya, bedensel uyaranlara doğru başkalaşmada bizim herhangi bir seçimimiz, irademiz yoktur. Doğal uyaranlar arzu olarak tecelli eder ve aklımızı, irademizi kendi emri altına alır (emmare nefs). Bu yolda benliğimizde sürekli bir dağılma, parçalanma olur. Çünkü arzu sadece sahiplenmeye ve tüketerek ortadan kaldırmaya yöneliktir. Arzu bir olmakla beraber onun nesneleri sonsuzdur.

Arzunun ve onun nesnelerine erişmek üzere emir altına giren akıl giderek parçalanır, enerjisini dağıtır ve kendi özsel ilişkilerini üretemez. Bu süreçte aklın kendi edimlerinde ve yönelimlerinde bir merkezi olmaz; kendi bütünlüğüne bir türlü kavuşamaz, adım adım kendine yabancılaşır.

Bu tür yabancılaşmaya yozlaşma diyebiliriz. Akıl bir cevher olarak işlev görür, onun işlevli olması düşünceler olarak suret kazanması anlamına gelir.

Düşünceler tarih içinde safha safha açınarak kendini gerçekleştirir ve yaşamın akışı bilinçte kavranır. Tinsel alanda ne varsa yaşamın içinden gelir.  Düşünce ürünleri ve tinsel olgular yaşamda karşılık bulmazlarsa anlamsızlaşırlar, varlıklarını sürdüremezler. Asıl olan hayattır (hayy esması). Çünkü tinsel tüm süreçler ve yaratımlar insan yaşamında ortaya çıkan fenomenlerdir.

İçimizden bize baskı yapan asıl güç bu yaşam enerjisidir. Aslında insanlar olarak tüm arayışlarımızın temeli akla ve düşünceye çeki düzen vermek değil yaşamı daha kutlu, coşkulu ve mutlu kılmaktır, insan olmanın nimetlerine erişip onun zevkini duyumsamaktır.

Ancak bu kendiliğinden olmuyor. İradi müdahale gerekiyor. İlim olmadan irade nereye gideceğini bilemez. Bilmek için biricik kudret akıl ve onun işletilmesi ile üretilen düşüncelerdir. Düşünceler eylemlerimizin ruhudur, başka bir ifadeyle düşüncelerimiz eylemlerimize eşlik eder. İnsan kendini eylemleriyle inşa eder; düşünceler hangi içerikle dolu, hangi amaca doğru yön tutmuşsa ona göre suret kazanırlar. Bu sonu olmayan bir süreçtir, insanın kendini bilmesi kendisini kesintisiz biçimde inşa etmesi anlamına gelir; çünkü ancak kendi yapıp etmelerini bilebilir. Mevlana’nın dediği gibi ‘’sen düşünceden ibaretsin, gerisi etle kemik.’’

Buradan şu sonucu çıkarabiliriz: eylemlerinde kendi aklını kullanmayan, özgün düşünceler üretemeyen kimse ya onun bunun yönlendirmesi, ya da arzularının, içgüdülerinin hükmü altına girer. Her iki durumda da kendi olamaz, kendine yabancılaşır.   

Yabancılaşmak –yozlaşmak anlamında- değersizleşmektir. Yabancılaşmış bir benlik çürüktür, değersizdir, ilkesizdir. Buradan hareketle şunu söyleyebiliriz: değerler insanı yüceltir. ‘’yüceltir’’ derken elbette o insan çok özel, ayrıksı birisi olur anlamında değil; hak üzere yaşar, arzularının kölesi değil efendisi olur, sıradışı değil tam tamına sıradan bir insan olur demektir. En büyük sıradışılık son derece sıradan birisi olabilmektir. Sıradanlık masumiyettir, safiyettir, hak bilirliktir, yaşamı olduğu gibi karşılayacak açıklık ve olgunlukta olabilmektir.

İnsanı bu masumiyetten ayrı koyan nedir? Zihin. Zihin geçmişe ait ne varsa onun toplamıdır; önyargıları, alışkanlıkları, sahiplenmeleri, kısaca bireyin geçmişten toplayıp getirdiklerine yapışıp kalmasıdır.  Bu durum insanın bilincini kirletir. Yaşam sürekli bir akış, yeni yeni oluşlar silsilesidir ve bu haliyle bizi kendisine sürekli yanıt vermek, tavır almak yükümlülüğü ile yüz yüze getirir.

Hayat bir soru insan bir cevaptır. Cevaplar eskiden gelemez, çünkü yeninin taleplerini karşılamayabilir. İşte bu noktada, yani yaşamın bizi yeni oluşumlarıyla eyleme çağırması karşısında bu çağrıya ‘’dünde kalanlarla’’ yanıt veremeyiz.

Eski olan denenmiş, bilinen olduğu için güven vericidir. Yeni olana yeniyle cevap vermek bu güvenliği terk etmekle mümkündür. Bu nokta insanın tedirgin olduğu andır. Güvenli olanı terk etmekle yeni olanın bilinmezliğine dalmak ikilemi insanı ürkütür. Yaşam bu yönüyle bir tedirginlikler sürecidir de. Ancak kaçış yok, her insan her gün yeni ilişkiler yaşar, yeni sorunlarla yüz yüze gelir ve bunlara kendisi yanıt vermek zorunda kalır. Yanıt geçmişten gelirse önyargılarıyla, alışkanlıklarıyla, zanları ve inançlarıyla oluşturulmaya çalışılırsa yaşamın akışına uyum sağlayamadığı gibi iç dünyamızın kuşkularla, öfkelerle, korku ve kıskançlıklarla kirlenmesini de engelleyemez.

Bu gerçeklerin tarih boyunca sade ve bilgece kelamlar biçiminde bize ulaştırılması her insan için bir lütuf olarak görülmeli.

Hz. İsa’nın ‘’Tekrar çocuk gibi olmadıkça Allah’ın melekûtuna giremezsiniz’, sözü içsel olarak bir saflaşma olmadan huzura eremeyeceğimize işarettir.
Mevlana’nın şu dizeleri;
"Her gün bir yerden göçmek ne iyi
Her gün bir yere konmak ne güzel
Bulanmadan donmadan akmak ne hoş
Dünle beraber gitti cancağızım
Ne kadar söz varsa düne ait
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım."

Burada ‘’bulanmayı’’ yabancılaşma, ‘’donmayı’’ taassuba düşmek olarak değerlendirebiliriz.

Hakikat tektir. Ancak onlar hazır, satın alınabilir şeyler değil, insanların deneyimleri ile varlık kazanırlar. Her insan kendi yetileri, özgünlüğü, bedensel ve zihinsel mekanizmaları ile onları gerçekleştirir, hayat verir. Bu anlamda hakikatlerin ifade biçimi farklı farklı olur. Böyle olması kaçınılmazdır, bu durum bizler için güzel bir zenginliktir. Bir olan hakikatin değişik suretlerde ve renklerde tecelli etmesi bilincimize çok yönlü açılardan etkide bulunur. Bizi arayışlara; varlığımızın anlamını sorgulamaya, hayata ve kendimize karşı sorumluluklarımızı üstlenmeye yönlendirebilir. Bizi bize yabancılaşmaktan, yozlaşmaktan uzak tutup aslımıza bağlı kalmamıza teşvik edebilir.
‘’inancınızı terk etme cesareti gösterin’’, diyen Nietzsche insanın kendi olabilme olanağını bir başka açıdan dile getiriyor.

Çocuk gibi olmak, bulanmadan-donmadan akmak, eskiyi terk etme cesareti göstermek insanın kendini inşa etmesinin, kendini bilmesinin araçlarındandır. Bu erdemleri gösteremezsek yaşamın bizi yüz yüze getirdiği sorumluluklar karşısında tutumuzu nasıl belirleyebiliriz? Geriye tek yol kalır; taklit ve şekilcilik.

Bireyselleşme yolunda ‘’taklit’’ aşaması vardır. Kadim gelenekte üç aşamadan söz edilir: ‘’Taklit-Tahkik-Hakikat’’. Bunu bilmek-bulmak-olmak şeklinde de ifade edebiliriz.

Her öğrenme deneyimi taklitle başlar. Çocuk büyüklerinden duyduğu sesleri taklit ederek konuşmayı öğrenir, her sanatçı önceki ustaların deneyimlerini izleyerek, taklit ederek kendi özgün yolunu bulur. Taklit zorunlu bir aşamadır, ama daha yukarı çıkmak için. Hep taklitte kalmak kopya kişilik olmaktır;  ‘’şey insan’’ halinde kalmaktır. Biriken suyun akmadığı zaman bataklığa dönüşüp kokuşması gibi taklitte kalan kişi de bulanıp kokuşur, kendi özüne yabancılaşır. ‘’Allah mukallitleri sevmez’’, söylemi şuna işaret eder; taklitte kalanlardan sevgi doğmaz, dahası kendini bile sevemez, kendine yabancı kalır.

İnsanın hep taze kalması, bulanmadan-donmadan akması ‘’yeni şeyler’’ söylemesi (eylemesi) ile oluyorsa bu yenilik yolu nedir? Yanıt; DEĞERLER…  Değerler kadimdir, -bengidir-. Doğada kuvvet olan hakikat, akılda yasa, yaşamda ilke, bireyde değerdir. İnsan akılda ilke olanı kendinde niyet olarak içselleştirdiğinde bu onun değeri olur.

Bu değerlerine bağlı kalarak yaşamak imanla yaşamaktır. İnsan yaşamın sonsuzca uyarıları karşısında kendi iç bütünlüğünü, dış dünyayla uyumunu nasıl birliğe getirecek? Değerlerine bağlı kalarak.

Birey tüm yapıp etmelerini kendi aklında ve vicdanında anlamaya çalışırken birliğe getirici bir ilkesi, kendi içinden kendini ‘’sığaya çeken’’ bir değerler bütünlüğü olmalıdır.

İnsan kelamla eğitilen bir varlık olarak kabul edilir. Kelam duyulur, duyulan anlamlar bireyin iç dünyasında olgunlaşarak onun iç dünyasında içsel otorite haline gelir. Bu onun değerleridir. Birey değerlerinin kılavuzluğunda ve vicdanının gözetiminde hep kendinde kalır, kendine yabancılaşmaz.

Hz. İsa havarilerine bu gerçeği şöyle dile getirir. ‘’Şimdiye kadar günahkâr değildiniz. Şimdi bu sözleri benden duydunuz, bundan sonra günahkârsınız’’. Şunu söylüyor: artık kendi kendinizi denetleyecek, yaşamınız boyunca kendinizi yönlendirecek ilkelerden haberdar oldunuz. Ona göre niyetinizi belirleyin. İ. Arabi niyet konusunda şunu söylüyor: ‘’niyet insanın fiillerindeki gedikleri kapatır’’. Yani eylemlerinizde bir hatanız, günahınız varsa bunu niyetiniz üzerinden sorgulayarak düzeltebilirsiniz.

Değerler tinden yaratılır, tinselliği besler. Yabancılaşma, çürüme değersizliğin halleridir. Toplumsal yaşamda da değersizleşmenin acısını yaşarız; politik alanda, ticari yaşamda, bireysel alana giren komşuluk, dostluk, gönül ilişkilerinde de.

Değerler tinsel olgular olarak edimsel ve ussaldır. İnsanın ve insanlığın yaşamından türetilir. Onun içeriği hak, sevgi, saygı, özgürlük ve gönüllü sorumluluk üstlenme erdemiyle donanımlıdır. Bunlar hazır ele geçirilebilir olgular değildir. Onlar görülmez, duyulmaz bir evrende bulunurlar ve kendiliklerinden gelip insanların bilincine, yüreğine ve etkinliklerine katılmazlar. Ancak onu içtenlikle çağıranlara hemen yönelirler.  Emekle canlanan, sorumlulukla taşınan, insanın hep kendinde kalmasını sağlayan; çürümesine, yozlaşmasına, kısaca yabancılaşmasına meydan vermeyen tinsel bir yaşam kudretidir.

Değerler suret kazanmış hakikatlerdir. ‘’İnsan değerler yönünden gelişmemişse sapar, şımarır, hoyratlaşır’’.  YABANCILAŞIR.


Facebook'ta paylaş   |   Twitter'da paylaş


 | Puan: 10 / 4 Oy | Yazdırılabilir SayfaYazdır

Yorumlar

Yaşar Bilge { 15 Ekim 2015 02:47:38 }
Tebrik ederim.
Elif { 31 Ağustos 2015 12:07:25 }
Tebrikler Mustafa, cok icten ve derin bir yazi
Diğer Sayfalar: 1.

 

Yorum Yazın



KalınİtalikAltçizgiliLink  
Simge Ekle

    

    

    

    







'Büyük Osmanlı Soygunu': 10 maddede Eric Adams davası…
İSTİHAB HADDİ
Türbülans vakaları iklim değişikliği etkisi mi?
Dünyanın gözü kulağı Ortadoğuda: İran-İsrail gerilimi tırmanıyor.
İsrail, Gazze'de yardım konvoyunu hedef aldı: Biri Avustralyalı 7 kişi öldürüldü

TRUMPİST BİR DÜNYADA ERTESİ GÜN
Seküler Yahudiler rahatsız: "İsrail, İran olacak"
Avusturya seçimleri: Aşırı sağ sandıktan birinci çıktı.
Avustralya binlerce vatandaşına Lübnan'ı terk etmelerini tavsiye etti.
New York Belediye Başkanı Türkiye'den rüşvet mi aldı?

Türkiye işçiler için bir cehennem
İkinci Trump dönemi: Küresel ekonomi nasıl etkilenecek?
AB, çoğunluk sağlanamamasına rağmen Çinli elektrikli araçlara ek gümrük vergisini onayladı.
Türkiye'de ekonomi politikaları konkordato ve iflasları patlattı.
Türkiye'de açlık sınırı 20 bin TL'ye dayandı

Türkiye'de Covid-19 salgını yaşam süresini azalttı.
Uzmanlar uyardı: "Uzun yaşayanlardan tavsiye almayın"
Fahri Kiamil
İki annenin başlattığı akıllı telefon karşıtı hareket çığ gibi büyüdü
Afganistan'da onlarca arkeolojik alan buldozerle yıkılarak yağmaya açıldı.

"İNEK BAYRAMI" ekitap
Dünya tarihini şekillendiren 6 içecek türü
Taş Kağıt Makas Oyunu (Jan Ken Pon)
"DUHOK KONUŞUYOR" ekitap
ENTERNASYONAL

Tokyo’dan Hasanlar’a, Kudüs’te bir mahkemeden bizim buralara…
“KADERİMİZ DIŞARDAN YAZILAMAZ - DIŞARI KADERİ BELİRLEYEMEZ…”
Niyetime İlham
KİBİRLİ GÜÇ ZEHİR - ERDEMLİ BİLİM PANZEHİR
KARARLILIK - KİŞİSEL ALTYAPI

Yarasaların azalmasıyla bebek ölümlerinin ilişkili olduğu ortaya çıktı.
AB İklim İzleme Servisi: 2024 yazı kaydedilen en sıcak yaz oldu.
Akdeniz'deki yaşam yok oluşun eşiğine gelmiş.
Su üzerindeki iklim değişikliği baskısı Türkiye'yi su fakiri olmaya sürüklüyor.
Türkiye ve Yunanistan'daki kültürel miras alanlarının en az üçte biri yükselen deniz seviyesinin tehdidi altında.

Türkiye, kişisel verileri en çok sızdırılan 19.ülke
Apple otomobili ABD'de üretime bir adım daha yaklaştı.
Yaşgünün Kutlu Olsun James Webb Uzay Teleskobu
Su ve deterjan olmadan çalışan bir çamaşır makinesi
Akıl okuyabilen robot tasarladılar

İncil'de sözü edilen mistik ağaç 1000 yıllık tohumla yeniden yetiştirildi.
Karıncaların 66 milyon yıldır tarım yaptığı ortaya çıktı.
Antik Mısır'daki popüler masa oyununun şaşırtıcı kökenleri ortaya çıktı.
At binmenin kökenine dair ezber bozuldu.
Stephen Hawking'in ünlü paradoksu çözülmüş olabilir: Kara delikler aslında yok mu?

2023 yılında Türkye’de çocukların cinsel istismarı hakkında 40.000'den fazla dosya açıldı.
Çalışanların geliri son 20 yılda azaldı.
Türkiye’den göç eden Türklerin sayısında 5 yılda %243 artış
BM: Dünya nüfusu 2084'ten itibaren gerileyecek
Dünya nüfusunun ruh sağlığı giderek bozuluyor

Madeleine Riffaud est partie
GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER
JOYCE BLAU, 18 Mart 1932-24 Ekim 2024
HIZLANAN TARİH
DERTLİ-MİR-DÖNE

Nereden Geldi Nereye Gidiyor
Atamın Sözleri
Cumhuriyet 101 Yaşında
Kadın ve Erkek
MAZRUF

Mimar Sinan: Bir Dehanın Yükselişi ve Osmanlı Mimarisinin Zirvesi
İskandinav Göçleri ve Vikinglerin Avrupa Üzerindeki Etkisi
Hümanizm Nedir?
Osmanlı’da kahve kültürü, Osmanlı’da kahve isimleri..
Amerika’da Ayrımcı Politikalar ve Siyahi Mücadele Tarihi


kose yazarlari En Cok Okunanlar
Son 30 günde en çok okunanlar
En Cok Okunanlar










Basa git