Yukarı Taşlı köyünde kendine buyruk bir delikanlı yaşarmış. Adı Bekir. Kimseden emir almaz, hiç bir yerde de çalışmazmış. Kimi zaman kahveye gelir oturur, önüne gelen çayı içer, fakat para ödemezmiş. Bir işi olmadığı için eline ne zaman para geçse Ahmet’in meyhanesine gidermiş. En ucuzundan şarap alır, içermiş. Kimseye kötülüğü olmaz, çoğu zaman sarhoş dolaşırmış.
Köylü zaman zaman Bekir’e yemek verir, Bekir de köylüye ihtiyaçları olduğu zaman yardım edermiş. Kimin yardım ihtiyacı olsa hemen Bekir’e haber salarmış. Bekir yaptığı yardım için bir şey istemez, amma mahalleli ona para verirmiş. Aldığı para ile Ahmet’in meyhanesinde alırmış soluğu. Köyde birde demirci ustası varmış. Demire vurduğu her balyoz darbesi ile metale şekil verir, bildiği sanatı güzel icra edermiş. Örs üzerindeki demiri döverken kaşları çatılır, bir eli demiri tutar, diğer eli ile çekiç darbelerini demirin üzerine dikkatle indirirmiş. Bu nedenle yüzü hiç gülmezmiş.
Bazen sıcak demir işlermiş. Bir elinde çekiç, diğer elinde el mengenesi ile tuttuğu demir parçası, bir ayağı ile körüğün üzerine basarak kömürü kızdırıp, ısıttığı demiri akkor haline getirip, demir blokun üstüne koyarak çekiç darbesi ile şekil vermesindeki becerisi seyredilir bir iş haline gelmekte imiş.
Kimi zaman demirhaneye Bekir uğrarmış, ustaya yardım etmek için. Örsün üstünde kıskaçla demiri tutar, demirci ustası vururmuş balyozu, yer gök inlermiş. Her vuruşta burnundan ve ağzından verdiği nefesle ‘HIH’ diye ses çıkarmış. Alnında biriken terleri kirli elinin tersi ile sildiğinden yüzü, gözü, suratı demir pasından tanınmaz hale gelirmiş. Bu uğraşıya yardım eden Bekir’in de üstü başı kirlenirmiş. Bu nedenle demirci Bekir’e temizlenmesi için para verirmiş. Bekir ise doğru Ahmet’in meyhanesine gider, bir kenara oturur demlenirmiş.
Gel zaman git zaman Bekir yaşlanmış, Köy Caminin hocası, Müslim Efendi, Bekir’i her gördüğünde camii cemaatine katılmaya davet edermiş.
‘’Benim yukarı ile işim olmaz’’ deyip geçiştirirmiş.
Her seferinde camiye gitmeyi reddeden Bekir, zamanla epey yaşlanmış. Mahalleli kendisine bir kap yemek getirdiğinde teşekkür bile etmezmiş.
Bir gün vefat etmiş Bekir Efendi, köylünün de haberi geç olmuş. Kimse onun cenazesini kaldırmak istememiş. İmam bile;
Bir ayyaşın cenazesini yıkamam da, cenaze namazını da kıldırmam, mezara bile gitmem, diye diretmiş ahaliye.
Köylü imama hak vermiş, cenaze kalmış ortada. O gün öğleye doğru köye bir yabancı gelmiş. Bakmış köylü kahvede fiskos bir şeyler konuşmakta. Kulak kabartmış, anlamış olayı. Kahvede ortalığa hitap ederek;
Söyleyin bana cenaze nerede? Ben mezarı kazar, yıkar, namazını kılar ve defin ederim, demiş.
Almış küreği eline, gitmiş mezarlık yerine, başlamış kazmaya. Mezar tamam olunca doğru Bekir’in evini bulmuş. Cenazeyi yıkamış. Ortalıkta bulduğu çarşafa sarıp getirmiş mezarlığa. İki sandık arasına koymuş meftayı, namazını kılmış. Sonra mezara koyup toprakla kapatmış. Kimseye bir şey söylemeden köyden çekip gitmiş. Köylü bütün bu olayı seyretmiş. Sonradan birbirlerine sormuşlar, bu adam kimdi diye. Çıkmışlar köy dışına dağ bayır dolaşıp bu adamı aramışlar. Bir sürünün başında bulmuşlar adamı, çobanlık yaparmış. Sormuşlar;
Bre çoban, geldin köyümüze, kimsenin kaldırmadığı cenazenin tek başına mezarını kazdın, cenazeyi yıkadın, namazını kıldın ve defnettin. Sen kimsin? Bunu neden yaptın? Çoban bakmış ki köylüler meraklı,
Oturun, neden geldiğimi söyleyeyim size. Her gün tanrıya dua eder, bir konuk dilerim. Her gün buradan geçenler durup benimle sohbet eder, ben de katığımı onlarla paylaşır, tanrıya şükrederim. O gün bir güç beni sizin köye getirdi. Görevimi yaptıktan sonra gelip dağda ellerimi açtım Tanrıya, dedim, bu gün de ben sana bir konuk gönderdim, kabul göre.
Türk örf ve adetlerinde vefat eden bir ademin, düşmanımız bile olsa, cenaze töreninde bulunur, tanrıdan mağfiret diler, ve dua ederiz. Özünde Türk ve insanlık olmayanlar konusunda bir kelamım olmaz diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.