Sanırım 1971 yılı idi, bir Amerika seyahatimde eğitim için Connecticut eyaletinde Norwalk kasabasında bulundum. Çocukluğumda hatta yatılı okulda da devam eden alet, edevat ile bir şeyler yapmak dürtüsü, mekanik aletlere karşı olan merakım ile sürmüştü. Bu belki bir hobi olarak da düşünülebilir. Nereye seyahat etsem bir alet edevat satan dükkanı mutlaka bulurum.
İçeri girip hemen karıştırmaya başlarım. Kullanayım kullanmayayım mutlaka elime alıp, evirip çevirir bir bakar, denerim. İşime yarasa da yaramasa da ilgimi çekerse mutlaka alırım.
Evimde, çalıştığım yerde alet kutuları dolusu mekanik aparatlarım vardır. Hatta bir tornavidam vardır kilitli, vidayı bu tornavidanın ucuna kitler, en ufak bir delikten geçirip yuvasına vidalama tekniğine sahiptir. Hatta bu ufak vida bir şekilde kilitten kurtulsa bile, tornavidanın diğer tarafında bulunan çok güçlü bir mıknatıs marifetiyle düşen vidayı yerinden çıkarabilme yeteneği vardır.
1971 senesi Şubat ayında bu seyahatte kaldığım kasabaya çok yakın bir başka kasabaya gittiğimde alet, cihaz ve hırdavat malzemesi satan bir çok büyük bir dükkan gördüm. Tereddütsüz dükkandan içeri girdim. Bir kaç özel aparat bakarken alyan anahtar takımı gözüme çarptı. O tarihlerde Türkiye’de bu konuda bu günkü kadar bol çeşitli alet yoktu ve alet bulmakta zorlanırdık. Mağazanın içinde dolaşırken kasanın yanında sandalyede oturmakta olan yaşlı, ince, kısa boylu, zayıf, hani kavruk diye tarif edebileceğimiz bir tene sahip hafif kamburu olan adam bana yanaştı. Sana yardım edebilir miyim?? diye söze girdi.
Aslında böyle alış veriş yaparken kimsenin bana yardım etmesini istemem, kendi aramamı kendim yaparım. Fakat bu yaşlı adama hayır demedim. Başımla evet adına kafamı salladım.
Ne aramaktasın?
Metrik alyan.
Bir anda durdu yüzüme baktı, belki bir dakika kadar uzun uzun baktı.
Türk müsün?
Olduğum yerde kala kalmıştım. Amerika’da bir kasabada bir hırdavatcı dükkanında yaşlı bir adam bana yekten Türk olup olmadığımı soruyordu. Çok duygulandım, bu yaşlı adam nereden benim Türk olduğumu tahmin etmişti?
Evet Türküm, ama nasıl bildin? Gel seninle bir kahveye gidip konuşalım, dedi kasadaki şişman patronuna seslenerek, George ben dışarı gidiyorum, işim var.
Beraberce çıktık dükkandan bir kahveye gidip oturduk. Kahvelerimizi söyledikten sonra yaşlı adam konuşmaya başladı. Yıllar önce kendisi Elazığ iline yakın Harput’ta dünyaya gelmiş olduğunu söyledi. 1914 senesinde ne şekilde ve nasıl olduğunu bilmediği bir nedenle ailelerinden ayrılıp onlarca çocuk bir tren istasyonuna getirilmişler. Bir birlerini ilk defa bu istasyonda gördükleri çocukların hepsi Ermeni olduğunu söylemişti yaşlı adam. Kendisi de Ermeni idi.
Bir kaç gün trenle yolculuk ettikten sonra İstanbul’a gelmişler. Çocuklar bu yolculukta birbirileri ile kaynaşmışlar. Üsküdar’daki Mihri Mah Sultan Camii avlusunda bahçeye kurulan çadırlara yerleşmişler. Buraya başka yerlerden de çocuklar gelmiş, çok büyük bir gurup oluşmuş. Burada hepsi arkadaş oldukları için pek anne ve babalarını aramamışlar. Bir kaç gün çocukları bu bahçeden hiç çıkarmamışlar. Derken bir Amerikan vapuru gelmiş, bütün çocukları bu vapura bindirip Amerika’ya götürmüşler. Bir ailenin yanına verilen yaşlı adamın daha sonra yeni bir dünyada yeni hayatı olmuş amma, Üsküdar’ı hiç unutamıyorum, diye konuşurken gözlerinden dökülen yaşlara engel olamamıştı.
O ağladı, ben de hüzünlendim. Anne ve babasından ayrı yaşamış, onları bir daha hiç görmemiş ve hiç onlardan haber alamamış. Türkiye’ye hiç geri gitmemiş. Üsküdarı bana anlatırmısın diye ricada bulundu. Bende kendisine Üsküdarı anlattım. Yaşlı adama Üsküdar’ın resimlerini göndermeye de söz verdim. Verdiğim sözü döndükten sonra tutup resimler gönderdim.
Bilmem belki Erta Kitt in söylediği ‘’Üsküdar‘’ adlı şarkıda bu Anadolu’dan götürülen çocukların hissiyatının okşanması mı yatar diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.