Bir yasama döneminin nihayet bulması ile kimileri mutlu, kimileri mutsuz, kimileri umutlu, kimileri de 2011 senesinden bugüne geçen dört senede Türkiye’nin nereden nereye geldiğini sorgulamakta. Bazı vekiller Meclisteki odalarını boşaltırken ağlamaklı, kimleri ise bu yorucu mesaiden kurtulmanın verdiği rehavetle kendilerine yeni ufuklar aramakta. Kimleri parti değiştirip yollarına devam etmeyi düşünmüşler, kimileri de sadakat ile partilerine dışardan hizmet vermeyi uygun görmüşler.
Türkiye’yi kötüleyip, ulusal bir yapı ile ülkeyi kurmak adına hayatını ortaya koymuş bulunan değerlere ‘Reklam Arası ’ diyerek ikbal arayanların, aradıklarını bulamayınca yönlerini değiştirmeye çalışmalarını izlemekteyiz. Bazıları ise hizmet ettiklerini zannederek sadece Parti Başkanlarının direktifleri ile ellerini havaya kaldırıp jimnastik yapmış bulunsalar da, yeni dönemde olamayacaklarını üzülerek anladıklarını görüyoruz.
Tarihe bir bakarsak 20 Ekim 1991de yapılan seçimi 7 Haziran 2015 tarihinde yaşar mıyız bilmemekle birlikte, bir çok taşların yerlerinden oynayacağı bir seçime doğru gittiğimiz muhakkak. ANAP dönemi 1983 seçimlerinde %45.14 oy oranı ile başlayıp, 1987 de % 36.31 e düşmüş, daha sonra 1991 de % 24.01 inerek seçmen tabanını kaybetmeye başlamıştı.
Toplam oyların bir kısmı kalıplaşmıştır, parti yandaşları olarak kabul edilen oylar yerinden oynamasa da, ortada dolaşan ve rüzgarın esintisine göre yön değiştiren bir yüzde vardır ki, onun dengeleri yerinden oynatacağına inanırım. Seneler içinde partilerin kazandıkları ve kaybettikleri oy oranlarından yola çıkarsak, bu seçimin başka hiç bir seçime benzemeyeceğini düşünmekteyim.
Bu değerlendirme CHP içinde geçerli olabilir. 14 Ekim 1973 senesinde Bülent Ecevit’in Parti başkanlığını yüklendiği seçimlerden % 33 oy alarak birinci parti çıkmasına ortanın solu sevinmiş olsa da, kendilerinin iktidar olamamalarına üzülmüşlerdi. Arabalarla yollara dökülüp ‘Kara Oğlan Başbakan‘ sloganları uzun sürmedi. Koalisyon hükümetleri icraatı ile başlayan yeni dönem, taban tabana zıt iki parti, Ortanın Solu ile Milli Görüş, birlikteliğinin dönemine girildi. Acı amma hakikat, birçok yanlışın bilinerek yapıldığı bir dönem olduğunu düşünmekteyim. Partilerin hükmettikleri bakanlıklarda kendi sultaları ile yönetip, kendi elemanlarını yerleştirmeye başlamalarının halkı derinden yaraladığını izledik.
Bu gün birisi Cumhurbaşı olarak ortalıklarda dolaşarak, halkı Saraya toplayıp, dört yüz milletvekili çıkarabilmesi için partisine oy vermelerini doğrudan istemekten utanmamakta. Ben ise onu dinlerken utanarak nefret etmekteyim.
Türkiye’de ilk defa bir partinin önemli bir adım atarak tabanın isteğine uyup, Parti Başkanının kuklası olarak değil de, tabanın verdiği sıralama ile listeleri hazırladıklarını gördük. Bunun demokrasi adına atılan önemli bir adım olduğuna inancım tamdır. Ayrıca bu vekillerin mecliste hür iradelerini kullanabilmeleri demokrasi adına atılacak ikinci bir adım olacaktır. Yıllanmış politikacıların listelerden silinmiş olmalarına sevinmedim desem yalan olur.
Yeni, dinamik ve bilgili genç kuşakların gelerek politika üretmelerine bu ülkede ihtiyaç olduğu muhakkaktır. Biz demokrasiyi el sayma olarak algılamaktayız. Hür irade ile çeşitli kesimlerin sesinin mecliste duyulması, demokrasi adına olmazsa olmazdır.
Ayni veya nakti kıymetler ile satın alınan oylardan ziyade, toplumun hür iradesi ile tecelli edecek bir oylama sonucunda, barajlarla kısıtlanmadan mecliste temsil bulacak milli iradenin demokrasinin tek anahtarı olduğu gerçektir. Bunu bulduğumuz zaman Türkiye’de gerçek demokrasiyi görmüş olacağımıza inanmaktayım diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.