Tanrının bir adaleti olduğunu herkes söyler de ne şekilde bir adalet olduğuna kanımca kafa yormayız. Ben de yormak istemem, fakat Tanrı`nın dünyaya gönderdiğini kabul ettiğimiz dinler arasında pek eşit davranmadığını düşünmekteyim. Kitap olarak belki çok akıllı olanlara Tevrat’ı, daha sonra İncil’i, en sonunda ise Araplara Kuran’ı gönderişi üzerinde düşünürüm.
Bir başka yönden bakarak, dinlerin neden hep şeytan üçgeni olan bir müselleste vücut bulup da, için İskandinav ülkelerinde veya Alaska’da oluşmadığına kafa yorarım. Belki bu yörelerde oluşmuş olsaydı, daha adil olur muydu bilmiyorum. Evrenin bir denge içinde çalıştığına bilimsel olarak inanırım. Yaşam sürecinde insanoğlunun çeşitli aşamalardan geçtiği de mutlaka doğru. Bu aşamaların hep tekamüle yönelik olması gerekir.
Gelgelelim bu dinler arasında eşitliği kabul etmek için zorlanıyorum. Birine domuzu yasaklamış, ötekinin yemeğinde en pahalı yiyecek domuz. Geçen hafta Barselona’da bir kasap dükkanında tütsülenmiş bir domuz budunun kilosunun 189 euro yani 525 liradan satıldığına tanık oldum. Birine serbest olarak dolaşımı makul kılmış, diğerine ise ‘’saçını başını ört, kimse görmesin, erkekleri de baştan çıkarma‘’ diyerek çağın gerisine atmış.
Şimdi hani nerede Tanrı adaleti? Aynı Tanrı’nın semavi dinleri. Tanrı adaletini ararken zorlanıyoruz. Kimi toplumlara cuma günü çalışma dendiği iddia edilir, kimi topluma da pazar günü git tanrıya dua et denilmiş. Kimisine yılın bazı günlerinde et yemeyi yasak etmiş, kimisine domuzu mekruh kılmış. Eğer tek Tanrı’nın dini olarak semavi dinleri ele alırsak, Tanrı’nın kullarında eşitliği sorgulamayalım da, aklımızdaki soru işaretleri açık mı kalsın?
Nasıl 17 ve 25 Aralık tarihlerinde yolsuzluk ve rüşveti hatta ayakkabı kutularındaki dolarları sorgulamıyorsak, bunları da sorgulamadan kabul etmemiz gerekmekte. Sorgulamadan kabul ettiğimiz bütün soru işaretlerini bir çizgi ile hayatımızdan çıkarsak da, Ankara’da Beştepe’de yapılan 1200 odalı sarayı aklımızdan çıkarmak mümkün olmamakta.
Bakınız yeni bir yasa gelmekte. Hani Adalet ve Kalınma Partisi nin hazırladığı KIYAK VEKİL emekliliği kanunu, 3. bir dönem tüzük gereği seçilemeyecek milletvekillerini kapsayan bir yasa tıngır mıngır sessizce geliyor. Bu kanunda neler yok! Belki daha sonra bir değişiklikle babadan oğula geçecek bir hilafet mirası da eklenebilir. Belki babadan ve anadan miras yolu ile vekilliğin aile içinde aktarılması mümkün olabilecek. Hele peygamber soyundan gelen vekiller ise öyle haklara sahip olacak ki ye kürküm ye. Yolsuzluğun babadan oğula veraset yolu ile geçmesini sağlayacak bir yasa eli kulağında gelmekte.
Ne memleketmiş be ye ye bitmiyor!
Küçükken hani oyun oynardık ya, ellerimizdeki parmaklarla, elimizdeki baş parmağı kapatırken, ‘’
babası gitmiş kazanmadan yürütmüş,’’ işaret parmağını indirirken ‘’annesi almış onu pişirmiş,’’ orta parmağı kapatırken ’’
aile masaya oturmuş, babası yemiş yemiş bitirmiş, doymamış, çocuk çıkmış ortaya,’’ en küçük parmak kapanırken ‘’
hani bana’’ demiş, çocuğu başlamışlar gıdıklayıp güldürmeye , ‘’
işte ‘’ demişler, ‘’
sana da kalan bu .‘’
Meclisten yeni çıkacak olan yasada aynen bu var. Vekillerin çocukları ülkeyi talan etmeye devam edecekler. Bakınız bir vakıf var şehzadenin kurduğu, bütün bağışlar bu vakfa verildiğinde, verdiğiniz miktarı kanunen vergiden indirebilirsiniz. Vakfa gelsin paralar, destele Bilalim destele.
İnsanda biraz insaf olur, ülke ne kadar zenginmiş ki bu talanda hala dimdik ve ayakta kalmaya çalışan bir toplum var. Dedim ya bu ülkedeki aptal insanlara azıcık akıl verseydin ne olurdu Tanrım, biraz eşit akıl dağıtabilseydin de insanlar olup biteni, Padişah’ın tavuğu gibi seyredip, atılan üç beş darıyı yeme adına oy vermeseydi, diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.