Yine bir fırtına koptu geçtiğimiz hafta. Biri güdümlü iki çift laf etti, ayarsız ve dengesiz. Hani toplumun dikkatini bir yere yöneltmek adına bir söz söylenir ya. Herkes oraya bakarken, bir başka konuyu hasırın altından kaydırırsınız. İşte tam böyle bir hafta geçirdik. Biri merkezi hükümetin belediye başkanı, diğeri ise SerVekilin yardımcısı ve de hükümet sözcüsü. Bir Ege denizi dalaşına girdiler.
Bu arada birisi beklentisi olan oğlunu meclise vekil olarak sokmak adına tezgah kurarken, bir diğeri anayasada olmamasına karşın örtülü ödenek peşinde. İşte bütün bunlar bu kargaşa arasında cereyan etmeye başladı.
Bir vekilin önerisi ile CumhurBaşı’na örtülü ödenek tahsisi meclise geldi ve de jet hızı ile görüşülmeden kabul edildi. Miktarı belli değil. Harcama yeri neresi olabilir diye kafa yormamız gerek. Hani emeklilere iki aylık bayram desteği vaadine karşı çıkan SerVekil’in, muhalefete sert bir şekilde ‘’Bu bütçeye 24 milyar recep yükü getirir, bu parayı nereden bulacaksın?‘’ derken, örtülü ödenek olarak ne kadar recep konulacağını, hatta Beştepe’deki sarayın giderlerini nasıl hesap edip, hangi bütçeye koyacağını da düşünmesi gerekir.
Aklıma hep Osmanlı Devletinin 1856lı yılları gelir ve hep bu konuda üzülürüm. Padişahın ihaneti ve ihtirasları ile devletin yıkılması, yeni bir Cumhuriyetin vücut bulması yetmiş seneye mal olmuştur. Hala bu Osmanlı kafasından kurtulamamak, bizleri derinden yıpratmaktadır.
Şimdi ise bir saplantı ’paralel yapı’ adına, akıllarda takıntı başlattı. Ülkeyi yöneten insanlar, ülkedeki birçok konuyu bu takıntıya bağlamaktalar. Paralel yapı ile on beş sene evvel seçim kazanan, paralel yapı ile İslam dünyasında itibar tesis eden, paralel yapı ile birçok ülkede eğitim adı altında sempati toplayan bir yönetimin, kendisine engel teşkil edeceğini anlayınca açık açık ‘’Ne istediler de vermedik‘’ deyip aynı teşkilata “tü kaka” demeye başlamalarını ibretle seyretmekteyiz.
Biri ötekini ‘’PARALELCİ’’ olarak suçlamakta, diğeri ise ötekini arazileri “paralel yapıya” parsel parsel sattığını iddia etmekte. Birileri de ortaya çıkıp ‘’Bunlar bizim iç meselemiz” demekte. Yani memleketin arazileri üzerinde yolsuzluk yapılmakta, kamunun malı talan edilmekte, ve bu konu bir partinin iç meselesi diye adlandırılmakta.
Adama demezler mi ‘’Siz insan mı kandırmaktasınız, bizi aptal mı zannettiniz?‘’ diye. Burada, bizim ne anlamamız gerekir diye soru soracağımız bir makam veya mevki bulunmamakta.
CumhurBaşı bile iktidar bayrağı ile meydanlarda Davud’un oğluna oy istemekte. Ne günlere kaldık. Cumhuriyetin Savcıları derin bir sessizlik içinde tiyatro perdesini izleme yerine, uyumayı tercih etmekteler. Bir SerVekil yardımcısı bu talandan haberdar, olan biten hakkında bilgisi bulunmakta ve sessiz kalmakta. Eğer talan varsa, ve de birileri bunu biliyor da adli yerlere bildirmiyorsa, işlenen suça iştirakten o da suçludur .
Milletin vekili teşri masuniyet kalkanı arkasına gizleniyorsa, suça iştirak ortadan kalkmamakta. Hani uyuşturucu kaçakcılığı yapan bir yeğenin yurtdışında yakalandığında ’ Benim haberim yoktu, beni ilgilendirmez ’ diyebilen bir vekil gibi değerlendiremeyiz amma, Osmanlı’da olduğu gibi parsel parsel vatan toprağı satılıp, elaleme peşkeş çekilmişse ve bunu bilip de zamanında ifşaa etmeyen vekil de suçludur.
Bu konuyu “iç meselemiz” diye oldu bittiye getirmek de, en az suçu işlemek kadar gayri kanunidir. Bizler bu konuya odaklanıp tartışırken CumhurBaşı’na örtülü ödenek teklifinin meclisten kanunlaşması, ülkenin nasıl pazarlandığını gösterir diye bir sözüm geldi söyledim parsel parsel, hem nalına hem mıhına.