Son on beş sene içinde bir çok seçim geçiren ülkemde, her seçimde Adalet ve Kalkınma Partisinin acındırma politikasına halk o kadar güzel kanmakta ki, tarifi mümkün değil. Hani bir köyde muhtar seçimi olur, film senaryosu icabı, Şener Şen toprak ağasıdır. Muhtarlık seçimi için adaydır, ‘’ sana vereceğiz ağam ‘’ diye köy halkı yemin eder. Sandıktan köyün ağası Şener Şen’e bir oy çıkar.
Ben de bir araştırma yapmaya çalışmaktayım. Çarşıda alış verişe çıkmış halkla, pazarda pazarcı esnafı ile, takside dolmuşta şöför ve yolcularla sandık ve siyaset konusunda konuşuyor ve sonunda soruyorum:
Peki, oyunuzu kime verdiniz?
AKP`ye verdiysem elim kırılsın.
Bakıyorum adamın eli sağlam, kırık değil. Ama AKP sandıktan toplumun yarısının oyu ile çıkmış. Diğer yarısının istememesine karşın tek başına iktidar olmuş.
Bir de toplumun yarısının istemediği bir partinin tek başına iktidar olması ne kadar doğru düşünmemiz gerek. Hele bir de, yürütme, yargı ve yasamanın tamamı bir elde olursa, ne kadar sağlıklı nefes alırız? Aslında iyi niyetle düşünürseniz, bir yaramazlık olmazsa, o zaman şeker helva.
Geçtiğimiz 14 sene evvele gidelim. İktidara gelişlerinde, F tipi ile bir güç birliği yaptığını göz ardı edemeyiz. Bu nedenle zamanın SerVekili’nin, F tipine verilen ödünleri bir tarihte açıklarken “Ne istediler de vermedik” demesini unutmamamız gerekir.
Başta Askeri vesayet diye dillerine doladıkları sözlerle, askeri personeli gece yarısı gözaltına almalarını, düzmece delillerle şanlı ordumuzun değerli komutanlarını tutuklamalarını, bu iğrenç sindirme politikalarını üzülerek izledik. Düzmece kağıtlara yazılan suikast senaryoları, Kozmik oda talanı, bilgisayar sabit belleklerine sonradan girilen yalan dolan iddialarla Şanlı Ordumuzun değerli mensuplarına vurulan lekelere içimiz yanarak seyirci kaldık. Ülkemizin yetiştirdiği değerli bilim adamlarını düzmece delillerle gözaltına alındılar. Bu değerli insanların gözaltına alınmaları hep “Bu adam beni dövecek” diyerek yazılan senaryolara göre oldu 15 yıldır.
Her seçim öncesi mağduru oynayarak, toplumda kendini acındıran bir senaryo uygulaması, oy toplamada başarılı oldu. Yasamada çıkardığı kanunlarla, yaptığı icraatı meşru kılan bir sistem ortaya konmaya çalışıldı. Meclisten çıkan kanunların, toplum için olması gerekirken, kişiye mahsus kanunların çıkarılması, toplumu kutuplara ayırmaya yetmişti.
Bizden olan ve bizden olmayan, diyerek, iki kutba ayırdıkları toplumu öyle sarstılar ki, toplumun doğru düşünmeye aklı kalmadı. Birden 17 Aralık ve 25 Aralık yolsuzluk olaylarının ortaya çıkması ile toplum sarsıldı. Bilinen iktidarın yol arkadaşlarının ortaya çıkardığı bu yolsuzluk bohçasının pazara çıkması, iktidarı ve dolayısiyle SerVekili çok hırpaladı. Delillerin oradan buraya gide gele kuşa dönüp, komüsyonda ortadan kaldırılması için verilen karar, meclisin diğer yarısı tarafından tepki ile karşılandı. Yapılacak tek şey, olayın inkar edilmesi idi, iktidarı bu inkar rahatlatacaktı.
Olmadı, inkâr etmediler, ‘’Beni bile dinlemişler’’ diyen bir Servekil’in arkasına saklanacağı bir başka olay yaratması gerekmekteydi.
‘’Paralel Yapı’ ismiyle adlandırdıkları, eski ortaklarını, halka şikâyet edip onlardan sempati beklemeye başladılar. 245e karşı 255 oyla toplum vicdanlarında açılan
’YOLSUZLUK’ yarasını unutturmağa, ’Paralel Yapı’ savsatası pek yaramadı. İşte bu sırada
‘BAŞKANLIK SİSTEMİ’ tartışması yaratılarak, ortamdaki
‘YOLSUZLUK’ tartışmalarını sulandırmaya çalışan iktidar, ellerindeki medya teşkilatı ile çok yoğun bir uğraşıya başladılar.
Bu ülkenin Başkanlık sistemine değil, dürüst ve namuslu idarecilere, doğru siyasetcilere, adil bir seçim sistemine, halka yalan söylemeyen vekillere, hülasa gerçek demokrasiye acilen ihtiyacı olduğunu düşünmekteyim, diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.