|
|
Simülasyon Evreninin 3 MaymunuKategori: Yaşam | 2 Yorum | 11 Şubat 2008 23:42:28 "d'argent, d'argent, beaucoup d'argent" yani "gümüş, gümüş, çok gümüş" yaygın bilinen hali ile "para para para"; Napolyon'un meşhur sözü... Bir tane daha var ama o kadar meşhur değil. Tarih sahnesinin çok tanımadığı simalardan olan Scipion de Gramont.
1620’de yayınladığı bir eserinde "L'argent disoyent les sept sages de Grece est le sang & l'ame des hommes, & celuy qui n'en a point chemine mort entre les viuans” yani “Para insanlığın ruhu ve kanı gibidir ve kim bundan yoksunsa, yaşayanların arasında ölü gibi dolaşır” der. Para yeryüzünde kullanılmaya başlanmadan önce, deniz kabukları bu işi görüyordu. Para, meta ve emeğin alınıp satılmasında, ekonomik değerlerin takasında kullanılan obje olarak tarihte ilk kez I.Ö. VII. yy’da Anadolu’da Lidyalılar tarafından bulundu. İlk para altın ve gümüş karışımı “elektron” madeninden yapılmıştı. Gediz deltasında doğal olarak bulunan bu maden 1690 yılında ilk kağıt para çıkana kadar değişik madenlerle, değişik formlarda bir çok medeniyet tarafından kullanıldı. Tabi hala da kullanılıyor. İnsan denen tür zaman içinde paranormal his ve dürtülerini, benzerleri ile arasındaki iletişimi kurmak için geliştirdiği farklı formel lisan kalıplarıyla yitirmeye başladı. Bu da onu diğer hayvanlardan ayırdı. Bu ayrım onu dünyada egemen kılarken, dünyayı da sadece kendine ait bir gezegen sanmaya ve üzerinde ne varsa sahip olmaya, kendi kullanımına yönelik organize etmeye başladı. Küçük klanlardan bu yana yayılan ve dünya üzerinde neredeyse savaşmayan medeniyet bırakmayan iktidar hırsı, kaba yolla sahip olma adımından önce takasla alma yöntemini geliştirdi. Bu gelişme aslına bakılırsa medenileşme yolunda bir sıçramaydı. Takas ise bir gün gelecek paranın icadına yol açacaktı. Bugün dünya üzerinde her şeyin para ile telaffuz edildiği bir yüzyılda yaşıyoruz. Tüm değerler, kendine yabancılaşmış toplum ve insanların acımasız tüketim alışkanlıklarına kurban verilmiş durumda. Paranın satın alabileceği her şey, -ki bu zaten artık insan aklının erdiği her ne varsa kapsıyor- büyük dünya sermayedarlarının yarattığı bir tür simülasyon oyununa benziyor. Sahte hayatlar, yapay yaşam standartları. Daha çok plastik dünya, daha çok spastik çocuk. Dünya savaş, ilaç, petrol ve sanayi sektörünün güdümünde planlanmış ekonomik stratejilerle yönetiliyor. Sadece sokaktaki adam piyon değil, Bush’undan Blair’ına, papasından mollasına herkes piyon. Patron ise çok uluslu sermaye. Her biri Skulls and Bones Society, Bohemian Grove, WASP (White Anglo Sakson Protestans), İlluminati, Bilderberg, Mason locaları, CFR (Council on Foreign Relations) hatta belki de Minaret üyesi bu sermaye tiranlarının. Bu gizli örgütler dünya para ve iktidar trafiğini yöneten gruplar olarak kimisi ortaçağdan bu yana kimisi Fransız devrimi ve ilk 2 dünya savaşı sonrasında organize olmuş oluşumlar. Birlikten güç arayan zayıf kişilikli, güçlü sermayeli, aidiyet zaafına sahip, eşyanın zenginliği ve gücünü insani değerlere, onur, şeref, etik gibi erdemlerle değiştirmiş iş ve siyaset adamlarından oluşuyor. İnsanoğlunu bir simülasyon oyununun parçası yapmak, varlığının temel yapısı düşünme yetisini yok ederek, onu kalabalığın içinde eritmenin yolu yine düşünmesini engellemektir. Bu kısır bir döngü değildir aslında; sadece düşünme yetisine sahip insanın cesaretine paralellik arz eden kendi yaşamının öznesi olma idraki ile ilintilidir. Kendi yaşamının öznesi olabilmiş bir birey, toplum içinde cemiyetlere, sosyal sınıflara gereksinim duymadan kendi kendini evrensel doğru ve ahlak çerçevesinde var edecektir. Ancak, yaşam denen serüvende “evrensel doğru insan”ın bile en azından fiziksel zaafları olacaktır. Çok basit; bunun adı “Açlık”… Her birey sosyal bir varlık olarak bakmakla yükümlü olduğu kendisi ya da aile kurumunun sorumluluğunu üstlendiğinde, hayat yarışında geri düşmemeye çalışacaktır. Risk almak tehlikelidir ama öte yandan riski göze alamayan birey günümüz yeni dünya düzeninde simülasyon oyununun bir parçası olmaktan da kurtulamayacaktır. Bu arada bu simülasyon meselesini araştırırken önceden sadece duyduğum ama yabancı olduğum bir terimle karşılaştım: Simulakrum… Bu terim Türkçeye de yeni girmiş ve daha çok felsefe alanında kullanılan bir terim. Geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz modern çağın filozoflarından Jean Baudrillard'a göre Simulakrum; orijinali, gerçeği, ilk örneği olmayan; kendisi zaten kopya olan bir şeyin kopyasını anlatan terim... Bunu da internette wikipedia.org’tan öğreniyorum. Simulakrum’dan geleceğim nokta; Felsefede “Simülasyon Evren” diye bir saptama var. Simülasyon evreninin ortaya çıkışı 2. Dünya Savaşının sonuçlarıyla bağlantılı. Baudrillard'a göre 2. Dünya Savaşı sonrası sağ, solun işlevlerini yerine getirmeye başlamış; yani, sosyal devlet ilkesi ortaya çıkmıştır. Ayrıca sanayi ve tarım sektörlerinin belirleyiciliği iletişim ve hizmetler sektörlerinin belirleyiciliğinin ardına düşmüştür. Bu veriler batıda bir çeşit durağanlığa sebep olmuş ve batı kendi ekseni etrafında dönmeye başlamıştır. Bu kendi etrafında dönüş süreci kavramların içlerinin boşaltılması sonucunu doğurmuştur. Artık her kavram televizyonlardan akmakta, insanlar teknolojinin onlara sağladığı bu rahatlık sayesinde herhangi bir şeyi derinlemesine düşünememektedir ve iletişimi sağlamak adına yaratılan cansız kitle iletişim araçları kendilerine yüklenen işlevden, yani aracı olma konumundan çıkıp bağımsız bir kendilik haline gelmiştir. Birey ise bu durumu çaresizlik içinde izlemektedir; her şeyin farkındadır, fakat rahatlığından da taviz vermek istememektedir. Baudrillard ise bu konuda güzel bir örnek veriyor: Birey televizyonda Sudan iç savaşını, herhangi bir tuvalet kağıdı reklamıyla aynı duyarsızlıkla izlemektedir. Televizyonu kapattıktan sonra Sudan’daki iç savaş devam etse bile onun için bitmiştir. İşte bireyin yaşadığı bu evren simülasyon evrenidir. Her şey görüntülerden ibarettir ve cansızdır. Burada akla 3 maymun imajı geliyor. Biri gözlerini kapar, biri ağzını, bir diğeri ise kulaklarını… Baudrillard, bireyin her şeyin farkında oluşundan buna rağmen duyarsızlığından bahsediyor. Oysa ben insanın, TV’de hazırlanan eğlencesinden haber programına kadar her türlü programın tamamen yukarıda da bahsettiğim birinci dereceden cemiyetler ve ikinci dereceden devletlerin kontrolünde bilinçaltına yapılan yayınlarla “aptallaştırma”, “IQ düşürme”, “soyutlama” gibi misyonlarla yüklü olduğuna inanıyorum. Yani Baudrillard’ın her şeyin farkında olan ancak tepki vermeyen insan modeli, bir adım sonra artık bir şeylerin de farkına varamaz, anlayamaz, düşünemez bir hale geliyor. Hatta beyin bile bir süre sonra tepki göstererek bu türden bilgileri reddediyor. Ayrıca TV’de bilinçaltına yapılan yayınlarda, kolay yoldan zengin olma, şiddet ve egosantrizm simülasyon oyununun bir parçası olmuş bireylere kolayca zerk ediliyor. TV karşısında geçen süreç, sosyal tepkime olarak sonrasında günlük hayatta da devam ediyor. Bu durumda TV, en kolay anlatımla halkları uyutmanın en pratik yoludur. Portekiz’in eski diktatörü Salazar, ülkeyi 36 yıl boyunca “üç f” ile yönettiğini açıkça söylemişti; Fado, futbol, fiesta… İlla f harfi ile başlaması gerekmez, her türlü uyutma artık TV ile evlerimize giriyor. Burada akla gelen soru ise şu oluyor; gelecekte uyanık, gözlerine perde inmemiş, bilinçli bir insan ırkı yetişecek mi? Yoksa yeni liberal politik, hayat formlarımızı tekno-sınaî, simülatik yoldaşlara mı dönüştürecek?
Yorumlarnesli
{ 06 Nisan 2008 11:41:01 }
Stalin'e dair bir hikaye vardir anltilan:
Soguk bir Rus gecesinde, votka sliginde, yoldaslariyla oturmus, tartisiyor Stalin. Konu "halki nasil daha iyi kendimize baglariz?". Stalin fikrini orneklemeyle anlatmayi terih edip, bir kosede esinip duren tavugu istiyor. Getiriyorlar. Canli canli butun tuylerini yoluyor tavugun. Tavuk titreye titreye, gidakliya gidakliya, uzun sure ortalikta dolastiktan sonra, Stalin, yere, iki ayaginin arasina bir avuc bugday dokuyor ve tavugu cagiriyor. Tavuk gelip bugdayi yiyor, sonra da Stalinin'in sicacik bacaklari arasina cokup, huzurla, uyuyor. Stalin'in pesinden de ayrilmiyor takip eden gunlerde. Bu hikaye bir mit midir, bilmiyorum. Onemli olan mantik orgusu ve olabilirligidir ki ben bu kissadan hissemi cok rahat alabiliyorum. Simulasyon evreni bireyin tuylerini yolan, onu yalnizliga ve yabancilasmaya iten, sonra da onune attigi bir avuc arpa tanesi misali sosyal haklar ve aptal eglenceler verip onu kendine bagimli kilan sistemdir. Elindeki "mevcutlar" alinmis, yapay ihtiyaclar yaratilmis ve bunlara yapay cozumler bulunmustur. Umit Dagitan
{ 19 Şubat 2008 02:27:57 }
Bu aralar islerim yogun oldugundan bir sure yorum yazmamaya karar vermistim. Hayatta pek fazla olmayan prensiplerimin basinda "iyi gordugunu ov - kotu gordugune sov" yaklasimi gelir. O yuzden bu yaziyi okuyunca o kadar begendim ki yorumlara ara verme kararimi biraz daha erteledim
Diğer Sayfalar: 1. Bu yazida da vurgulandigi uzere garip - ve de yazik ki 'tuhaf ve hizli bir sekilde daha da gariplesmekte olan' - bir dunyada yasiyoruz. Bu devirde baska birilerinin de bir takim cok onemli konularda aynen sizin gibi dusundugunu gormek cok guzel. Bence Yigit arkadasimiz gunumuzun bu kaos ortaminda bunca ivir zivir konularin arasinda direk hedefe yonelik en onemli konulari yakalamis ve de onlari bu yazisina konu etmis. Sectigi bu cok onemli noktalari da mukemmel bir sekilde ifade edip okuyanlara aktarmis ve de sonuc yonunde cok onemli ve dogru tespitlerde bulunmus. Bundan boyle yorumlarimi azaltacagima gore bu yorumumu biraz daha uzatabilirim sanirim. Yazidaki ozellikle dikkatimi ceken ya da hosuma giden kisimlardan bahsetmek istiyorum: Insan denen tur zaman icinde paranormal his ve durtulerini, benzerleri ile arasindaki iletisimi kurmak icin gelistirdigi farkli formel lisan kaliplariyla yitirmeye basladi Yukaridaki cumleyle baslayan paragraftaki saptamalara tamamen katiliyorum. Insanlardaki iletisim yeteneklerinin gelismesinin his ve durtulerinin zayiflamasina neden oldugu dusuncesi cok ilginc fakat cok da makul gorunuyor. Paranin satin alabilecegi her sey, -ki bu zaten artik insan aklinin erdigi her ne varsa kapsiyor- buyuk dunya sermayedarlarinin yarattigi bir tur simulasyon oyununa benziyor. Evet kendilerini "secilmisler" digerlerini de "hizmetkarlar" olarak goren 'el - it' tabaka. Her biri Skulls and Bones Society, Bohemian Grove, WASP (White Anglo Sakson Protestans), Illuminati, Bilderberg, Mason localari, CFR (Council on Foreign Relations) hatta belki de Minaret uyesi bu sermaye tiranlarinin. Bu gizli örgutler dunya para ve iktidar trafigini yöneten gruplar olarak kimisi ortacagdan bu yana kimisi Fransiz devrimi ve ilk 2 dunya savasi sonrasinda organize olmus olusumlar. Evet bunlar seytanin cocuklarinin dayanisma kurumlari ve o kendilerine secilmis diyenlerin haksiz kazanc yeme tezgahlari. Bunlarin durtuleri cogu durumda maddi fakat bazen de hasta ruhlu inanclari ve irkcilik. Ozellikle de su asagidaki vurgulanan nokta cok cok ama cok onemli: Birlikten guc arayan zayif kisilikli, guclu sermayeli, aidiyet zaafina sahip, esyanin zenginligi ve gucunu insani degerlere, onur, seref, etik gibi erdemlerle degistirmis is ve siyaset adamlarindan olusuyor. Kucuk kisilikli, fakir ahlakli, hasta ruhlu bu hilkat garibeleri tek basina ellerinden hicbirsey gelmeyecegini bildiklerinden boyle suruler halinde toplanip saldiri ve haramiliklerini icra ederler. Boylece vicdanlari daha da kuculur fakat cuzdanlari buyur. Onemli bolumler bitmek bilmiyor, Ancak, yasam denen seruvende "evrensel dogru insan"in bile en azindan fiziksel zaaflari olacaktir. Cok basit; bunun adi "Aclik" Her birey sosyal bir varlik olarak bakmakla yukumlu oldugu kendisi ya da aile kurumunun sorumlulugunu ustlendiginde, hayat yarisinda geri dusmemeye calisacaktir. Risk almak tehlikelidir ama öte yandan riski göze alamayan birey gunumuz yeni dunya duzeninde simulasyon oyununun bir parcasi olmaktan da kurtulamayacaktir. 'Evrensel dogru insan'in karnini doyurma derdi var. Fakat o kalite ve donanim olarak oteki 'el - it' lerden daha guclu oldugundan kendisi gibilerden birlik olusturma ihtiyaci daha azdir. Tek basina yasamasi ise yeterince risk alamamasi ve o ilik somuruculerine karsi gerektigince mucadele edememesi sonucunu doguruyor. "Simulakrum" kelimesini ben de ilk kez bu yazida duydum. Ilginc ve buyuk ihtimalle dogru bir yaklasim. Artik her kavram televizyonlardan akmakta, insanlar teknolojinin onlara sagladigi bu rahatlik sayesinde herhangi bir seyi derinlemesine dusunememektedir ve iletisimi saglamak adina yaratilan cansiz kitle iletisim araclari kendilerine yuklenen islevden, yani araci olma konumundan cikip bagimsiz bir kendilik haline gelmistir. Birey ise bu durumu caresizlik icinde izlemektedir; her seyin farkindadir, fakat rahatligindan da taviz vermek istememektedir. Yine aynen katiliyorum, televizyon = minare kilifi, gazete = yoksul kefeni. En zor sey ise risk almak, tasin altina elini koymak ve hatta parmak kipirdatmak. Baudrillard ise bu konuda guzel bir örnek veriyor: Birey televizyonda Sudan ic savasini, herhangi bir tuvalet kagidi reklamiyla ayni duyarsizlikla izlemektedir. Evet, cok carpici ve yararli tespitler bunlar.. TV'de hazirlanan eglencesinden haber programina kadar her turlu programin tamamen yukarida da bahsettigim birinci dereceden cemiyetler ve ikinci dereceden devletlerin kontrolunde bilincaltina yapilan yayinlarla "aptallastirma", "IQ dusurme", "soyutlama" gibi misyonlarla yuklu olduguna inaniyorum. Yani Baudrillard'in her seyin farkinda olan ancak tepki vermeyen insan modeli, bir adim sonra artik bir seylerin de farkina varamaz, anlayamaz, dusunemez bir hale geliyor. Hatta beyin bile bir sure sonra tepki göstererek bu turden bilgileri reddediyor. Bu durum daha guzel nasil anlatilirdi ki Ve yazi su onemli soruyla bitmis, Burada akla gelen soru ise su oluyor; gelecekte uyanik, gözlerine perde inmemis, bilincli bir insan irki yetisecek mi? Yoksa yeni liberal politik, hayat formlarimizi tekno-sinaî, simulatik yoldaslara mi dönusturecek? Ben bu konuda herseye ragmen umitliydim - yani ileride bilincli insan irkinin bir asamada yetisecegine inancim vardi. Bu yazi gibi yazilari yazanlarin oldugunu gormek bu inancimi pekistirdi.. Tesekkurler Yigit Uygur - lutfen yazilara devam.. Umit Dagitan
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|