Türkiye bir geçiş dönemi yaşamakta, öyle bir geçiş dönemi ki, altüst olmuş hukuk sistemi ile başlayan bir Avrupa Birliğine uyum yasalarının kol gezdiği dönem. Avrupa Hukuk sistemi, Avrupa kültürüne yatkın bir yaşamın kanun ve kurallarını içermekte. Dönüp bakın Avrupa’ya hangi ülkede kadınlara yönelik namus cinayetleri işlenir? Bu nedenle birlik ülkelerinde bu konulara yönelik ceza yasalarında bulunan hükümlerin, Türk toplumu için geçerli olmasını beklemek yalnıştır.
Avrupa ülkeleri idam hükmünü ceza kanunlarından kaldırdı. Bütün üye ülkelerin de kaldırmasını istedi. Hepsi bu konuda hemfikir oldular. Fakat gelin görün ki ülkemde işlenen cinayetlerin büyük bir bölümünün nedeni, bir zeytin çekirdeği kadar bile değil. Namus adına yapılan hünharca cinayetlerin büyük bir bölümünün kadınlara karşı işlendiği bir hakikattir. Şimdi bu gerçekten hareketle ülkemizde nelerin yalnış olduğunu analiz edersek, doğru düşünmüş oluruz. Her konunun altında ülkemde eğitim düzeyimizin çok düşük olduğunun yattığına inanmaktayım.
Okumuş tahsil görmüş aydın insanlarımızın azınlıkta olduğu da bir gerçektir. Yeterince eğitim vermediğimiz bir toplumda, insan faktörü çok önemlidir. Ülkemde hala kadına karşı ‘’töre cinayeti‘’ işleniyorsa, bu bağışlanmaz bir ayıptır. İnsana ve yaşama karşı saygının olmadığını göstermektedir. Benim hala inancım bir kaç konuda ülkemde kuralların değişmesi gerektiği üzerinde:
- Bence alınması gereken birincil önlem, otomobil, minibüs, kamyon ve otobüs kullanacak insanların ehliyet sınavı öncesinde ruhsal sağlık raporu almalarının zorunlu olması. Hatta IQ denilen zeka seviyelerinin belirli derecede olması şartı getirilmeli. Ülkemde trafik canavarlarının korna, ve kural ihlallerini salt zevk için yapmalarına bakarak, araçta tek kalan kadın yolcuya tecavüz etmeyi düşünmesi şaşırtıcı olmasa gerek.
- İkinci önlem ise, kanunlara ve bilhassa mahkemelerin verdikleri kararlara devletin başı dahil, herkesin uymasının sağlanması. Eğer bir seçimde adayların görevlerini bırakmaları kanunla getirilmişse, başbakanın bile buna uyması gerektiğini toplumun görmesi şarttır. Bir mahkeme bir inşaatı durdurma kararı alıyorsa, buna başbakan bile uymasının zorunluluğunu tüm toplum görmeli. Bakınız, siz kanunlara gereken saygıyı göstermezseniz, halktan birilerinin de insan haklarına saygı göstermesini beklemeniz hayal olur. Hani derler ya imam başta ne yaparsa, cemaat onun mislini yapar diye.
Belki konuyu başka bir yönünden de almak gerekli olabilir. Din baskısı ile taassubun cahil halk üzerinde verdiği tahribat olarak da algılanabilir. Kendilerini din bilgeleri olarak topluma tanıtan din tüccarlarının yorumlarını, yanlı algılayan cahil toplumun, bu gün hala kadınlara yaptıkları mezalim ortadadır. Bu mezalim insanlık ayıbı olarak durmaktadır.
Büyük tahribat gören ceza muhakemesi kanunlarının tekrar elden geçmesi kaçınılmazdır. Ülkemin kanunlarını hiçe sayan bir idarenin, toplumun suç işlemesini nasıl engelliyeceğini tahayyül bile edememekteyim.
‘Ben yaptım oldu, kanun benim, duruma göre kanunu ben çıkarırım‘ diyen hükümetler, toplumun hukuka saygısını yitirmesine neden olur ki, bu suça teşvik olarak da algılanabilir.
Bir genç kızı hünharca öldürüp parçalayıp bir çöp variline atan caniye yardım edeni serbest bırakan kanunların, toplumdaki yaşama saygı göstermediği, mevcut ceza kanunlarının, suç işlemeye caydırıcı olmaktan uzak olduğu bir hakikattir.
Hiç bir cinayetin hafifletici sebebi olmamalı. Nasıl bir insanın yaşama hakkını siz vermediyseniz, ölüm fermanını siz veremezsiniz. ‘’Hak etti onun için öldürdüm’’ demek, kime ne kadar sempatik gelir bilemiyorum.
Hiç bir konu bir genç kızın yaşama hakkına saygı gösterilmesi kadar önemli olamaz, diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.