|
|
Zorbalık inanç özgürlüğüne dahil değildirKategori: Ayorum Güncel | 0 Yorum | Yazan: Deniz Günal | 08 Ocak 2015 06:00:10 Fransa`da Charlie Hebdo dergisinin 12 çalışanı üç Fransız vatandaşınca makinalı silahlarla taranarak öldürüldü. Gerekçe olaraksa, derginin İslam dinin yalvacına hakaret eden çizimler yayınladığını, intikam aldıklarını söylediler. Katliamı yapan üç Fransız vatandaşı da Müslüman kökenli, yani Batı emperyalizminin, en büyük zararı verdiği Afrika ve Orta Doğu coğrafyasının insanları. Ancak bu kökenleri onları aklamıyor, yaptıklarını haklı kılmıyor. Batı uygarlığının düşünce özgürlüğünü savunan bireylerinin uğradıkları şiddet de Batı emperyalizmini mazlum ya da haklı kılmıyor.
Emperyalizmin yöntemlerini, etkilerini iyi bilmek gerekiyor onunla savaşabilmek için. Fakat emperyalizmle savaş masum insanlara, bilim ve kültür insanlarına şiddet uygulamayı haklı kılmıyor. Nerede, nasıl, hangi nedenle olursa olsun, kültür ve bilim insanlarına ürettikleri işlerden dolayı baskı ve şiddet uygulanamaz. Hiç bir inanç hiç bir amaç şiddeti haklı gösteremez. Masum insanların, düşünen, düşündüğünü paylaşan insanların öldürülmesinin hiç bir gerekçesi olamaz. O yüzden, konuya, Batı emperyalizmi; sömürülmüş, topraklarından olmuş, yoksullaşmış, göçe sürüklenmiş Müslüman toplumu üzerinden bakmayacağım. Beni asıl ilgilendiren İslam ile şiddet ilişkisinin, İslam’ı barış dini olarak görenlerce de görmeyenlerce de olağanlaştırılmış olması. Birinci grup, dinin yaşama etkisi üzerine yorumlarını şiddet uygulanabilir algısı üzerinden yapıyor. Diğer grup ise şiddet uygulanamaz üzerinden. Ama her ikisi de toplumsal yaşamla ilgili kararlar vermek için dini esas alıyor. İnançlarından dolayı şiddet uygulayan Müslümanların gerçek İslam’ı bilmediklerini söyleyemeyiz. Şiddet yanlısı olmayan, inançlarını yüreklerinde yaşayan Müslümanların gerçek Müslüman olmadığını da kimse söyleyemez. Demek ki dinin çok çeşitli yorumlarının topluma zarar vermesini önlemek için, dini kendi alanı içinde tutmak, toplum ve devlet yaşamı üzerindeki etkisini ortadan kaldırmak gerekiyor. Din ile şiddet ilişkisinin kırılması için ön koşul bu. Bunu ancak tepeden tırnağa laik bir devlet, laik bir eğitim ve laik bir hukuk ile laik bir toplum yaratarak başarabilir Peki, Fransa laik değil miydi? * Biliyoruz ki, tüm dünyada, 20 ve 21. yüzyıllarda, dinleri ve yalvaçları konusunda sürekli alınganlık gösteren ve her olanakta karşı kişilere şiddet uygulayan, hatta kendi içlerindeki mezhepsel anlaşmazlıkları da şiddetle diğerlerini ortadan kaldırarak çözmeye çalışanlar, dinlerinin evrensel ve en güzel din olduğunu, bir barış dini olduğunu söyleyen Müslümanlar. Böylesine güzel, evrensel bir barış dininin sürekli bambaşka anlaşılması o denli kafa karıştırıcı ki... Öte yandan İslam’ın bir ucunda kendi İslam yorumları kabul görmezse kafa kesenler varsa, diğer ucunda Anadolulu Müslümanlar var, hani içkilerini içen, oruçlarını tutan, kızlarını okutan, Hristiyan, Yahudi ya da tanrısız komşuları ile güle oynaya geçinip giden.. Bu ikisi arasında, o denli çok İslam yorumu var ki... Her biri de en güzel dinin kendilerininki olduğunu, diğerlerinin gerçek İslam’ı bilmediğini söylüyor. Hangisine inanacağız? Hangi yorumun gerçek İslam’a ait olduğuna nasıl karar vereceğiz? Herkes kendi yolunun en güzel yol olduğunu söylediğinde hak vermek için ne yaparsınız? Açıkçası ben nasıl yaşadıklarına bakarım. Sevecen, cana saygılı, yalansız, çalışkan, emeğe saygı duyan, değer üretmek için çırpınan, paylaşımcı, eşitlikçi, barışçı insanlar mı? Kadınları da erkekleri gibi saygın mı? Öyleyse mutlaka onların dini en güzel dindir. Ama bu insanları her dinde görmek olanaklı. Hatta dinsiz, tanrıtanımaz olarak yaşayan insanların, bireylerinin, çoğu tanrısız olan toplumların yaşamlarında görmek de olası. Örnek mi, İskandivya ülkeleri, Amerikan yerlileri ve Japonya. Eğer yalan söyleyen, yalnızca kendi çıkarlarını gözeten, kibirli, doğaya ve yaşama saygı duymayan, şiddete eğilimli, pis ve gösterişçi insanlarsa, çocukları dayak yiyor, kız çocukları küçük yaşta evlendiriliyor, kadınlarına kendi yaşamları üzerinde söz hakkı verilmiyorsa onların dini mutlaka iyi bir din değildir. Ama bu insanları da her dinde görmek olası. Üstelik Orta Doğu, Asya Pasifik ve Kuzey Afrika coğrafyasında sayıları çok daha fazla. Onların dini nasıl iyi bir din olabilir? Demek ki, bir insanın değeri inandığı, üyesi olduğu dinle ölçülemiyor. Tam tersine, dini ne olursa olsun, bir insanın değeri, kendi aklı, vicdanı ve iradesi ile topluma ve yaşama kattığı değerler ile ilgili. Demek ki, bir toplumun insanlığa kattığı değerler bütünü o toplumu yönlendiren inanç kurumlarından kaynaklanmıyor. Batı’nın en büyük başarısı da, emperyalist yönelimlerinden bağımsız olarak, kendi iç düzenini inanç kurumlarının etkisinden bağımsızlaştırmasında yatıyor. Öte yandan, Batı kendi çıkarları için, Doğu toplumlarının dinsel kurumların emri ve yönlendirmesine girmesini destekleyip durdu. Ama bir tek Batı yok ki. Bir tek İslam olmadığı gibi. Bu karmaşa içinde ne yapacağız? * Şunu kesin olarak kabul ediyorum. Bireyler, istedikleri gibi inanmak ve inançlarını, başkalarına dayatmadan, başkalarına zarar vermeden nasıl uygun görüyorlarsa öyle yaşamak hakkına sahiptirler. Çok bilinen rahat anlaşılabilecek bir örnek vermek istiyorum. Bir kadının türbana girme hakkı vardır. Ama hiç kimsenin ona türban dayatma hakkı yoktur. Türbanlı bir kadın türbanını düşünce ve duyguları ile istediği gibi savunabilir. Ama kendi kızı, kardeşleri de dahil olmak üzere, kimseye türban dayatamaz. İnanç özgürlüğü, inancını dayatma, baskı aracı olarak kullanma özgürlüğü değildir. Ona zorbalık denir. Başka bir örnek daha vereyim. Günde beş vakit namaz kılmak, oruç tutmak inancının törensel öğelerini uygulamak isteyen her Müslüman bireyin hakkıdır. Yaptığı işten gurur duyarak onu başkalarına övebilir de. Ancak, bunları uygulamak istemeyen kişiler üzerinde duygusal ya da maddi baskı kuramaz. Zorbalık, inanç özgürlüğüne dahil değildir. Çok sıradan örnekler verdim. İnancın bireyin aklı ve varoluşuna ait gereksinimleri ile ilgili olduğunu düşündüğüm için bireyin seçimleri ile ilgili örnekler verdim. İnançlar bireysel olmaktan çıkıp kurumsallaşınca din haline gelirler. Güç eline geçince, bu kurumların başlarındakiler yozlaşır. Öyle ya o gücü kullanacak. Ne kadar gücü varsa o denli rahat, sorgusuz, hesapsız kullanacak. Hiç bir yalvaç ben din kuruyorum diye ortaya çıkmamış. Birer devrim niteliğinde olan öğretilerini bireylere sunmuşlar, devletlere değil. Öğretilerini gösterişli duvarlar arasında şatafatlı yaşayan bir takım adamlara emanet etmemişler. Öğretilerini, onları anlayıp yolundan gidecek olan bireylerin yüreğine sunmuşlar. Durum böyleyken, Orta Doğu’dan çıkmış üç büyük öğretinin de kurumsallaştığını, para, şatafat, güç sahibi olarak toplumların yaşamları üzerinde hak iddia eder hale geldiğini görüyoruz. Bunun neden, nasıl olduğu bu yazının konusu değil. Ama bu yazının ıssı bir saptama yapıyor. Bireylerin inanma özgürlüğü vardır. Dinler, isteyen bireylere inançlarında yol gösterici olabilir. İnsan haklarına saygılı bir uygarlıkta hiç bir dine, bireylerin yaşamı, toplumsal konular, devletler ve başka kurumlar üzerinde söz sahibi olma hakkı verilemez. Dinlerin toplumu yönetmeye başladıkları yerde, inanç özgürlüğü biter, zorbalık başlar. Müslüman toplumlar, inanç özgürlüğünü mü seçecek yoksa zorbalığı yani şeriatı mı? * Müslüman toplumların ve onlarla birlikte yaşamaya çalışanların artık bir karar vermesi ve uygulaması gerek: Dininizin emirlerini, her nasıl anlıyorsanız o anladığınız haliyle yaşamak için dünyayı kana mı bulayacaksınız; yoksa, inancınızı yüreğinizde, güzel işleriniz ve güzel huylarınızla, kendi kişiselliğiniz olarak yaşayarak insanlık ailesine katılacak mısınız? Eğer, bir Müslüman toplum, anladığı haliyle bir din düzeni kurmak istiyorsa, o dini kabul etmeyen ya da dinin getireceği düzeni beğenmeyen insanların hayır deme, kendi yaşam anlayışlarını koruma hakkı vardır. Şiddet şiddeti doğuracaktır. Eminim Batı toplumu, Suriye’den geri dönen İslamcı teröristlere; ülkelerindeki baskı ve yoksulluktan kaçarak kendilerine sığınmış Müslüman toplumlar içinde yuvalanan şiddet yanlılarına karşı, özgürlükleri korumak için, bundan sonra gerekli önlemleri alacak, yasal düzenlemeleri yapacaktır. Türkiye neler yapacak, Türk halkı kendine neyi hak ve reva görecek, onu işte hiç bilemiyorum.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|