|
|
Medeni Aziz beyKategori: Kültür/Sanat | 0 Yorum | Yazan: Metin Atamer | 16 Aralık 2014 12:38:09 Aslında Medeni Aziz Bey’in adı Medeni değildir. Medine’de doğduğu için kendisine Medeni lakabı takılmıştır. Hani Nasibin Mehmet Efendi gibi. Asıl adı Mehmet’tir, Nasib’ in erkek kardeşi olduğu için Nasibin Mehmet denilmiştir. Muhterem bir insan olan Aziz beyin İstanbul’da bestekar olarak vermiş olduğu Türk Sanat Musikisi eserleri, bugün hala beğenilmektedir.
Birçok radyoda onun eserleri ses sanatçıları tarafından okunmaktadır. Bazı eserlerini bende çok severim. Kendisi neden Medineli değilde Medeni olarak anılır bilmemekle beraber, vermiş olduğu eserleri dinlerken kendisinin ne kadar medeni olduğunu anlamak mümkündür. Aziz efendi 1842 yılında dünyaya gelir, hem de Medine’de. Yani benden 100 sene evvel bu garip dünyaya gözlerini açmış olduğunu biliyoruz. Aziz efendi babasının vazifesi dolayısiyle önce Edirne’ye, daha sonra İstanbul’a göç eder, bu nedenle Medeni olduğu muhakkak. Çünki Atatürk’ün de işaret ettiği gibi batı medeniyetinin kapısı olabilecek İstanbul’a gelir. Medineli bir insan için İstanbul, mahalle baskısından kurtulma adına bir Batı medeniyeti şehridir. Hoş bugün gelin de görün İstanbul’u, yaşanması zor bir şehir haline getirdik. Ben bile bu şehirde dolaşırken üzülüyorum. Geçen günlerde bir Alış Veriş Merkezi yapılırken ortaya çıkan Bizans dönemine ait bir lahitin üstü örtülüp, beton dökülmesi olayının son anda önlenmesi, toplum kadar benim de çok dikkatimi çekti. Hani duyarlı insanlar olmasa, AVM inşaatı gecikmesin diye, bu çok kıymetli tarihi hazine, beton altında kalacak, kimsenin haberi olmayacaktı. Aksaray’da Bizans Saray kalıntılarının üzerine Otel inşaatı yapılması gibi bir şey. Yine benzer bir durumda Macaristan’da bir inşaatın temel kazısında Cengiz Han’ın mezarına benzer bir lahitin bulunması ile inşaat durmuş, etrafı açılmış ve arkeologlar çağırılıp inceleme yapmaları istenmiştir. Bakar mısınız Şaman kökenli bir Avrupa ülkesi, asırlarca zulüm gördükleri Avrupa’da, horlandıkları bir konuda bir ufak bulguya eriştiklerinde buna sımsıkı sarılmaktalar. Yıllar boyunca Macar halkı ŞAMAN oldukları için Avrupa halkından zulüm görmüş, her ne kadar Şaman olmalarını kalplerine gömseler de, ona sahip çıkmalarına çok saygı duymaktayım. Biz ise Macarların gösterdikleri direnci göstermeye çok çalışmamış, başaramamış, daha sonra lanet olsun bu Araplara diyerek Şaman olmayı bırakıp din değiştirmişiz. Şaman olan Türk toplumu Arapların baskısı ile Müslümanlığı kabul etmiş ve bu uğurda binlerce can vermiştir. Aslında bizim anladığımız Müslümanlıkla, Arapların, dolaylı olarak Arap olmayan toplumlara dayatmaya çalıştıkları Müslümanlık arasında fark olduğunu kabul etmemiz gerekir. Araplar Kuran’ın tercüme edilip bütün halklar tarafından özümlenmesini istememekte. Hatta bizim ülkemizde her türlü vasıtayı kullanarak Kuran’ın okunup anlaşılmasını önlemeye çalışmalarını izlemek, medeni insanları derinden yaralamaktadır. Adının önüne ünvan koyarak ekrandan topluma hitap eden insanlar, dinin hassas taraflarından cahil halka öyle anlatmaktalar ki, insanın dinlerken kanı çekilmekte. Anlattığı olayları da sanki aynı yerde görgü şahidi imiş gibi aktarmasını dinleyen saf yurdum insanı, hayranlıkla izlemekte: ‘’Peygamber efendimiz kapıyı açarak gelen bedeviye ‘’ Hoş geldin Allah’ın kulu ‘’ dedi. ‘’ Buyur bir kenara iliş, sana içecek bir şeyler vereyim’’ diye hitap etti. ‘’ Bunu vatandaşa görgü şahidi olarak anlatması, vatandaşın en alt seviyeden aldatılmasını görmekteyiz. Yurdum insanının en üst seviyeden de başka türlü aldatılmakta olduğunu gözardı etmemek gerekir. Hani utanmasalar, 1400lü senelerde Hristiyan aleminde Kilisenin yaptığı gibi, mütedeyyin halkıma cennetin anahtarını bile satmaya kalkacaklar. Şaman kökenli insanlar olarak, baskı altında kabul ettiğimiz Müslüman dinini anlamamamız için, ‘Arapçayı kimse anlamaz biz yorumlayalım’ diyen ulama takımının, halka ‘bize tabi olun‘ mantığı ile dayattırılan yaşamın, doğru temellere oturtulması gerekir. Bu nedenle din konusunun Ticani kılıklı meczupların kontrol ettiği bir kavramdan, bilimsel anlatılan bir olguya dönüşmesi en doğru iştir. Medeni Aziz Efendi, Edirne ve İstanbul’da kaldığı süre zarfında yüzlerce beste yapmıştır. Latif Ağa’nın da talebesi olan Aziz Efendi, hocası gibi dergahta çile çekmediği için Efendi lakabında kalmış Dede ünvanını alamamıştır. Aziz Efendi’nin hangi dergaha gittiği tam olarak bilinmese de Tophane Dergahı’na devam ettiği söylenir. Enderun’daki yaşamı döneminde Latif Ağa gibi, cariyelerden Safa Hatun’a gönlünü kaptırmışsa da, bu aşk onun Enderun’dan uzaklaşmasına neden olmuştur. Usul Aksak Semai, Makam Hüzzam Beste Medeni Aziz Efendi, Kerem Eyle Mestane Kıl Bir nigah Şarab İç Süzülsün O çeşm-i Siyah Bu Bezm-i Safadır gel ey Ru-yi Mah Şarab İç Süzülsün O Çeşm-i Siyah
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|