Geçtiğimiz hafta İzmir’de bir mahkeme çok önemli bir karar yayınladı. Görsel medyada dinlerken ağzım açık kaldı. Aslında benim çok ilgilendiğim, hatta konu hakkında bir roman bile yazdığım ‘’kadına şiddet‘’ konusunu kapsayan haberi duyunca hayretler içinde yanımdaki arkadaşlara sordum. ‘’Siz de benim duyduğumu duydunuz mu? ‘’ Evet, onlarda duymuştu.
Bu günlerde yeni bir romana başlıyorum, aslında bütün dünyada oluşan yeni oluşumları, değişik ülkelerde yaşayan insanların yer ve vatan değiştirmelerini konu almakta. Yeni gittikleri yerde yabancı, terk ettikleri ülkeleri bile kendilerine yabancı bir durumda yaşayan insanları.
Erkek egemen dünyada, erkeğin çevreye uyum sağlaması yanında bir kadının uyum sağlamasının daha zor olduğunu kabul etmemiz gerekir. Hele din baskısı veya mahalle baskısından kurtulup bir başka ülkede yeni bir düzen kurmanın kabul edilmesi güç bir uğraşı olduğuna inanırım. Hani yıllar önce Türkiye’den işçi adı altında çeşitli Avrupa ülkelerine giden Türk vatandaşlarının düştükleri bilmem kaçıncı sınıf vatandaşlık hallerini düşünelim. 1960lı senelerde Almanya’ya işçi olarak giden ve inanılmaz güçlüklerle para kazanıp ailesine gönderen neslin, şimdi yaşayan üçüncü nesli, Almanya’da önemli görevlere gelmekte. Yani bir göçün üçüncü nesli ancak yaşamda istediği ortamı bulmakta.
Şimdi ise Türkiye güney komşularımızdan göç almakta, ve genelde Arap olan bu göçmenler kendi yaşam biçimlerini de geldiği ülkeye getirmeye çalışmakta. Gaziantep başta olmak üzere hem güney illerimizde, hem de büyük şehirlerimizde hayatı olumsuz etkilemekte. Neresine bakarsanız bakın, göç almış bu şehirlerde toplam tam olarak bilinmemekle beraber 1.7 milyon insandan bahsetmekteyiz. Bunların yarısı bile 18 yaşın üstünde değil. Kimisi varlıklı, kimisi ise yoksul. Varlıklı olanlar kendilerine yeni bir hayat kurmaya çalışmakta, yoksul olanlar ise hepimizin gözünün önünde yaşamlarını sürdürmekte. Ne yazık ki yollar boyunca trafik işaretlerinde dilencilik yapan yüzbinlerce okul çağına bile gelmemiş çocuk, hem kendi hayatlarını tehlikeye atmakta, hem de araç kullanan insanları tehlikeli durumlara sokmakta.
Şimdi bu insanlara kimlik kazandırmak, konusunun altında birçok gizli emel saklı olabilir. İnsani boyutunu Arap dünyasında kendi ırkı bile düşünmezken, siyasi liderlerin inanılmaz bir hesap peşinde koştukları muhakkak. Bu göçmenlerin geçmişleri ile ilgili hiç bilgimiz olmadan, yerleşik duruma geçmelerini kabul etmekteyiz. Bu durum halk tarafından algılanmakta, fakat hesabın faturasının ne zaman, ve kimin önüne çıkacağından habersiz seyretmekteyiz. Aslında bu insanlar da kaçtıkları ülkelerinde tanınmaktan korkmaktalar. Dünya ise bu olayları seyretmekle yetinmekte, yükün paylaşılma girişiminde bulunmamakta.
Ülkemin 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına şiddet konusunda kanun, doğru olabilir ancak burada bir konunun iyi incelenmesi gerekir. Kadına şiddetin varlığını peşinen kabul etmekteyiz. Göç ile sınır komşumuzdan gelen insanlara da tatbik edilir mi bilmiyorum. 6284 sayılı kanun kapsamında İzmir’de bir mahkemenin bir kadın ile ilgili aldığı karar şu konuları içermekte:
‘’Mahkeme, genç kadının süresiz olarak kimlik ve adres bilgilerinin gizli tutulması, kimlik ve diğer bilgi belgelerinin değiştirilmesi, vergi, nüfus cüzdanı, sosyal güvenlik bilgileri ve kayıtlarının değiştirilmesi, nüfus cüzdanı, sürücü belgesi, pasaport, evlilik cüzdanı ve diploma gibi her türlü ruhsat ve resmi belgelerin değiştirilmesi, devam etmekte olduğu eğitim öğretim kurumunun değiştirilmesi ve fizyolojik görüntüsünün estetik ve cerrahi yolla veya estetik ve cerrahi yol gerekmeksizin değiştirilmesi ve buna uygun olarak kimlik bilgilerinin yeniden düzenlenmesine karar verdi.’’
Bu kararı mahkeme verirken bir malumu tasdik etmekte. Ülkede hukuk ve kanunun tartışılır durumunu ve insan hayatını korumakla görevli olan Devlet, bu görevde aciz olduğunu ilan ederek şunu söylemekte: ‘’bunu ben yapamıyorum, vatandaşım git eşkalini değiştir, masrafı neyse ben öderim ‘’ demekte diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.