|
|
Bir ülkenin sağlık politikasıKategori: Makale | 0 Yorum | 28 Ekim 2014 00:46:09 2. Abdülhamit'in Pasteur'ü yurda getirmesiyle başlayan girişim sonucu 1998 yılına kadar 17 çeşit aşı üretilen yurdumuz bugün yurtdışından 15 milyon dolarlık aşı satın alıyor. Kimyager Mustafa Hacıömeroğlu, 78 yaşına basan Hıfzıssıhha'nın tarihini yazıyor. Bu çalışmanın amacı, 1983 yılında 181 sayılı kanun hükmünde kararname ile Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı ismini alan Müessese'nin tarihi gelişimini belgeler ışığında gün yüzüne çıkartmak.
Bu metinde yalnızca bir kurumun tarihi değil, aynı zamanda dünden bugüne sağlık politikamızın nasıl değiştiğinin ve ülke ekonomisinin bundan nasıl etkilendiğinin de ipuçları yer almaktadır: Dünden Bugüne Hıfzıssıhha Pasteur'un çığır açan buluşu 1880’li yıllar, mikrobiyoloji ilminin doğduğu yıllardır. Bu işte öncü Pasteur’dür. Pasteur, öncülüğünü yapmaya devam etsin, bizde 1885 yılı Mayıs ayında, 1301 Nizamnâmesi olarak bildiğimiz, Çiçek Aşısının Mecburi olarak uygulanmasının kanunu, yayınlanıp yürürlüğe girer. 1885 yılı Temmuz ayında, insanlığın tarihinde ikinci aşı olarak Kuduz aşısı Pasteur tarafından Jupille isimli çocuğa başarı ile uygulanır. Bu durum Fransa’da tartışılır. “İyi olarak veya kötü olarak” tartışanlar vardır. 1885 yılı Ekim ayında Pasteur ikinci defa olarak, Maister isimli çocuğa başarılı bir uygulama daha yapar. Sultan Abdülhamid'in daveti Bundan sonra, zamanın padişahı Sultan II. Abdülhamid, gelişmelere seyirci kalmayıp bizzat işin içine girecektir. Pasteur’u, çalışmalarını gerçekleştirmek üzere, İstanbul’a davet eder. Pasteur, gelemeyeceğini bildirmesi üzerine, ikinci bir teklif daha yapılır. Bu teklifte; aşının üretilmesi ve uygulanması için eğitim verilmesi yer almaktadır. Pasteur’un kabul etmesinden sonra, eğitime gitmek üzere Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye-i Şâhâne yani Askeri Tıp Mektebinden; Müderris Alexander Zoeros Paşa’nın başkanlığı altında, Kaymakam (Yarbay) Dr. Hüseyin Remzi ve Kaymakam (Yarbay) Veteriner Hüseyin Hüsnü Beylerin gönderilmesine karar verilir. II. Abdülhamid, bu eğitime gidecek ekibi huzuruna alır ve Zoeros Paşa’ya hitaben: ” Pasteur insanlığın hayrına pek mühim bir iş yapmıştır. Devletimizin nişanını uygun şekilde kendilerine takdim ediniz” diye emir buyurur. Bu nişan, “1. Dereceden Mecidiye Nişanı” diye bildiğimiz nişandır. Devlet 1852-1910 yılları arasında, bu nişandan toplam kırk adet dağıtmıştır. Kıymetli taşlarla süslüdür ve “murassa nişan” diye de bilinir. Bu nişan ancak, “askeriye ve ilmiyeden mümtaz kişilere” verilir. Bu nişan, bu gün Pasteur müzesinde sergilenmektedir. “Bu para ile de bir aşı hayırhanesi yapsın” diye, 800 lirayı (o günkü kur üzerinden 9.814 Frank) teslim eder. Kıyaslama için, İstanbul’un Bebek semtinde bir evin beş lira olduğunu bir an düşünün… O zamanlar, İstanbul-Paris yolculuğu, deniz yoluyla 16 gün sürmektedir. Zamandan tasarruf amacıyla, o günlerin en hızlı ulaşım aracı olan “şümendifer” yani tren ile; İstanbul-Varna-Bükreş-Paris yolculuğu beş günde tamamlanır. Bu yolculuk 3 Haziran 1886 günü başlar… Pasteur, henüz bir enstitüye sahip değildir. Mütevazı bir laboratuarı vardır. İşte giden bu ekip, burada, önce bir mikrobiyoloji eğitimi alır. Sonra, kuduz aşısının üretilmesi ve uygulanması ile eğitim devam eder. Zoeros Paşa, Yıldız Sarayına mektuplar yazarak gelişmeler hakkında bilgiler verir. Bir taraftan da, kuduz aşısının üretilebilmesi için ne gibi tedbirlerin alınması gerektiğini de istemektedir. Nihayet dönüş zamanı yaklaşmaktadır. Pasteur’un bizzat kendisinin enjeksiyon yaptığı iki ada tavşanı ile, aşı üretiminde kullanılacak virüs Paris’ten yola çıkacaktır. Yedinci gün, tavşanların omuriliğinin çıkarılıp, pasajlanması gerekmektedir. Ancak sıkıntılı bir durum vardır. Çünkü o zamanlar, ülkemize giriş yapacaklar, 16 gün, tahaffuzhanede (karantinada) kalmak mecburiyetindedir. Bu durum, yapılan bütün fedakarlıkların boşa gitmesi demektir. II. Abdülhamid, “tahaffuzhanede kalınmaması” yönünde irade kullanır. 1887 yılının Ocak ayında, Zoeros Paşanın Dahiliye Kliniğinde pasajlama işi yapılır ve kalan miktar ile de kuduz aşısı, ülkemizde ilk defa olarak üretilir. İş burada kalmayacaktır. Saraya yapılan müracaatla, “Dâûlkelb Ameliyathanesi” (Kuduz Tedavi Müessesi) yani kuduz aşısı üretilmesi için bir enstitü kurulması için, II. Abdülhamid Han’dan irade çıkar. Tarih 1887 yılı Ocak ayının sonlarını göstermektedir. Enstitünün müdürlüğü, Zoeros Paşaya tevdi edilir. İstanbul-Sirkeci’de eğitime devam etmekte olan Askerî Tıbbiyenin bahçesindeki bir binada faaliyete başlayan bu birim, Hıfzıssıhhamızın ilk bölümü olarak tarih sahnesinde yerini almaya başlayacaktır. Bu bölüm, sadece kuduz hastalığı tedavisi yapmaz. Terkos sularının mikrobiyolojik araştırmalarını da gerçekleştirir. II. Abdülhamid, ülkemize mikrobiyoloji ilmini getiren kişi olarak tarihteki haklı yerini almıştır. 1888 yılı 14 Kasım günü Pasteur Enstitüsü faaliyete başlayacaktır. 1889 yılında, Sultan II. Abdülhamid Han, Robert Koch’a, verem hastalığı ile ilgili olarak yaptığı çalışmalardan dolayı, I. Dereceden Mecidiye Nişanı verecektir. Çiçek Aşısı Üretimi Başlıyor 1890 yılı sonlarında, Dr. Hüseyin Remzi Bey’e bir “telkihhane” (çiçek aşısı üretim yeri) kurması için görev verilir. Bu telkihhane, “Telkihhane-i Osmanî” adını alarak 1892 Temmuz ayında, Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye-i Şâhâne’nin bahçesinde bulunan bir binada, Çiçek aşısını üretmeye başlayacaktır. Hüseyin Remzi Bey 1871 yılından beri “aşı enspektörü” ünvanını taşımakla birlikte ülkemizin “ilk mikrobiyoloğu” ünvanına sahiptir. O zamanlar Tıbbiyemizde, Fransızca eğitim sürmekteydi. Hatta “Fransızca bilmeyenin hekimlik sanatını icra edemeyeceğini” ileri sürenler vardı. Hüseyin Remzi Bey’in, Tıbbiyede “Türkçe Eğitim verilmesi için gayretli çalışmaları olacaktır. Bu çalışmalar 1894 yılında meyvelerini verir. Tıbbiyeye, “akâid-i diniye” dersi konularak, gayr-i müslim ağırlığı ortadan kaldırılacaktır. Yine 1890 tarihinde, bir “kimyahâne” nasıl hizmet verir? sorusuna cevap aramak üzere, ülkemizin ilk kimyageri olan Ali Rıza bey, dört yıllık bir eğitim için Fransa’ya gönderilir. 1894 yılı Ocak ayında, yine Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye-i Şâhâne’nin bahçesinde bulunan bir binada, Ali Rıza Bey’in idaresinde hizmete başlar. 1892 yılında, Emil Von Behring, insanlık için çok önemli bir keşifte bulunur. Yani, tedâvi edici serumu keşfederek Difteri serumunu insanlığın hizmetine sunar. Bu büyük adımı atmasının mükâfatını, Sultan II. Abdülhamid Han’dan, I.Dereceden Mecidiye Nişanını, 1907 yılında İstanbul’a gelerek alır ve üç hafta süreyle Hünkâr’ın özel misafiri olur. 1893 yılı Aralık ayında, Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye-i Şâhâne’nin bahçesinde bulunan bir binada, “Bakteriyolojihâne-i Şâhâne”, Dr. Maurice Nicollo idaresinde hizmete başlar. Bakteriyolojihane-i Şâhâne, 1896 yılında, ülkemizde ilk defa olarak, Difteri Serumunu, 1897 yılında da dünyada ilk defa olarak Sığır Vebası Serumunu hazırlar. Bu serumları, Veteriner Hekimlerimizden Mustafa Adil Bey hazırlar. Adil Bey, ülkemizde viroloji ile uğraşan ilk kişidir. Dünyada da bu işle uğraşan ikinci kişidir. Bugün, Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkez Başkanlığı olarak, 78. yaşına basmış olan ve ülkemiz insanına sağlık alanında hizmet vermekte olan Başkanlığımız; 1887-1894 yılları arasında, Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye-i Şâhâne’nin bahçesinde bulunan binalarda kurularak, hizmet vermeye başlamıştır. 1898 yılında, Almanya’dan Prof. Dr. Robert Rieder, “Tıp Fakültesi” kurmak üzere davet edilir. Rieder, karşılaştığı direnç karşısında, farklı bir taktik izleyerek, bugün Gülhane Askeri Tıp Akademisi Komutanlığı’nın aslı olan, Gülhane Tabâbet-i Askeriye Tatbikat Mektep ve Seririyatı’nı 30 Aralık 1898 tarihinde hizmete açar. Bir taraftan da, Haydarpaşa’da, tıp fakültesi inşaatına başlar. Bir zamanlar “Haydarpaşa Lisesi”, şu an Marmara Üniversitesi olarak hizmet gören bina, 1903 yılında, Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye-i Şâhâne olarak hizmet vermeye başlar. Proje, okul ve poliklinikler olarak planlanır. 1908 yılında, Askeri ve Sivil tıp mektepleri, “Tıp Fakültesi” olarak hizmete açılır. 1908’den sonra ülkemizde “hürriyet hareketleri” hat safhaya ulaşır ve terör olayları alır başını gider. Rejim değişir… Tıp Fakültesi polikliniklerinin inşaatı gerçekleşemez. 1899 yılında, bugün “Şişli Çocuk Hastanesi” adıyla İstanbullulara hizmet veren hastahanemiz, “Hamidiye Etfal Hastahanesi” adıyla hizmete girer. Zamanında çok ileri tekniklerle donatılır. “İstatistik Yıllıkları” olarak, yıllık faaliyetleri konu alan bir yayın organı çıkarılır. Çok güzel ve kaynak bir eserdir. Ne yazık ki Meşrutiyetin ilânından sonra çıkarılmaz. Sekiz sayısı mevcuttur. Dr. Mustafa Hilmi Sağun, Gülhane Bakteriyoloji şefi olarak çalıştığı dönemde; 1911 yılında tifo, daha sonraki yıllarda kolera, dizanteri ve veba aşıları üzerinde çalışmak fırsatını bulmuş, daha doğrusu bu konularda sorumluluk yüklenerek, Dr. Reşat Rıza (Kor) ile birlikte, Türkiye’de ilk kez bu aşıları hazırlamıştır. Bakteriyolojihane’de: 1911 yılında tifo, 1913’de kolera ve dizanteri aşıları üretilmeye başlanır. Yine aynı yıl eğitim şubesi kuruldu. Bu işler yapılırken Dr. Refik (Güran) müdürlük makamındadır. Dr. Reşat Rıza (Kor), Dünyada, Tifüs aşısını ilk bulan kişidir. 1916 yılında, Erzurum’da ilk olarak üretip ve uygulayan, Tevfik Sağlam’dır. I.Dünya savaşı devam ederken, 1917 Haziran ayında Sivas’ta Hıfzıssıhha hizmete girer. 1922’de müdürlüğüne Dr. Mustafa Hilmi getirilir. Mütareke yıllarında; işgal kuvvetlerinin ihtiyacı olan çiçek aşısı, Telkihhaneden karşılanır. İstanbul’da, 1922’de, Kimyahane, Bakteriyolojihane, Kuduz tedavi müessesesi ve Sıhhi müzeden meydana gelen yapıya HIFZISSIHHA Müessesesi adı verilir. Müdürlüğüne, Bakteriyolojihane Müdürü, müderris Dr. Refik Bey (Güran) getirilir. Dr. Refik Bey, Bakteriyolojihaneye 1894 yılında girmiştir ve 1913 yılında Bakteriyolojihane’nin müdürü olmuştur. 1927 yılında milletvekili seçilmesi sebebiyle Müesseseden ayrılır. İşgal yıllarında (1920) İstanbul’da veba salgını meydana gelir. Bakteriyolojihaneden aşının üretilip üretilemeyeceğinin sorusuna, hayır cevabı gelir. Konu Gülhane’den sorulunca, Mustafa Hilmi Bey üretebileceğini bildirir. Gedikpaşa hamamını üretim için hazırlar. İhtiyaç duyulan aşıyı, boza şişelerinde üretir. 1924 yılında, İstanbul Kimyahanesi Ankara’ya naklolunur. Hacıbayram semti civarında hizmet vermeye başlar. Cumhuriyet Kuruluyor 1912 yılından başlayan ve üst üste gelen felâketlerden sonra, “Türkiye Cumhuriyeti”nin kurulmasıyla insanlarımız mutlu sona ulaşır. Ancak ülke nüfusunun %80’i gibi büyük bir oranda insanımız, verem, sıtma ve trahomun pençesinde kıvranmaktadır. Trahom mücadelesi yapacak hekim bulmakta sıkıntı çekilmektedir. Refik Saydam mücadeleye katılacak hekimlere 750 lira maaş verecektir. Bu durum ülkemizin birinci derecede halledilmesi gerekli meselesidir. Devletimizi idare eden Başbakanlığın, ihtiyacı karşılayacak büyüklükte bir binası yoktur. Devletimizi kuran Ordumuzun da henüz Genel Kurmay Başkanlığı binası yoktur. İşte bu şartlar altında, Ankara’nın en büyük binaları olan hizmet binalarımızın inşaatlarına 1927 yılı Nisan ayında başlanır. Hıfzıssıhha Müessesesinin kurulması ile ilgili kanun teklifi, 17 şubat 1927 tarihinde Başbakanlıktan, Meclis Başkanlığına sevk edilir. Hıfzıssıhha’nın Misyonu Kuruluş gerekçesinde; “Filhakika bütün asrî tesisatıyle techiz edilecek olan bu müessese, her nevi aşı ve serumları ve bir çok hayati müstehzaratı istihsal edeceği gibi memlekete haricden idhal edilen mümasil müstehzaratı kontrol etmek ve bundan başka bütün mevaddi gıdaiyenin (gıda maddeleri) tahlilâtını icra eylemek ile de mükelleftir” denilerek, Başkanlığımızın görev konularının sınırları belirlenmiştir. Dr. Refik Saydam’ın 11 Nisan 1927 tarihinde, Millet Meclisi’nde, Bakanlık bütçesi için yaptığı konuşmada: ”Hey’et-i Celilenizden aldığımız müsâade üzerine, Ankara’da büyük bir hıfzıssıhha müessesesi yapılacaktır. Bütün bu teşkilâtı vücuda getirdikten sonra, tekmil (bütün) memlekette mevcut etibbayı (doktorları) aledderecât (ihtisas alanlarında) hıfzıssıhha müessesesinde ictimâi tedrisâta (toplu eğitim) tâbi tutarak halk, hayat ve sıhhatı hakkında bilhassa insanların hastalanmaması içün lâzım gelen tedrisatı kendilerine vermeğe başlayacağız. Bu sene zarfında inşaatına başlayacağız” demektedir. Dr. Refik Saydam: Hıfzıssıhha’nın Mimarı Bu arada Hıfzıssıhha’nın kurucusunu kısaca tanımaya çalışalım: Dr. Refik Saydam, Eylül 1881’de İstanbul Fatih’te doğmuştur. Kuleli Askerî Tıp Lisesi’ni bitirdikten sonra girdiği Asker-i Tıbbiye’yi bitirerek 1905 yılında doktor olmuştur. 1910 yılında Almanya’ya eğitime gönderilen 14 personel arasında Dr. Refik Bey de vardır. 1912 yılında Balkan Savaşı devam ederken bu ekip geri çağrılmıştır. 1913 yılında Sahra Sıhhiye Müfettişi Yardımcısı olarak Süleyman Numan Paşa’nın yanında çalışmaya başlar. 1919’da Atatürk Samsun’a çıkarken O’nun ekibinde sağlık başkan yardımcısı olarak yer alır. İlk meclise Doğubeyazıt mebusu olarak giren Dr. Refik Saydam, 1925 yılına kadar değişik aralıklarla Sıhhiye ve Muavenet-i İctimaiyye Vekili olarak görev yapar. Dr. Refik Saydam 4 Mart 1925'de 5. defa Sıhhıye ve Muavenet-i İctimâiyye Vekili olunca, daha önce hükümet değişiklikleri sebebiyle ele alamadığı sağlık hizmetlerini köklü ve planlı bir şekilde ele alır. Kendi el yazısı ile Bakanlık çalışma Programının ana hatlarını şöyle tespit etmiştir: 1. Devletin sağlık teşkilatını kurmak, 2. Fazla sayıda hekim yetiştirmek, 3. Numune hastaneleri açmak, 4. Ebe ve Sağlık Memuru yetiştirmek, 5. Verem sanatoryumu açmak, 6. Sıtma, frengi, trahom ve diğer sosyal hastalıklarla mücadele etmek, 7. Sağlık ve Sosyal Yardım Teşkilâtını köylere kadar götürmek, 9. Sağlık ve sosyal kanunları çıkarmak, 10. Merkez Hıfzıssıhha Müessesesini ve Hıfzıssıhha Okulunu kurmak, Bu konuların her biri başlı başına gayret gerektirecek, yılları alacak, sabır, cesaret ve fedakârlık isteyecek çalışmaları gerektirmektedir. Bu özelliklere sahip olduğunu zamanla gösteren Dr. Refik Saydam, kendi eliyle çizdiği bu programı, çeşitli yokluklar içinde uygular. 1923'ün Devlet Sağlık Teşkilatı, Merkezde; 3 daire (Sağlık Dairesi, Sicil Dairesi, Muhasebe ve Evrak kalemi) taşrada; sağlık müdürlükleri, hükümet, belediye ve karantina tabiplikleri ile küçük sıhhiye memurluklarından ibaret idi. Eldeki personel kadrosu: 554 hekim, 560 sağlık memuru, 136 ebe, 69 hastabakıcı hemşire 4 eczacı şeklindedir. Bu da personel kadrosu ile teşkilâtı genişletmek, salgın hastalıklarla mücadele etmek, hizmeti köylere kadar götürmek imkansızdır. Dr. Refik Saydam, teşkilâtlanmada en önemli meselenin personel yetiştirilmesi, dengeli dağılımı ve bütçe imkanlarının arttırılması olduğunu bilmektedir. Bu sebeple, 1923 yılında mecburi hizmet kanunu çıkarırken bir yandan da 1924 yılında tıp öğrenimini özendirmek ve maddi imkanları yetersiz yurt çocuklarına okuma fırsatı yaratmak için Leylî Tıb Talebe Yurdunu (Yatılı Tıp Öğrenci Yurdu) açtırır. 1942 yılında, bu yurdun öğrenci kapasitesi 1000'i bulur. Hekim sayısını çoğaltmak için ikinci bir tıp fakültesinin Ankara'da kurulması girişiminde bulunur. Bu girişimi, ölümünden sonra 1945'de gerçekleşir. 1929 yılında bakanlık müsteşarı Dr. İsmail Asım Arar ile 3 ay süre ile ABD’de sağlık hizmetleriyle ilgili araştırma yapar. Bu arada Rockefeller fonu yetkilileri yaptığı görüşme sonucu halk sağlığı konusunda her yıl iki kişiye yurt dışı eğitim bursu imkanı sağlamıştır. 1937 yılında Sağlık Bakanlığından ayrılır. Dr. Refik Saydam, 1920 yılı Mayıs ayında Hacı Bayram semtinde iki katlı bir konakta faaliyet göstermekte olan bakanlığımızı o zamanlar yeni gelişmekte olan Yenişehir bölgesine taşıyarak bugünkü şekline kavuşmasını sağlayan kişidir. Refik Saydam’ın düşüncesinde Tıp Fakültesi, Hıfzıssıhha ve Numune Hastanesi’nin coğrafî olarak birbirine yakın olması ve bu bölgenin Sıhhiye kampüsü olarak teşekkülü yatmaktadır ve bunun büyük kısmını hayatta iken gerçekleştirmiştir. 1939-42 tarihlerinde ülkemizi başbakanlık makamında idare etmiş mümtaz bir şahsiyet olan Refik Saydam aynı zamanda halen sağlık sektöründe yürürlükte olan mevzuatlarımızın tamamına yakınını hazırlayan kişidir. Hıfzıssıhha’nın kurulduğu tarihte ülkemiz bir dünya savaşı ve kurtuluş savaşından yeni çıkmış, kendini toparlamaya çalışan yeni bir Cumhuriyettir. İnsanları ‘fakr-u zaruret içinde, harap ve bitap düşmüştür’. Bu zor şartlar altında, Dr. Refik Saydam, geceli gündüzlü, bitmek bilmez bir enerjiyle çalışarak insanlarımızın sağlığını iyileştirmek için inanılmaz çalışmalara imza atmıştır. Bugün Hıfzıssıhha bütün birimleriyle varlığını bu değerli şahsiyete borçludur. 78. yıldönümünü kutladığımız Hıfzıssıhha’mızın kurucusu Dr. Refik Saydam, ikinci dünya savaşı yıllarında İstanbul’un problemlerini çözmek için yakından incelemeler yapmak üzere 3 Temmuz 1942 günü İstanbul’a gitmiş, bu yoğun tempo içerisinde 7 Temmuz’u 8 Temmuz’a bağlayan gece, geçirdiği bir kalp krizi sonucu hayata gözlerini yummuştur. Yapılan bir devlet töreninin ardından aziz naaşı Ankara’ya getirilmiş, 10 Temmuz günü Cebeci Asri Mezarlığındaki ebedi istirahatgahına nakledilmiştir. Hıfzıssıhha Kuruluyor Yenişehir ile Dikimevi arası boştur ve yüksek okullar için planlanmıştır. Müessese de bu araya kurulacaktır. 30 Nisan 1927’de inşaat başlar. Bugünkü Başkanlık (Aşı ve Serum Enstitüsü), Okul, Lojman, Fenni Ahırlar ve Numune Hastanesi’nin mimari planlarını hazırlamak ve kontrol hizmetlerini yerine getirmek üzere Viyana’dan Mimar Robert Örley bir kararname ile davet edilir… İnşaatı, Viyana-Avusturya firması olan Redlich ve Berger Kardeşler yapmıştır. Aynı firma, Sağlık Bakanlığı ve Numune Hastanesi inşaatlarını da yapmıştır. 17 Mayıs 1928 günü, resmî gazetede yayınlanan 1267 sayılı kanunla merkez Hıfzıssıhha Müessesesi kurulur. Bu yıllarda ülkemizde bir tane Tıp Fakültesi vardı. O da, İstanbul Tıp Fakültesi’dir. Hekim sayısı yeterli değildir. Bunun için ikinci bir Tıp Fakültesine acil ihtiyaç vardır. Bunun için en uygun yer Ankara’dır. Ankara’nın da kendine has sıkıntıları mevcuttur. Her şeyden önce alt yapı hazır değildir. Tıp fakültesine geçiş için Hıfzıssıhha Mektebi bir ara dönem olacaktır. Uzun süren bir çalışmanın sonunda (1924- 1945) Tıp Fakültesi açılır. Temel Tıp Bilimleri, Hıfzıssıhha Mektebinde verilir. Tıp Fakültesi 1953 yılında Cebeci kampüsüne taşınıncaya kadar, Dekanlık Ord. Prof. Dr. Abdülkadir Noyan Paşa’nın idaresi altında, yine Hıfzıssıhha Mektebinde faaliyet gösterir. Hatta Tıp Fakültesinin projesi, demiryolu üstünden geçen bir köprü ile Hıfzıssıhha Mektebine bağlanmıştır. Tıp Fakültesi, 1953 yılında Cebeci Kampüsüne geçinceye kadar bu faaliyet devam eder. Hıfzıssıhha Mektebi, asıl hedef olarak Bakanlığımızın akademisi olmak düşüncesi ile kurulmuştur. Geçen yıllar itibarı ile bir takım gayretler hep sonuçsuz kalmıştır. 1929 yılında Dr.Mustafa Hilmi, Ankara Bakteriyolojihanesi müdürlüğüne tayin olur. İstanbul ve Sivas Bakteriyolojihaneleri Hıfzıssıhha Müessesesine nakledilir 1934 yılında, İstanbul’da faaliyet gösteren Çiçek Aşısı Müessesesi de Müessese bünyesine katılır. 1935 yılında hazırlanan bir kararname ile personelin özlük hakları yeniden düzenlenir. Enstitü Müdürü, T.C. vatandaşı olmak kaydı ile 600 lira, Hıfzıssıhha Mütehassısları 300 lira almaya başlayacaktır. Yabancıları aldığı ücretler çok daha astronomiktir. Meselâ, Kimyahanenin müdürü olan Scheller yaklaşık 1200 lira almakta idi. Bu tarihlerde Bakanlığımız müsteşarının maaşı 125 liradır. Bakteriyolojihane Dr. Mustafa Hilmi Sağun, Farmakodinami Prof. Dr. Paul Pulewka idaresindedir. Hıfzıssıhha Müessesesi’nin faaliyette olduğu 1936 yılında, aşı-serum enstitüsünün birim amirleri şöyledir: 1-Dr. Talat Özüm Başkanlığındaki Kontrol Bölümü 2- Veteriner Dr. Sait Bilâl Golem : İmmunizasyon Bölümünün Şefliğini yapmıştır. Burada çeşitli hayvanlar immunize edilerek difteri; menenjit, kızıl, tularemi, tetanoz, gazlı gangren, kuduz, akrep, serumlarıyla, tifo paratifo A ve B, dizanteri aglutinan serumları ve kan gruplarında özgül faktör serumları elde edilmektedir. 3 - Serum Bölümünün şefi Dr. Feridun Nafiz Uzluk’tur. 4 - Dr. Nihat Kızılay, Aşı Bölümünün şefidir Difteri, tetanoz, tifo, kolera, veba, menengokok, tifüs aşılarını hazırlamaktadır. 5- Dr. Niyazi Erzin'in şefi olduğu çiçek bölümü ise, çiçek aşısını üretmektedir. 6 - Dr. Abdülkadir Çilesiz Kuduz Bölümünde, Semple ve F. Hokyes metotlarıyla kuduz, ayrıca BCG aşısını da yapmaktadır. 7 - Dr. Ali Mustafa Menteşoğlu Antijen ve Besiyerleri Bölümünde, bütün besiyerleri, difteri, tetanoz anatoksinleri ile kızıl toksini, ayrıca tüberkülin hazırlanmakta ve Müessesenin genel sterilizasyon işlemi yapılmaktadır. 17 Tip Aşı Ürettik 1936 yılında Hıfzıssıhha’da Tifo, Dizanteri, Kolera, Veba, Menengokok, Stafilokok, Boğmaca, Brucella, Nezle, BCG (ağız ve deri içi olmak üzere), Difteri, Tetanoz, Kızıl, Alüminyum presipiteli karma aşılar, Lekelihumma, Kuduz, Çiçek, Grip aşıları olmak üzere 17 farklı tip aşı üretilip, 35 farklı formülde ülke istifadesine sunulmaktadır. Ayrıca pek çok antijenin yanında tüberkülin de üretilmektedir. Ürettiğimiz kolera aşılarından bir bölümü, 1937 yılında Çin kolera salgınına daha sonra 1948 Kahire kolera salgınına Kızılay’ımız aracılığıyla gönderilir. 1953 yılında, BCG ve İnfluenza aşıları üretim laboratuarları, WHO tarafından kabul edilir ve örnek iki tesis olarak gösterilir. Birkaç değişik yılda, faaliyetlerimizin üretim ve kontrol olarak lira ve yüzde cinsinden istatistik değerleri şöyledir: İnşaatlara harcanan paralar Bakteriyoloji ve Kimyevî Tahlilât binası (Bugünkü aşı-serum) 220,830 lira, İmmunobiyoloji (Aşı-Serum) Binası (Bugünkü başkanlık) 692.963.85 lira, Hıfzıssıhha Mektebi 784.429,50 lira, Fennî Ahırlar 103,729 lira, Kuduz Servisi 137.940.00 lira, İkametgâh Apartmanı 523.334.80 lira, Toplam 2.473.227.28 lira , Binaların inşası için kullanılan kaynaklar: Maliye Bütçesi, Evkaf Umum Müdürlük (Vakıflar Genel Müdürlüğü), Hudûd ve Sevâhil-i Sıhhıye Müdiriyeti Umûmiyesi (Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü) ve Rockefeller fonundan sağlanan 280.000 USD hibe. 1934 yılında, Türkiye bütçesi 173 milyon, (45.5 milyon lira Duyûn-u umumiye borcu), Bakanlık bütçesi de 4 milyon 700 bin liradır. Enstitü çalışmalarını yayınlamak üzere, 1938 yılında “Türk Hıfzıssıhha Ve Tecrübî Biyoloji Mecmuası” adı ile dergimiz yayın hayatına başlar. Kütüphanemiz bu tarihte 50 tane süreli yayına abonedir. 30/12/1940 tarihinde teklif edilen, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi Teşkiline Dair Kanun, 4/1/1941 tarihinde 3959 sayı ile yürürlüğe girer ve teşkilat Hıfzıssıhha Enstitüsü, Hıfzıssıhha Mektebi olarak organize olur. Refik Saydam’ın ölümünden sonra, 10/8/1942 tarih ve 4288 sayılı Kanunun 1. maddesi ile Türkiye Cumhuriyeti Refik Saydam Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi adını alarak isim değişikliği yapılır. Halen bu kanun yürürlüktedir. Enstitü bünyesinde faaliyet gösteren serum üretim laboratuvarları, 1968 yılı Ağustos ayında Esenboğa yolunda faaliyete başlayan Serum Çiftliği’ne taşınır. Serum üretim laboratuvarlarından (Fennî Ahırlar) boşalan sahaya bugünkü A, B, C, D bloklar inşaa edilecektir. Müessese 1983 yılında 181 sayılı kanun hükmünde kararname ile Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı ismini almıştır. 1971 yılında kan ürünleri üretmek üzere büyük harcamalar yapılarak bir tesis kurulur. Ancak, ilk ürünlerin pirojen olması sebebiyle, üretim durdurulur. 1995 yılında, tetanoz aşısı üretiminin fermentasyon teknolojisi ile üretilmesi amacıyla modernizasyon çalışmaları başlatılır. Eski metotla üretime son verilir. Yeni metotla üretim 1999 yılında gerçekleştirilir. Ancak, henüz ülke insanının kullanımına sunulamamıştır. 1933 yılından beri üretilmekte olan semple tip kuduz aşısı üretimine 1996 yılında son verilir. 1998 yılında BCG üretimine son verilir. (Eski teknoloji olması ve ekonomik olmaması) Bakanlığımızın yürütmekte olduğu EPI programına dahil; tetanoz, difteri, boğmaca, kızamık, Polio, hepatit B, BCG aşıları ve ülkede kullanılmakta olan aşıların tamamı, dünyanın değişik ülkelerinden ithal edilmektedir. Bu satın alma işi için yaklaşık her yıl 15 milyon USD ödenmektedir.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|