Kanımca her şey açık ve ortada. Kimse kimseyi kandırmazsa iyi olacağını düşünmekteyim. Bir tarihte U-2 uçağı düşürülmüştü. Pilot sağ olarak kurtulmuştu fakat esir düşmüştü. Amerika, bu pilotu kurtarmak için seferber olmuştu. Bir başka olayda Bosna Hersek ile Sırplar arasında yaşanan soy kırım harbinde, Sırpların eline düşen bir pilotu da kurtarmak için, bir çok kurtarma operasyonu düzenlenmişti.
Bir iki kişi söz konusu ise operasyon düzenlenmesinin çok önemli ve detaylı bir plan gerektirdiğine inanmaktayım.
Bir tarihte Türkiye’nin başına bela olan bölücü eşkiyanın elebaşı olan kişi, Suriye’nin himayesinden, tehdit sonunda İtalya’ya geçmişti. Buradan da Afrika’da bir ülkeye aktarıldığını hatırlarız. Yine uluslar arası bir diyalogla paket edilip, Cavit Çağlar’ın uçağına bindirilip, bazı işlerin pazarlığı karşılığında Türkiye’ye hediye edilmişti. Bizde ise iktidarın bazı ağızlarının:
‘’Büyük bir operasyonla APO adlı eşkiya yakalanmıştır.’’ diye yutturduğu da olmuştu.
Şehit anne ve babalar, bu sözlere dünden inandılar. Halbuki Amerika’nın yönetiminde eşkiya, Suriye’den alınıp İtalya’ya götürülmüştü. O tarihte Amerika, Suriye ile fazla dalaşmıyordu. Genelde Amerika, Orta Doğu’da bir mezhep çatışmasının çıkmasını canı gönülden istemekte ve bu konuyu her fırsatta desteklemektedir. Kitle imha silahları var diye Irak işgal edilmişti. Bu nedenle Irak’taki Türkmenlerin, Kürtler tarafından hırpalanmasına ses çıkarmadıkları gibi, bir başka coğrafyada Sırpların Bosnalılara soy kırım uygulamalarına da bir müddet göz yummalarını esefle izlemiştik.
Saray Bosna’daki soykırım müzesini gezerken, tarihin bu karanlık yüzü, insana tokat gibi çarpmakta. Sunni ve Aleviler ayrı dini görüşlerin insanları. Bu gerçekten kurtulamayız. İran ise, Şii mezhebi konusunda ellerindeki bütün varlığı harcamaktalar. Şia‘nin yaygınlaşması için Suriye’yi kullanmakta, hatta Irak içine nüfuz etmek için bütün yasal ve gayri yasal yolları denemekteler.
En büyük uygulama uyuşturucu konusunda gelişmekte. İran’da içki yasak olduğu için halk kendi evlerinde imbiklerde alkol yapıp, içmekteler. Hatta Afganistan sınırından gelen uyuşturucudan hisselerini alıp, evlerde kullanmaktalar. İran’da uyuşturucu kullanımı inanılmaz rakkamlara dayanmaktadır.
Tahran’da bir davete icabet etmiştim. Yemekten sonra evin erkekleri birer ikişer salondan çıkıp evin bir başka bölümüne gittiler. Ben ise, salonun bir kenarında oturup beklemeye koyuldum, derken evin sahibi yanıma gelip sigara içip içmediğimi sordu.
Ben sigara içmiyorum.
Bu başka bir sigara, isterseniz buyurun gelin bizimle.
deyince anladım. Bana bir taksi çağırmalarını rica edip, otelime geri dönmüştüm. İran’da evlerde esrar içmenin sıradan bir yaşam tarzı olduğunu anlamıştım.
İŞİD adlı terör örgütü ile kimler neler konuşmakta, neler vaadedilmekte, hatta Türkiye’nin sınır kesiminde nelere tolere edilmekte, toplumun hiç haberi olmamakta. Bir TIR dolusu silah ve mühimmatı Jandarma durdurdu diye kıyamet koparılması konusunda kimsenin aydınlatılmamasına, toplumun koyun yerine konmasına çok içerlemekteyim.
Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi Musul’daki konsolosluk binasının saldırıya maruz kalacağının istihbarat teşkilatınca önceden haber alınmaması, istihbarat teşkilatının ne kadar zayıf olduğunu göstermekte. Eğer teşkilatın bu konuda haberi varsa, konsolosluğun boşaltılmamasının çok büyük bir hata olduğunu düşünmekteyim. Türkiye’nin dış politikasının iflas ettiğini Arap Baharı denilen eylemdeki fiyaskoda anladık. Şimdi bu kişiye SerVekil payesi verilmesinin de doğru olmadığı aşikar.
49 kişilik konsolosluk rehinelerinin hepsinin Musul’daki bir evin bilmem kaçıncı katından otobüslere bindirilerek, hava alanına getirilmesinin, oradan Türkiye’ye gönderilme işinin bir operasyondan ziyade, bir pazarlıkla olduğu aşikardır. Buna adım gibi inanırım. Fakat bu pazarlıkta neleri verdik, neleri aldık onu bilmemiz gerek diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.