Çocukluğumda rahmetli babam bana ‘Çocuklar babalarına annelerine yalan söylemez’ diye telkin ederdi. Ben de yalan söylememeye gayret ederdim. Annemle olan yakın iletişimimden mi nedendir, annemle hukukum başka idi. Çocukken spor yapmayı çok sevdiğimden mahalledeki arkadaşlarımla top oynardık. Babam benim spor yapmamı istemezdi, sporu sevmediğinden mi yoksa ince zayıf bünyeli olduğumdan mı neden, işe giderken hep bana ‘’Sakın sokakta top oynama’’ derdi.
Ben de itiraz etmeden “Peki” derdim.
Fakat sabahtan akşama kadar top oynardım. Akşam eve gelen Babam ‘”Günün nasıl geçti?” diye sorduğunda, “Dergi kitap okudum.” derdim. Bu sözlerimi ayakkabılarım desteklemezdi. Ayakkabımın burnu top oynamaktan hırpalanmış bir şekilde gerçeği, ağzı dili olmasa da, doğruyu söylerdi. Babamdan her akşam azar işitirdim. O tarihte lastik ayakkabı Çekoslovakya’dan gelen CİZLAVET marka ayakkabı idi ve bu spor ayakkabılar diğer ayakkabılardan pahalı idi.
Yalanla o tarihte tanışmıştım. Bazı yalanlar vardır, anlarsınız bunun yalan olduğunu, amma tolere edersiniz. Bazı yalanlar vardır onlara PEMBE YALANLAR denir. Pembe yalanlar bir olayda birilerini müdafaa etmek için söylenen, hem anlaşılan hem de hoşgörülen yalanlardır. Bazı yalanlar vardır ki bu yalanları dinlediğinizde söyleyen kişinin cesaretinden dolayı, doğru olarak kabul edersiniz.
Okuduğum yatılı okulda, zaten kimin doğru söylediği belli olmazdı ve neye inanacağımızı bilmezdik. Okula gazete gelmez, Ankara radyosunu uzun dalga 1601.9 Ks den yaptığı yayını dinlerdik. 1950li yıllarda radyodan yayınlanan haberlere inanırdık. O tarihte radyo devletin elinde, yazılan haberleri spiker bayan veya bay oturup okurdu. Kimse bu haberin doğruluğunu tartışmazdı. Daha sonraları toplum içinde yayılan haberlerin kimi zaman doğru olmadığı konusunda şüpheler ortaya çıkmaya başladığı yıllarda, gazete okumaya, hatta değişik bir kaç gazete okumaya başladık. Gazetelerde yayınlanan haberler bazı yerlerde çelişkiye düşmeye yöneldiğinde radyodan yayınlanan haberlere bakarak gazeteleri değerlendirmeye başlamıştık.
Simavi ailesinin yönettiği gazeteye çok itibar ederdik. Bir de güçlü kalemler vardı İlhan Selçuk, Çetin Altan, ve Abdi İpekçi gibi, onlar hür fikirlerini toplumla paylaşırlardı. Onların söylediği sözler içinde yalan veyahut pembe yalan zinhar bulunmazdı. Menfaatleri bu gazetecilerin ilk önceliği değildi. Hele bir Burhan Felek üstat vardı, hiç bir gün onun yazısını kaçırmazdım. O yalın bir dille doğruları yazardı ve ben hayran kalırdım.
Daha sonraları Vatan cephesi ve Millet cephesi diye toplumun ikiye bölünmeye başladığı dönemlerde ‘Ayşe, Fatma, Huriye ve bizim bütün mahallenin Vatan cephesine kayıtlanma tiyatrosundaki yalanlar”ın siyasiler tarafından kullanılmaya başlanması ile Türkiye Siyasi tarihinde kirlilik döneminin başladığına inanmaktayım. Tıpkı bu günlerde toplumun sizler ve bizlere bölündüğü gibi. Bu kirliliğin sadece bilgi kirliliği olmanın ötesinde, yalan üretme yarışının teşvikine meydanı açtığını görmekteyiz.
Gazeteler, siyasi partiler tarafından satın alınınca, siyasi iktidarın söylediği her söz gerçekten uzak, mesnetsiz, ortadan söylenmiş bir söz olarak kalsa da, bu haberlere halkım inanmakta. Ne yazık ki yoksul bırakılan halk bu yalanlara inanmak mecburiyetinde bırakılmakta. Yoksa ne kömür gelir, ne nohut, ne de makarna. Hatta bu yalanlara inanmayanların aylık ödenekleri bile kesilebilir.
Hani parayla meydanlara toplanan halk, söylenen yalanları dinleyip ‘ Gerçek olsa da, olmasa da ben bana verilen yardıma bakarım‘ demekte. Benim yurdum insanı. İşadamının durumu da pek farklı değil, onlar da ‘Ben, bana verilen işe bakarım’ demekte. Bir milletvekili olarak Meclis Kürsüsünden edilen yeminde ‘’Anayasa’ya sadakatten ayrılmayacağıma Büyük Türk Milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim‘’ denmekte ya, Anayasayı değiştirmeye kalkan milletvekilleri hangi Anayasaya sadık kalacaklardı?
Şimdi 12.Cumhurbaşkanı yemin etmek için Meclis kürsüsüne çıktı. Ettiği yeminde değişik olarak ne vardı? Fazla bir şey yoktu. Milletvekili olarak ettiği yemini tuttu mu? Hayır, kimse bu konuda yeminine sadık kaldığına şahit değildir. Şimdi kalkıp Cumhurbaşkanı olarak ettiği yemine sadık kalacak mı? Bence hayır. Yeminde ‘’Anayasa’ya, Hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkilaplarına ve Laik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma...’’ diyerek sonunda yine ‘’namusum ve şerefim üzerine and içerim’’ demekte. Bu yemini ederken mutlaka bir ayağını yukarıya kaldırıp, kendisinde olmayan değerler üzerine yemin ettiğini düşünmekteyim. Tıpkı benim aşınmış ayakkabı burnu ile babama top oynamadığımı söylediğim yalan gibi. Yemin etse ne olur etmese ne, Sunay bile daha şerefli idi diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.