A Yorum
  Acilis Sayfasi Yap Sik Kullanilanlara Ekle  

   
A yorum Kurum
iletisim
login
yayin ilkeleri...



yazi dizileri

Yazı karekteri : (+) Büyük | (-) Küçük

Hak ve Adaleti Tersinden Okumak: Zorbalığa Övgü, “Şüpheli”ye Linç

Kategori Kategori: Felsefe | Yorumlar 0 Yorum | Yazar Yazan: Prof.Dr. Şahin Filiz | 24 Ağustos 2014 08:54:34

Düşünceleri ve duruşları farklı olan gazeteci ve yazarlar geçtiğimiz hafta üst üste gözaltına alındılar. Suçlama, “Ergenekon”a üye olmak ve “halkı kin ve düşmanlığa sevk etmek” gibi, biri olmazsa diğerinden bari işi garantileyelim kabilinden iki uçlu olarak gerçekleştirildi. Aynı “suçlama” ile binlerce insanın gözaltına alınması ve hatta tutuklanması hiç de uzak ihtimal değildir. “Tuz koktu”, “yargı bitti” demek çare değildir.

Bu, olan biteni kabullenmekten ve haklı mücadeleyi, mücadelenin hakkına yakışmayacak şekilde bırakmak demektir. Birileri tuzu da biberi de kokutmak isteyebilir. Oysa bunları korumak, hak ve adalet savunucularının görevidir. Gasp edilen tuz, akar da kokar da. Önemli olan o tuzu kurtarmaktır.


Hak ve adalet, uğruna mücadele edildiği sürece, zorbalığa ve hukuksuzluğa direnmek mümkün olabilir.  Aksi halde, zorbalık övülmüş; hukuk nezdinde şüphelilik de linç edilmiş olur.
Akademisyenden gazetecisine kadar tüm meslek ve meşrep erbabını,  kurucusu ve üyeleri meçhul bir örgüte üyelik gerekçesiyle suçlama furyası ile, “kadınlara yönelik her tondan baskı ve yıldırma” olayları, birbiriyle doğrudan doğruya ilişkilidir. Gazetecilik, yargı erkinin bağımsızlığı, akademisyenlik ve askerlik bu Cumhuriyet’in temel taşlarıdır. Türk kadını da yine bu Cumhuriyet’in çağdaş ve aydınlık taşıyıcısıdır.

İlginç olan, saldırı her iki kanada eş zamanlı olarak gerçekleştirilmektedir. “Dekolte giyersen taciz ve tecavüze uğrarsın. Tecavüz fiilinde her iki taraf da suçludur. Ancak tecavüzcüyü, kendisine tecavüz etmeye teşvik ve tahrik eden kadın, daha çok suçludur. Yoksa erkek ne diye durup dururken tecavüz etsin” gibi açıklamalar, cinsel zorbalığa övgüdür. Ankara Baro Başkanı metin Feyzioğlu’nun dediği gibi, somut hiçbir bulgu ve suç unsuru bulunmamasına karşın, “şüpheli” sıfatıyla gözaltına alınanlar hakkında, fakir milletin sadakalarıyla semirmiş yandaş yazar-çizerin mahkeme kurulmadan önce hâkim-savcı kesilmeleri de “şüphe” ve “şüpheli”ye linç girişimidir ve aynı zorba zihniyetin hukuk alanındaki yansımasıdır.

“Kendi halinde yaşayıp giden kadınlara”, potansiyel zinakarlarmış gibi bakmak, ön-iftiradır. Ön-iftiralar, önyargıları, önyargılar da yargısız infazları peşinden sürükler.

“Başkalarını yalan yere iffetsizlikle suçlayanlar içinizden bir güruhtur…iftiracılara gelince: onların her biri böyle yaparak işledikleri günahın yükünü taşıyacaklardır ve onlardan bu günahın işlenmesinde başı çekenleri acıklı bir azap beklemektedir….bu asılsız isnadı ileri sürenlerden iddialarını doğrulamak için dört tanık getirmelerini istemeniz gerekmez miydi? Çünkü bu tanıklığı sağlamadıkları sürece Allah katında yalancı olanlar işte böyleleridir”.(1)

Yalancılık ise, mümin olma sıfatını ortadan kaldırır. Çünkü başta zulüm ve baskı olmak üzere her türlü melanetin ocağı yalancılıktır. Yalancı olan ise, mümin olamaz.

İki türlü zorbalık, yalnızca hukuk ve insanlık bakımından değil, her açıdan haksız, mantıksız ve insafsızdır. En kötüsü ise, İslamiyet’e uygun olduğu şeklinde sanal bir kanaatin gittikçe yaygınlaştırılmış olmasıdır. Zorbalık yapmak ve zan üzere hüküm vermek, hiçbir dini gerekçeye dayandırılamaz. Bunlara maruz kalan ya da kalanların kimliği, inancı, mezhep ve meşrebi, işlenen cürüme cevaz gerekçesi olamaz, hiçbir şekilde işleyeni de haklı çıkarmaz. “İnanan ne yaparsa haktandır” anlayışı, ilk önce İslam dinine ters düşer. Müslümanlığı, “benden/bizden” başkasına her türlü haksızlık ve adaletsizlik mubahtır diye anlayan kim varsa, ya en basit din bilgisinden mahrumdur ya da Müslüman değildir. Çünkü zorbalık için hiçbir aklayıcı gerekçe yoktur. Şüpheliyi linç için de kimse inanç ölçüşmesini temel alamaz.

Zorbalar ve önyargılılar bile, eylediklerini ahlaki erdemlere dayandırma çabasını elden bırakmazlar. Çünkü her  insan, yaptıklarının ahlaki olarak erdemsizlik olduğu bilse bile, bunu erdemlerle aklamak gereksinimi duyar. Dinin kötüye kullanılmasında da aynı mantık işler. Peki, dini ve ahlakı bile kötüye kullandıklarını biliyorlarsa, bunlara karşı mücadele nasıl etkili olacaktır?

Ne olursa olsun, burada kötü niyet yanında bilgisizlik söz konusudur. Her ikisini de bilgiyle aydınlatmak üzere yenmek mümkündür. Bunun yolu, zorbalık ve kötüye övgüsünü dayandırdığı dini ve ahlaki ilkelerin, bu cürümleri açıkça reddettiğini vurgulamaktır. Ayrıca, hak ve adalet kavramları, bütünüyle sivil, hümanist kavramlardır. İslamiyet  hak ve adaleti Tanrı’nın sınırları olarak belirler. Ama tersini söylemez. Yani Tanrı, hak ve adaletin sınırlarını oluşturmaz; Tanrı ne kadarsa hak ve adalet de o kadar değil; tam tersine, hak ve adalet ne kadarsa, Tanrı da o kadar demektir. Başka bir deyişle, zorbalık, zulüm, iftira, yargısız infaz, cinsiyet ayrımına dayalı baskı ve işkence vb. tümüyle hak ve adaletin çiğnenmesidir. Bunların çiğnenmesi, Tanrı’yı yok saymaktır. Hatta Kur’an’daki birçok ayete göre, O’na düşmanlık etmektir. Dikkatleri şu noktada toplamak gerekir: Tanrı’ya düşmanlık, hak ve adalete düşmanlıktan geçer. Yoksa doğrudan Tanrı’ya düşmanlık edip sonra hak ve adaleti çiğnemek, İslam mantığını tersine işletmek demektir. Bu kavramları Kur’an, “sivil” şekliyle kullanır.

Tahrikin De Zorbalığın da  Dini ve Cinsiyeti Yoktur.

Eğer cinsel tahrik varsa, bu yalnız kadına özgü değildir. Kur’an  tahriki kadına yüklemeyi ve buna bağlı olarak onun üzerinde baskı ve şiddet kurmayı kesin bir dil ile yasaklar.

“İnanan erkeklere söyle, gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler ve iffetlerini korusunlar”(2)  derken, namusun sırf kadınları ilgilendirmediği vurgulanmaktadır. Aynı uyarı eşit olarak kadınlar için de yapılmaktadır.(3)  İki cins erdemlilikte eşittir. Erdemsizlik ve yasak olanı işlemek konusunda da aralarında herhangi bir fark yoktur. Zorbalık ve baskının erkeklere; mağduriyet ve mazlumluğun kadınlara özgülenmesi ayetlere son derece aykırıdır.

Önce kadınlara yönelik zorbalıktan başlayalım.

“Dekolte giyene tecavüz edilir” söylemi her şeyden önce mantıksal açıdan çelişkilidir. Türk toplumunda “söylem baskısı” yapılmaktadır. Mantık disiplinine göre burada “yanlış akıl yürütme” söz konusudur. Mantıkta buna “alakasız sonuç safsatası” denir. Latince karşılığı, “ Ignoratio Elenchi”, İngilizce karşılığı ise “ irrelevant conclusion” dır. Başka deyişe, “niyet başka, temellendiriş başka”dır. Zorbalık övülmekte, tüm kadınlar şüpheli sıfatıyla linç edilmektedir. İslam hukuk diliyle bunun adı, “umum söylenip hususun kastedilmesi”dir. Yani, “dekolteli kadınlar” umum ifade olup, “türban” gibi “husus”, yani özel bir sıfat kastedilmektedir.

“Dekolteli olmak”, umum, yani genel ifadedir. Dini her hangi bir sınıflama yapılmamakla birlikte, “türban” takmamak gibi “husus”, yani “özel” bir durum dile getirilmektedir. Niyet, “ kadının türban örtmesinin gerekliliği”dir. Oysa temellendiriş, “dekolte giyilmemesi” şeklindedir. “ Bir bayan örtünmemekle Müslüman kimliğini reddetmiş, başka bir kimlikle tanınmayı tercih etmiştir”(4)  söylemi, dekolte giyersen gayri Müslim kimliğini tercih etmiş olursun demektir. Bu tercih de, seni Müslümanlıktan çıkarır. Müslümanlıktan çıkan kadın ise, taciz ve tecavüze maruz kalırsa da bundan sorumlu olan sadece kendisidir.

Türbansız olmak, dekolteli olmakla eş tutulmaktadır. Oysa kitaplarımda İslam’ın temel kaynaklarına inerek türbanın hiçbir temeli olmadığını bütün delilleriyle ortaya çıkardım.(5)  Ancak İslam uygarlığını ve ahlak sistemini türbana sıkıştıranlar, türbanın Yahudilik ve Hristiyanlıktan geldiğini bile bile görmezden gelmektedirler.

İki örnek vereyim:

İlki Tevrat’tan: “Ve Rebeka köleyi dedi: “ Bizi karşılamak için tarlada yürüyen bu adam kimdir? Ve köle, “efendimizdir” dedi. Ve Rebeka peçesini aldı, örtündü”.(6)

“Kırlarda yürürken karşımıza çıkan bu adam da kim? Hizmetkâr: “ Bu benim efendim”, dedi. Bunun üzerine kadın başörtüsünü aldı ve örtündü”.(7)

Tevrat’tan yalnızca iki örnekle yetinip bir örnek de İncil’den vereyim:

“Başörtülü olarak dua eden her erkek başını küçük düşürür. Fakat başörtüsüz olarak dua eden kadın, başını küçük düşürür. Çünkü tıraş edilmiş olmakla aynı şeydir. Çünkü eğer kadın başını örtmüyorsa, saçı da kesilsin, fakat kadına saç kesmek yahut tıraş olmak ayıp ise, başını örtsün.” (8)

Nasıl mı?

Kadına bakmanın fitne korkusu yüzünden caiz olmadığı şeklindeki görüşte yer alan “fitne” gerekçesi yine aynı araştırıcı tarafından şu sözlerle tekrar ortadan kaldırılır. “ Bakma konusunda kâfir kadın da Müslüman kadın gibidir. Ancak kâfir kadının saçına bakılabileceğini söyleyenler de vardır. Süfyanü’s-Sevri, zimmî kadınların ziynetlerine (orasına burasına-ŞF) bakmakta mahzur yoktur. Bunun yasak olması fitne endişesindendir. Haram olduğundan değildir, der.

Tabloya bütün olarak baktığımızda bu görüşten şunu çıkarabiliriz: Yabancı kadına bakmak, dinen değil, toplumsal olarak ‘haram’dır ya da sakıncalıdır. Bu sakınca ‘fitne’ korkusundan kaynaklanır. Özde bu fiil haram değildir. İşte türban da, dinen değil, toplumsal ve siyasal açıdan farzdır. Dekolte ve türban söylemindeki baskının mantığında yatan da budur.(9)

Kadının evde dahi örtünmesine ilişkin görüş de aynı mantık içinde değerlendirilmelidir.(10)

Şimdi “dekolte” söylemini açalım: “Sen Müslüman kadınsın. O halde evden dışarı çıkmaman en doğru tercihtir. Çıkarsan, baştanbaşa örtüneceksin. Ola ki, bedenini tümüyle örtmene karşın, başını örtmeyi ihmal edersen, “dinen” “dekolteli” olursun. Bunu yaparsan, Müslüman kimliğinden çıkarsın. Böylece kâfir kadın kimliğini tercih etmiş olursun. Bu tercihin sonucu, -eğer birileri görmeyecekse-senin saçına, orana burana bakmak caiz olur. Arkasından, taciz ve tecavüz gelirse, sorumluluk sendedir. Tecavüzcü, masun ve masumdur. Çünkü sen farklı bir kimliği ve bunun sonucu olarak dekolteli kıyafeti tercih ettiğin için bu “ceza”yı hak etmiş oluyorsun. Tecavüzcü, bu fiilini ancak, sosyal endişeden dolayı yapmayabilir, artık şansına.”
İşte “irrelevant conclusion” bu demektir.

Bu söylem, ikinci bir mantık hatası taşır.

Yumuşatarak tekrarlayayım: “Dekolte giyen her kadın, tecavüze maruz kalır”, demek, mantıkta “niteliksel adam karalama” ya girer. Latince karşılığı, “Circumstantional Ad Hominem”dir. “Kişiliksel ve niteliksel karalama”, doğrudan doğruya insanı, kendi kişilik özelliğine bağlı olarak kötülemektir. Giysiyi ad edip cinsiyet ayırımıyla başlayan bu karalama, önce kadına, sonra da tüm insanlara yönelik bir karalamadır. Oysa bu tutum, İslam mantığıyla taban tabana çelişmektedir. Çünkü İslamiyet’te ne cins, ne de ırk ayrımı yoktur. Kişiler, giyim kuşamı ya da yaratılıştan gelen nitelikleri bakımından övgü ya da yergiye layık görülmezler.   Ayrımın tek ölçütü, “Tanrı sevgisi ve erdemli yaşayış(takva)”tır.
    
    “Dekolte giyersen, tecavüze uğrarsın” söylemini öğelerine ayıralım. Mağdur, mütecaviz ve tecavüzden oluşan bu söylemde, mütecaviz ve tecavüz eylemi zımnen övülmekte; mağdur ise yerilmektedir. Zorbalığa övgü vardır. Suç ve suçlu, mağdurun tahriki gerekçesine dayanılarak önce aklanmakta; sonra da alkışlanmaktadır. Bu tam da zorbalığa övgüdür. “Yanlış akıl yürütme”, “niteliksel adam karalama”, “niyet başka, söylem başka” aşamaları iftiraya, baskı ve zulme götürmektedir. Sonucu ise, zorbalıktır.

“Kendi halinde, işinde gücünde dürüst bir kadına iftira atmanın iğrenç bir şey olduğu…”(11)  açıktır. Ayet, mağdur kadın için hiçbir din koşulu öne sürmemektedir. Giyim-kuşam ölçütü getirmemektedir. Mağdur sayılması için sadece mağdur olması yetmektedir. Din şartı da giyim biçimi de ortaya konmamaktadır. “Dekolte” söylemindeki gibi, suçu ve suçluyu bırakıp mağduru kötülememektedir. Söylem ayete baştan ayağa aykırıdır.
    İyilik kötülük, kadın-erkek demeden her iki cinsi için de geçerlidir. “Erkek olsun kadın olsun, iyilerle iyiler kötülerle kötüler uyumlu olabilecekler”dir.(12)  Suçun da suçlunun da cinsiyeti yoktur. Ancak zorbalık, cinsiyet ayrımı yapmaktadır. Çünkü kadının ve “şüpheli”nin hukukuna el uzatmak, hiçbir sınır tanımadan sürekli zorbalık yapmak”(13)  “zulüm ve baskı” olup “hak ve adalet sınırlarını ihlal etmek”tir.(14)  Hak ve adalet sınırları Allah’ın sınırlarıdır.(15)  “Dekolteli” olmak veya “Ergenekon” ya da “Balyoz”la suçlananlara duyulan “nefret”, “adaletsizliğe itmemeli”dir.(16)  Çünkü “hak(17)  ve adalet sınırlarını bilerek ve isteyerek ihlal eden için şiddetli bir azap” vardır.

Oysa bu sınırlar bilerek ve isteyerek çiğnenmekte; suçlu-suçsuz ayırımı yapılmadan “nefret”le iftiralar atılmakta; tutukluluk sürelerinin uzatılması için her türlü iletişim olanakları kullanılıp zorbalık övülmekte, “şüpheliler” linç edilmektedir. Tutuklu olup da hasta olanlara göz açtırılmadığı gibi, hatta hapisteyken ölenler için insafsızca yazılar ve iftira kampanyaları yapılmaktadır. Zorbalığa övgü budur. Hak ve adalet sınırlarına, “bunlar benim sınırlarımdır; çiğneyen, bana düşmanlık eder” diyen kutsal Kitab’a kör ve sağırdırlar.

Oysa suçlanmak, yani “şüpheli” ya da sanık olmak ve şu ya da bu şekilde giyinmek, kesinlikle “büyük günahlar” arasında geçmez. Küçük kusurlardan bile sayılmaz. Çünkü fıkıh literatüründe “küçük günahlar”, hukukun alanına girmez. Zulüm ve haksızlık anlamı taşımaz. “Allah’a eş koşmak, ana-babaya isyan etmek, adam öldürmek (haksız yere cana kıymak)(18) , yalan yere yemin etmek, çocuğunu rızık korkusuyla öldürmek, komşunun ırzına göz dikmek, büyü yapmak, faiz yemek, yetim malı yemek, savaştan kaçmak, suçsuz ve temiz kadınlara iftira atmak, mümin kardeşinin hakkına haksız yere tecavüz etmek” belli başlı büyük günahlardan olup bu liste yetmiş altıya kadar uzar gider.(19)  Bunlardan birini ya da birden fazlasını işlemek, hem İslamsızlık, hem de insafsızlıktır.
   
                Kul, Allah hakkının Bekçisi Değildir

    İslamiyet’te iki temel haktan söz edilir: Allah hakkı ve kul, yani insan hakkı. Peki, Allah’ın hakkı nedir? İnsanın hakkı nedir?

    “Kıyamet Günü’nde Allah katında üç çeşit zulüm dosyası açılacaktır:
1. Allah’a eş koşmak. Büyük günahların başında geldiğini anımsayalım. Allah kendisine eş koşulmasını affetmez.(20)
2. İnsanların birbirlerine yaptıkları zulümdür. Allah bunun peşini bırakmayacaktır.
3. İnsan ile Allah arasındaki zulümdür ki affedilebilir.(21)

İnsan ya da Allah hakkı denince, kadın-erkek ayırımı yapılmaz. Çünkü “Kıyamet Günü, Allah, kendi hakkını tüm erkek ve kadınlara bağışladığını”, ancak insan haklarını konusunu insanların kendi aralarındaki sulha bıraktığı” belirtilir. İnsan-Allah arasındaki günahlar küçük, insan-insan arasındaki haklar ise büyük günahlardandır. Küçüğü, Allah2a ait olduğu için, affedilebilir. Ancak büyük olanı, mağdur insanın affına bağlıdır. Aksi halde Allah, kul adına mağdurun hakkından geçmez.(22) 

    İnsanın insan üzerindeki hakkını ancak insan ödeyebildiğine göre, zulüm ve baskı, Allah’tan değil, insandan kaynaklanmakta denilebilir. Kul, kendi hakkını korumakla yükümlü iken, kalkıp da Allah’ın hakkını savunması, Allah’a saygısızlıktır. Bunun adı din istismarı olur. Allah yerine geçip insanlardan hesap sormak, en hafifinden O’na eş koşmak; eş olmaya çalışmaktır. Bu ise, hem O’na hem de insanlara zorbalık yapmaya kalkışmak demektir. “Dekolteli”ye tecavüzü mubah görmek, insanın insana hakkını iade etmek şöyle dursun, Allah adına kullardan hesap sormak; intikam almak demektir. Her türlü aracı kullanarak suçlu olup olmadığı bile belli olmayan insanları yargısız infaza tabi tutup hukuk ve ahlak erdemleri adına tanrısal makam adına hesap sormak, cezalandırmak, zorbalığa övgüdür. Atılı suçtan linç etmektir. Bu ise, insanın kendini Allah yerine koyması kadar “büyük bir günah”tır. Ülkemiz, cinsiyette kadına, hak ve adalette hem kadına hem de erkeğe yönelik zorbalık ve linç örneklerini gün geçtikçe daha çok yaşamaya başlamıştır.
       
 Zorbalık ve Linç’in Zihinsel Kaynakları

Türkçemizde “zanlı”, “şüpheli” ve “sanık” kavramları genellikle hukuk biliminde yaygın olarak kullanılmaktadır. Ahlak hukuk ilişkisinde, başka bilimlere ve disiplinlere göre çok farklı bir yapı söz konusudur. Ahlakın alanı hukuktan daha geniştir. Hukuk daha dardır. Buna göre, her ahlaki olan hukuk kapsamına alınamaz. Ama her hukuk kapsamında olan, ahlakın alanı içindedir. Yani, hukukçular ahlaka ve etiğe aykırı karar alamazlar. Ahlakçılar da hukuka aykırı erdem koyamazlar ama hukukun dar alanı içine sıkışıp kalmazlar. Yani ahkai olarak verilen bir hüküm, aynı zamanda hukuksal bir yargı olmayabilir. Ama her hukuksal yargı, ahlak ilkeleriyle uyuşmak zorundadır. Aksi halde “ahlak dışı” bir hukuk”la karşı karşıya kalırız.

    Ülkemizde yaşanan gözaltılar, tutuklamalar ve hapse mahkumiyet olgularının pek çoğu bu türe girmektedir. Kur’an literatüründe bunun adı “zan”dır. Zan, hiçbir kanıt sağlamaz. Zanla yargılama, İslamiyet’e göre kesinlikle haram kılınmıştır. Zan ve önyargı, kişinin özel hayatını araştırmaktan başlar; hayatının tümüne kast etmeye kadar varır. “zanlı”, şüpheli” veya “sanık”, zan ve tahmine dayalı olarak suçlu ilan edilemez.

    “Ey inanca ermiş olanlar! Eğer bir yoldan çıkmış (fasık) size bir haber getirirse onun doğruluğunu (iç yüzünü) araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz”(23)

    “Ey inananlar! Zandan çok sakının. Zira zannın bir kısmı günahtır. Biribirinizin gizli şeylerini araştırmayın; biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz ölmüş kardeşinin etini yemeyi sever mi?” (24)
    Telefon dinlemeleri, yandaş basında kişilerin özel hayatlarına ilişkin iftira ve karalama kampanyaları bu ayetin kesinlikle haram kıldığı fiillere en somut örneklerdendir.

Amerika’dan Türkiye’ye sürekli iftiralar atan ve onca insanı Ergenekon ve Balyoz denilen örgütlerin üyesi olmak iftirasıyla zan altında bırakan Tuncay Güney ve buradaki destekçi yazar-çizerlerinden daha somut fasıklar güruhu olmamıştır. Zanna dayalı yargılamalarla nice insanın evi basılmış; nicesi daha suçunu bile bilmeden tutuklanmış ve nicesi de hücrelere tıkılmıştır. Fasıklar, yalan haber ve iftiralar üretmişler;  cemaat, bu fıskı, din adına aklamayı ibadet saymış ve saymaktadır. Hâlbuki İslam dini cemaat dininden çok farklıdır. Çünkü İslam dini iftiraya, zanna ve önyargıya savaş açmaktadır. Bir ahlak ve erdem dini olarak, tarih boyunca, taklitlerine karşı hep kazanmıştır. Cemaat dini İslam dininin post-modern taklidinden başkası değildir. O da yenilecektir.
   
   
Haksızlık ve Adaletsizlikten Yöneten de Yönetilen de Sorumludur.

Diğer taraftan, Mümin olmak, İslam dinine göre, her zaman haklı olmak anlamına gelmez. Ölçü, din ve şeriat mı sorusu da anlamsızdır. Çünkü aşağıdaki ayette haklılık, din ve iman derecesine göre değil, tamamen “sivil” bir ölçüye, yani adalete göre belirlenmelidir.

    “ Eğer inananlardan iki grup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin. Şayet biri ötekine saldırırsa, Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın. Eğer dönerse, aralarını adaletle düzeltin ve her işte adaletli davranın. Şüphesiz ki Allah adil davrananları sever.”(25)

    Demek ki insanlar hakkında hüküm verirken “din, dindarlık, şeriat ya da muhafazakarlı” ölçütleri değil, sadece adalet geçerli ve meşru bir kriter olmaktadır. Zan ve tahmin, önyargıların zihindeki ürünleridir. Zan, zihnin tutsaklığıdır. Zamanla kalbi de etkiler ve ilk tahrip edeceği değer, Allah inancıdır. Bundan şirk doğar. Şirk yani Allah’a eş koşmak ise, zan ve tahminin gayri meşru çocuğudur. Gayrı meşru çocuğa atalık iddiası ise, hem ahlaken kötü; hukuken de “geçersiz”dir. Zanna dayalı, “şüpheli”yi önceden suçlu ilan eden her türden “savcılık”, bunun gibidir. Halkının avukatı olmak üzere seçilenler, halkına karşı savcılık iddiasında bulunurlarsa bu ikilemi yaşarlar. “ben ne savcıyım, ne de hâkimim, yargıya bir şey diyemem” demek, “bu davanın savcısıyım” önyargılı hükmünü ortadan kaldırmayacaktır.

    Şu ayetler,  içeriğinde zan ve tahminin, Allah’a şirk koşmakla başladığını; insanlara da zulüm ve baskı olarak uzandığını açıkça vurgulamaktadır:

    “Unutmayın ki, göklerde ve yerde kim varsa hepsi ister istemez Allah’a aittir, hal böyleyken Allah dışında tanrısal nitelikler yakıştırılan varlıklara yalvarıp yakaran kimseler böyle yapmakla neye uyuyorlar, sadece zanna uyuyorlar; yalnızca tahmine dayanıyorlar”.(26)

Cemaat ve dini liderler, Allah’tan başka tanrısal nitelikler yakıştırılan kimselerdir. Onlar da en az bağlıları kadar insandırlar. O halde, onlarda tanrısal güçler vehmetmek, onları Allah yerine koymaktır ki, bu zan ve tahminin insanı şirke götürmesi demektir. Bunlar da kendilerini zamanla Allah vekili sanıp hükümler vermektedirler. Oysa Allah katında bu davranış ve zanlarından dolayı cezalandırılacaklardır. Bu cezadan, onlara ilahi güçler ve nitelikler yakıştıranlar da muaf olmayacaklardır:

    “İşte, Rablerinin ayetlerini reddeden, O’nun elçilerine başkaldıran ve hak-hakikat düşmanı her inatçı zorbanın koyduğu yasaya boyun eğen Ad toplumunun sonu böyle oldu”. Çünkü zorbanın koyduğu yasalara uymak da zorbalığa suç ortağı olmaktır. Bu bir zulümdür. “Zulüm ve baskı ise, öldürmekten kötüdür”.(27)

    Allah’a ortak koşmayan, zulüm ve baskı yapamadığı gibi, zorbalık ve linçin de yanında yer alamaz. Zulmün affedilmemesi, adaletsizlin kaynağı oluşundandır. Adaletsizlik ise, Allah’a eş koşmakla başlar; insanlara zorbalık yapmaya ve iftira atmaya kadar dallanıp budaklanır. Zulüm bir alışkanlığa dönüşür. “ Zulüm işlemeye şartlanmış olanları Alla asla affetmeyecektir”.   İftira toplumuna dönüşmek ve uydurma haberlere dayanarak Allah’a ve insanlara zulüm yapmak, bir toplumu felakete sürükleyecektir. “Hiçbir gerçek bilgiye dayanmadan kendi uydurduğu yalanları Allah’a isnad eden, böylece insanları saptırandan daha hain kim olabilir? Unutmayın ki Allah, böyle zalim bir halka doğru yolu göstermez”.   Allah’a yine O’nun adına yalan uydurmak; Müslüman’ı Müslüman’a kırdıracak kadar bu yalanı savunmak, İslam ülkelerinde yerleşik bir gelenektir. İslam ülkelerinin asırlardır iflah olmaması, gün yüzü görmemesi, huzur nedir bilmemesi başka nasıl açıklanabilir?

Yalnızca yönetenler değil, yönetilenler de bu perişanlıktan sorumludurlar.

“Ve gerçek şu ki, Biz Musa’yı ayetlerimizle ve apaçık bir yetkiyle Firavun ve onun seçkinler çevresine gönderdik. Ama berikiler, Firavun’un hükmüne boyun eğdiler oysa, Firavun’un hükmü hiçbir şekilde sağduyu ürünü değildi”.(30)

Hem yöneten, hem de yönetilenler eşit derecede sorumludur, hiç kimse bütün suçunun, statü olarak kendisinden üstte bulunan kimselerin verdiği emirleri körü körüne yerine getirmek olduğu mazeretiyle bu sorumluluktan kendini kurtaramaz.(31)

Adaletin de Adaletsizliğin de Cinsiyeti, Dini ve Irkı Yoktur.

Bu kavram hiçbir ırka, dine ya da cinsiyete ait değildir. Başka bir deyişle, adalet veya adaletsizlik, din, ırk ya da cinsiyete göre işlemez. Sadece hak ve haksızlık ölçülerine göre geçerli olur. İslamiyet bu ilkeleri olduğu gibi benimserken kan bağından bile üstün tutar.
 
    “Siz ey iman etmişler! Sizin, ebeveyninizin ve akrabalarınızın aleyhine de olsa, Allah rızası için hakikate şahitlik yaparak adaleti gözetmeye azmedin.  O kişi zengin de olsa fakir de olsa, Allah’ın hakkı onların her birinin hakkının önüne geçer. Öyleyse, kendi boş arzu ve heveslerinize uymayın ki adaletten uzaklaşmayasınız. Çünkü eğer hakikati çarpıtırsanız, bilin ki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” (32)  Çünkü adalet, hem Allah’ın hem de insanların sınırlarıdır. “Gerçek şu ki, Allah adaleti ve iyilik yapmayı, yakınlara karşı cömert olmayı emredip utanç verici ve arsızca olanı, akıl ve sağduyuya aykırı olanı ve azgınlığı, taşkınlığı yasaklıyor”. (33)

İslamiyet, adalete din, ırk ve cinsiyet adresi vermemektedir. Aksini düşünen, dindarlık, cinsiyet ve ırk ölçütlerini adaletin ölçütü yapan herkes, önce mensubu bulunduğu dini yalanlamaktadır. Kendi dinini yalanlayan da Müslüman değildir. Klasik İslam kelamı böyle bir davranışın en azından münafıklara ait olduğunda hemfikirdir. Ayette adalet ve iyilik, hiçbir şarta bağlanmaz. Yakınlarımız için de herhangi bir din şartı aranmaz. Hiçbir ön koşul öne sürmeksizin onlara cömert olmak durumundayız.  Utanç verici ve arsızca olan her şey, adaletsizlikle, baskı ve linçle aynı şeydir. Akıl ve makuliyete aykırı olan, azgınlıktır, taşkınlık yapmaktır. Bu iki kötü nitelik, insanın kendini tanrılaştırmasıdır. Bu yüzden O’na şirk koşmakla aynı şey olduğu için, zulümdür, zorbalıktır. Her şeyin yaratıcısına böyle davranan bir kimse, yaratılanlara neler yapmaz ki…”Çoğunluk bizde, temsil gücümüz tüm partileri toplasanız bizim yarı oyumuza ancak ulaşır. O halde biz ne yaparsak yapalım haktandır” demek, azgınlık ve taşkınlıktır. Zulüm ve baskı bu kötü ahlaki niteliklerden doğar.

İslamiyet zorbalığı yasaklar. Zorbalığa övgüyü lanetler. Yargısız infazı, Allah’ın kendi sınırları olarak ilan ettiği hak ve adalete düşmanlık sayar.

Birini ya da hepsini birden yapan, acaba kendini Müslüman sayabilir mi? İnsan olamayan İslam olabilir mi?



1 24 Nur 11, 13.
2 24 Nur 30.
3 24 Nur 30.
4  Mehmet Göktaş, Örtünme Çağrısı, ss. 48–50, 56.
5  Bkz. Şahin Filiz, Siyaset-Tarikat Gölgesinde Din ve Kadın, Aydın Toplum Y., Ankara 2008.
6  Tevrat, Tekvin, 65.
7  Tevrat, Tekvin, 65.
8  İncil, Korinthoslulara 1. Mektup, 11.Bab, 4–6 Cümleler.
9  Geniş bilgi için bkz. Şahin Filiz ,Siyaset-Tarikat Gölgesinde Din ve Kadın, Aydın Toplum Y. Ank. 2008, ss. 80, 81 vd.
10  Bkz. Faruk Beşer, Fıkıh Açısından Avret ve Örtünme, s. 103.
11  24 Nur 23.
12  24 Nur 36.
13  42 Şura 130.
14  2 Bakara 61, 83, 191, 217; 3 Al-i İmran 112; 6 Maide 70, 78.
15  3 Al-i İmran 162.
16  6 Maide 8.
17  2 Bakara 178.
18  25 Furkan 68.
19  Buhari-Müslim (Şa’bi’nin Abdullah b. Amr’dan rivayeti); Buhari, Eyman, 16; Müsned, II/201; Buhari, Edeb, 6; Müslim, ;man, 143; Tirmizi, Şehadet, 3; Buhari, Tefsir; Müslim, İman, 142; Tirmizi, Tefsiru’l-Kur’an, 26; Müsned, I/434; Buhari, Hudud, 44; Muslim, İman, 145; Ebu Davud, Vesaya, 10; Ebu davud, Edeb, 40; Müsned, I/190 (İbn Kayyım el- Cevziyye, Medaricu’s-Salikin, İnsan Y., İst. 1990, I/ 255).
20  4 Nisa 48.
21  Bkz. İbn Kayyım el-Cevziyye, I/256.
22  Bkz. İbn Kayyım el- Cevziyye, I/256.
23  49 Hucurat 6.
24  49 Hucurat 12.
25  49 Hucurat 9.
26  15 Hicr 96.
27  2 bakara 191.
28  2 Bakara 217.
29  4 Nisa 168.
30  6 Enam 144.
31  11 Hud 96.
32  Bkz. Muhammed Esed, Kuran Mesajı, çvr.  C. Koytak-A. Ertürk, İşaret Y., İst. 2000, s. 445.
33  4 Nisa 135.
34  16 Nahl, 90.

Facebook'ta paylaş   |   Twitter'da paylaş


 | Puan: 10 / 9 Oy | Yazdırılabilir SayfaYazdır

Yorumlar


Henüz Yorum Yazılmamış

Yorum Yazın



KalınİtalikAltçizgiliLink  
Simge Ekle

    

    

    

    







'Büyük Osmanlı Soygunu': 10 maddede Eric Adams davası…
İSTİHAB HADDİ
Türbülans vakaları iklim değişikliği etkisi mi?
Dünyanın gözü kulağı Ortadoğuda: İran-İsrail gerilimi tırmanıyor.
İsrail, Gazze'de yardım konvoyunu hedef aldı: Biri Avustralyalı 7 kişi öldürüldü

TRUMPİST BİR DÜNYADA ERTESİ GÜN
Seküler Yahudiler rahatsız: "İsrail, İran olacak"
Avusturya seçimleri: Aşırı sağ sandıktan birinci çıktı.
Avustralya binlerce vatandaşına Lübnan'ı terk etmelerini tavsiye etti.
New York Belediye Başkanı Türkiye'den rüşvet mi aldı?

Türkiye işçiler için bir cehennem
İkinci Trump dönemi: Küresel ekonomi nasıl etkilenecek?
AB, çoğunluk sağlanamamasına rağmen Çinli elektrikli araçlara ek gümrük vergisini onayladı.
Türkiye'de ekonomi politikaları konkordato ve iflasları patlattı.
Türkiye'de açlık sınırı 20 bin TL'ye dayandı

Türkiye'de Covid-19 salgını yaşam süresini azalttı.
Uzmanlar uyardı: "Uzun yaşayanlardan tavsiye almayın"
Fahri Kiamil
İki annenin başlattığı akıllı telefon karşıtı hareket çığ gibi büyüdü
Afganistan'da onlarca arkeolojik alan buldozerle yıkılarak yağmaya açıldı.

"İNEK BAYRAMI" ekitap
Dünya tarihini şekillendiren 6 içecek türü
Taş Kağıt Makas Oyunu (Jan Ken Pon)
"DUHOK KONUŞUYOR" ekitap
ENTERNASYONAL

Tokyo’dan Hasanlar’a, Kudüs’te bir mahkemeden bizim buralara…
“KADERİMİZ DIŞARDAN YAZILAMAZ - DIŞARI KADERİ BELİRLEYEMEZ…”
Niyetime İlham
KİBİRLİ GÜÇ ZEHİR - ERDEMLİ BİLİM PANZEHİR
KARARLILIK - KİŞİSEL ALTYAPI

Yarasaların azalmasıyla bebek ölümlerinin ilişkili olduğu ortaya çıktı.
AB İklim İzleme Servisi: 2024 yazı kaydedilen en sıcak yaz oldu.
Akdeniz'deki yaşam yok oluşun eşiğine gelmiş.
Su üzerindeki iklim değişikliği baskısı Türkiye'yi su fakiri olmaya sürüklüyor.
Türkiye ve Yunanistan'daki kültürel miras alanlarının en az üçte biri yükselen deniz seviyesinin tehdidi altında.

Türkiye, kişisel verileri en çok sızdırılan 19.ülke
Apple otomobili ABD'de üretime bir adım daha yaklaştı.
Yaşgünün Kutlu Olsun James Webb Uzay Teleskobu
Su ve deterjan olmadan çalışan bir çamaşır makinesi
Akıl okuyabilen robot tasarladılar

İncil'de sözü edilen mistik ağaç 1000 yıllık tohumla yeniden yetiştirildi.
Karıncaların 66 milyon yıldır tarım yaptığı ortaya çıktı.
Antik Mısır'daki popüler masa oyununun şaşırtıcı kökenleri ortaya çıktı.
At binmenin kökenine dair ezber bozuldu.
Stephen Hawking'in ünlü paradoksu çözülmüş olabilir: Kara delikler aslında yok mu?

2023 yılında Türkye’de çocukların cinsel istismarı hakkında 40.000'den fazla dosya açıldı.
Çalışanların geliri son 20 yılda azaldı.
Türkiye’den göç eden Türklerin sayısında 5 yılda %243 artış
BM: Dünya nüfusu 2084'ten itibaren gerileyecek
Dünya nüfusunun ruh sağlığı giderek bozuluyor

Madeleine Riffaud est partie
GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER
JOYCE BLAU, 18 Mart 1932-24 Ekim 2024
HIZLANAN TARİH
DERTLİ-MİR-DÖNE

Nereden Geldi Nereye Gidiyor
Atamın Sözleri
Cumhuriyet 101 Yaşında
Kadın ve Erkek
MAZRUF

Mimar Sinan: Bir Dehanın Yükselişi ve Osmanlı Mimarisinin Zirvesi
İskandinav Göçleri ve Vikinglerin Avrupa Üzerindeki Etkisi
Hümanizm Nedir?
Osmanlı’da kahve kültürü, Osmanlı’da kahve isimleri..
Amerika’da Ayrımcı Politikalar ve Siyahi Mücadele Tarihi


kose yazarlari En Cok Okunanlar
Son 30 günde en çok okunanlar
En Cok Okunanlar










Basa git