|
|
bildiriKategori: Ayorum Güncel | 0 Yorum | Yazan: Aykut Yazgan | 11 Ağustos 2014 11:32:58 özgürlük diyorsunuz.. hürriyet diyorsunuz, hür olmak, bağımsız olmak istiyorsunuz.. nasıl? rahmetli ecevit’in bir kitabının önsözünde yazdığı gibi bir adamın çırılçıplak soyunup bir binanın tepesine çıkarak avaz avaz “işte şimdi ben özgürüm” diye bağırması gibi mi? özgür olamadığınız gibi haysiyetinizi, onurunuzu da özgürlüğünüzle birikte; size göre, cüzi bir miktara ya da kafi miktarlara,kendi ölçüşerinize göre makul ölçülerde karşı tarafa sattınız.
devlet denen ucubenin salyalı pis ağızınla dokuz öğüten hükümetlerine, yargılarına, polislerine, gizli gizli dolaplar çeviren teşkilatlarına, leşkerine üç on parya kutsal saydığınız her şeyi peşkeş çektiniz.. kabahat sizde mi? onu bilmem.... hatırlıyor musuzunuz, “2001 a space odyssey” diye bir film vardı. tarih ve darwin gereği iki ayağının üzerine yeni doğrulmuş ve sonradan da kendisine insan denilecek olan orangutan suratlı bol kıllı bir hayvan.. eline kazara geçirdiği eti yenmiş derisi sıyrılmış bir kol kemiğini, oraya buraya savurur.. sonra kemiği karşısındakinin kafasına patlatır.. ve hayretler içersinde görür ki kafası kırılanın artık rakip olamıyacağı.. bu güçtür.. yeni keşfedilen GÜÇ.. geçmişimize; bizi onurlandıran ve bizi kahreden geçmişimize baktığımızda homo sapiens, homo sapiens neandertalensis’inde yokolması böyle bir hikayedir.. çünkü cro- magnon’ların elinde de ayni kemik, ayni sopa ayni güç vardı.. zamanında bu güç sizi gemiler dolusu zincire vurarak yerinizden yurdunuzdan etti.. hatırlıyor musunuz.. afrika’nın ortalarından batı sahillerinden yeni dünyalara kadar.. karşı sahillerde kendinize göre huzurlu bir hayat yaşarken bu güç bir kaç altın uğruna, soyunuzu sopunuzu katletti.. bu lanet güç, biz ezelden beri bu topraklarda yaşarız doğa ile iç içe diyen zavallı kızılderililileri kendi topraklarında keserek, vurarak, esir alarak kendi topraklarından kovarak başarılması güç bir pisliğe imza attı.. bu güç size köleliği layık gördü.. her şekli ile.. bu güç altı yaşını dolduran bebeleri fabrikalarda onaltı saat çalıştırdı.. madenlerde helak etti.. tarlalarda kamçılattı.. öldürdü... bu güç adamın birinin eline bir dürbün verip beline de bir altıpatlar takarak ve göğsüne de üç beş madalya takarak onu bir tepenin üstüne dikti.. ve o sizleri sizin olmayan savaşlara yolladı.. öldürdünüz.. neden öldürdünüz... neden... ve öldünüz.. neden.. neden bütün bunları bilmeden aptalcasına ve nahak yere yaptınız... hiç mi düşünmediniz.... ne için olduğunu bilmeden.. madalyalı adama direnemediniz.. sormadınız ona.. ona karşı çıkamadınız.. ona bir tek laf edemediniz. “başüstüne komutanım” dan başka.. hepsinden daha da kötüsü bu güç bir tanrı icat etti.. bir inanca körükörüne itaat etmeyenleri maymunundan miras kalan kol kemiği ile tepeledi.. icat ettiği tanrı önünde eğilmeyenleri dönen tekerleklere bağladı.. iğneli fıçılara attı.. ateşlerde yaktı.. zincirlere astı.. kamçıladı.. derilerini yüzdü.. kor ateşlerde yaktı.. sizleri cehennem ateşleri ile korkuttu durmadan.. ve saf ve bakir olanları acımadan bir kliseye kapatıp yüzlercesini ateşe verdi... bu arada olmayan cennetlerin anahtarlarını otuz düka altınına sattı.. ne biçim bir tanrıysa bu... şimdilerde ise o tanrı için insanların – i n s a n l a r ı n - enselerine birer kurşun sıkıyor ve diri diri mezarlara gömüyorlar.. bu bir tek tanrının bir ordusu, iki ordusu, üç ordusu karşı karşıya geldiler çoğu zaman.. birbirilerinin kafalarını kestiler.. karınlarını deştiler.. kalelerini, evlerini başlarına geçirdiler.. karılarını çocuklarını iğfal ettiler.. topraklar işgal ettiler.. yağmaladılar.. jerico kalesinde o tanrı buyruğu ile, kutsal şövalyeler o tanrı inancı ile ve yunan adalarını, orta doğuyu ve balkanlar’ı istila edip taş üstünde taş bırakmayan kutsal kiitap ve tanrı inancı gibi... hem karşı inancında ve hem de kendi inancında olanları... “ya inanırsın ya seni kesrim” lerle ancak bin sene sonra icat edilecek olan” jenosidi” o gün icat ettiler.. yürürlüğe koydular.. icat ettikleri tanrı her daim kılıçlarının ucundaydı.. kimin için? o bir tek tanrı için.. ne biçim bir tanrıysa bu... halkının daha ferah ve daha mutlu yaşayabilmesi için bir büyük bilgeye bir gözüne feda edebilen bir tanrıyı ( ) ve halkını, bir diğer tanrı taraftarları acımadan yeryüzünden sildiler.. efsane de olsa halkı için bir tek gözünü feda edebilecek bir tanrıya söylenecek bir tek sözümüz yoktur. lakin icat ettikleri tanrıdan.. icat ettikleri oğlunu.. icat ettikleri çarmıha gerip hem de ona tapanları hem de demediği bir şey için insanları katletmelerini anlamak mümkün değil.. ne biçim bir tanrıysa bunlar... medeniyet çok ilerledi.. zamanla eti sıyrılıp yenmiş bitmiş bir kol kemiği sopaya, kılıca, mızrağa, topa tüfeğe, bombaya dönüştü.. artık tek atışla tek kişiyi helak etmek te yetmedi.. tek atışla, bir tek atışla yüzbinlerin canına kıydılar... toptan.. kalan, kurtulan diğer yüzbinlerse acılar içinde ölümlerini beklediler.. senelerce.. bu kendini beğenmiş, kol kemiği mirasçılarından bir takımı oturdukları yerde asırlar boyu hiç ama hiç bir şey üretmediler.. yüzondokuz karıdan ve cariyedem peydahladıkları çocuklarından başka zaten peydahladıklarını da kementle, zehirle hançerle öldürdüler.. baba yadigarı kanunlarla.. paşa gönülleri dilediği vakit kendi ahalisini bile ezdi... arpa buğday ellerinden alındı.. çoluk çocuk savaşlara salındı.. ne sorgu ne sual.. ihtiyaç olduğunda diğer milletlerden köleler, cariyeler, leşker vesaire.. ve icat edilen tanrının değil ama vekilinin vekili olarak estiler savurdular, sömürdüler, ezdiler.. ne biçim bir tanrıysa bu... nitekim kendilerine padişah diyen bu sefih işe yaramaz buyurganların bir benzerleri de sağlam kalelerinde, muhkem şatolarında, beşyüz odalı altın saraylarında yaşıyorlardı bir zamanlar.. hatırlıyorsunuz değil mi? size etmediklerini bırakmamışlardı.. zorla çalıştırdılar sizi.. ürünlerinizi aldılar elinizden beş para vermeden.. hatta karılarınızı bile.. bir an geldi artık dayanamadınız (!) ayaklandınız.. tabanının altında yüzyıllardır ezildiğiniz piramidi, bir kaç aklı evvelin ( ) zoruyla, yardımıyla kaldırdınız, tepesi üstü diktiniz. ihtilal yaptınız.. ihtilal-i kebir (!) zirve altta, taban üstte.. gökyüzünde.. öyle muğllak.. sizler de layık olduğunuzu zanettiğiniz makamlara, yukarlara çıktınız.. fakat belliki hiçbiriniz basit fizik kurallarını bile bilmiyormuşunuz.. bir piramit ilelebet ucu altta tabanı üstte mi kalırmış... ve tabii ki bir zaman sonra pattadanak devrildi... taban yine alta geldi.. siz yine altta kaldınız.. ve buyurganlarınız yine zirveye yine yukarı çıktı.. gücün ve tanrını inayetiyle... aptallar.... belki de zaman içersinde, çoook uzun bir zaman içersinde kırallar, buyurganlar, despotlar ve diğerleri; bu depremli sıkıntılı hareketlerden bazı dersler aldılar... bu bir takım sopa sahipleri... sağlam kalelerinde, muhkem şatolarında, beşyüz odalı altın saraylarında yaşayan buyurganlar zamanla tedirgenliştiler.. mülayimleştiler.. zamana uydular dendi... ama sanıyor musunuz ki sizin mavi ela ya da kara gözleriniz için? sanıyor musunuz ki sizlere saygı gösterdikleri için? sanıyor musunuz ki sizlere değer verdikleri için? sanıyor musunuz ki sizlere eşitlik verecekleri, özgürlük verecekleri için? hayır.. size vere vere büyük bir aldatmacanın temel taşı olan “seçme hürriyetini” verdiler.. “mademki bizleri beğenmiyorsunuz” dediler, “buyurun sandık burada..” dediler “kimi istiyorsunuz yazın bi kağıda, sizi o yönetsin” dediler.. “ bu” dediler “demokrasidir.. yani demos sizsiniz” dediler “ ve idare edecek olan da yine sizsiniz” d e m o k r a s i ... gözlerinizin içine baka baka.. sırıtarak, sırt sıvazlayarak, yılışık.. fakat bazen tehditkar.. yediniz.. tabir caiz ise hepiniz yediniz.. madde bir: seçilecek olanlar her daim 1,2,3 ve 4 numaralardır.. seçenekleriniz bukadardır.. sandığa atacağınız önceden basılmış seçim kağıtları bunlardır.. bunların arasından elbetteki bir tanesini seçme özgürlüğüne, hakkına sahipsiniz.. ama dört’ten sonrasını... ya da bu dört’ten başkasını.. asla.. özgürlük... güleyim bari.... madde iki: şimdiye kadar sopa meydandaydı.. şimdi aba altında.. isterseniz sandık başında, iserseniz parklarda, isteseniz daha alargada.. itiraz etmek yok... sopa (gaz, cop, değnek, pala, su...) bu arada ve (evvel) zaman içersinde sopanın (GÜÇ) yerini para (GÜÇ) aldı.. sopa ise yalnızca paradan bile anlamayan dangalakları yola getirmek için polis denen teşkilata verildi.. ama genelde para artık sopa demek... ve bu öyle bir büyük heyula öyle büyük bir canavar, kan emici, zulmedici, soyguncu, arsız, güce tapan, paraya tapan bir şey oldu ki, işte onun adına devlet dediler.. ve hatta bir büyük düşünür dahi kalktı; zerre kadar sevgisi, saygısı, merhameti olmayan bu canavarı kutsadı.. “o “ dedi “kutsaldır”...( ) işte bu canavar; dokuz öğüten hükümetlerinle, yargılarınla, polislerinle, gizli gizli dolaplar çeviren teşkilatlarınla ve leşkerinle sizleri dört bir tarafınızdan sardı.. d e v l e t ...( ) afrikadan uzak doğudan şurdan burdan artık vapur dolusu ayakları kolları zincirli köleler getirmeye gerek yok.. çünkü artık zincirler ellere ayaklara takılmıyor.. zincirler cüzdanlarınızın içinde keneler gibi duran kartlarınızda.. zincirler kafalarnızın içinde... köle sizsiniz.. sizler kölesiniz... özgürce (!?) gidip sandıklarınıza oy pusulaları atın.. nasıl daha fazla çaktırmadan, okşanarak, sırıtarak, pohpohlanarak , sırtınız sıvazlanarak ezileceğinizi, posanızın çıkarılacağını ve aptal yerine konacağınızı belirlemek, tayin etmek için.. özgürce.. yapın... bunun yapın.. gönül ferahlığı ile yapın.. çünkü bir başkasına aklınız da ermiyor kalbiniz de ermiyor.. hoş aklınız ermiyor... çünkü size hükmeden bu canavarın kollarından bir tanesi de “ratio” dur.. içersinde hakim vardır, savcı vardır, hukuk vardır... ama adalet yoktur.. ratio adil değildir... zaten yaşadıkça hukuk’un belki her yerde ama adaletin hiç bir zaman hiç bir yerde olmadığını geç te olsa farkettiniz.. bu sefer de çaresizlikler içinde icat ettiğiniz tanrının adaletine sığındınız... “bak görecek” dediniz ciğeriniz yanmış olarak.. “o namussuz... cehennem ateşinde yanacak..” diye avundunuz.. ne kadar hayalperstsiniz bazen... şimdi soruyorum.. neden başarılı olamadınız? nerede hata yaptınız? niçin piramidin; fizik kuralları yerin dibine batsın, devrilmesine izin verdiniz? neden piramidi parçalamadınz? neden onun yerine daha düzgün, sizlerin, insanın sonsuz hayal gücünü yansıtabilecek bir başka geometrik figür bulamadınız? bu kadar aciz misiniz? yoksa mazohist mi? neden daha çok birbirinizi sevmediniz? neden sevgiyi bir başkasına çok gördüğünüz yerlerde bile hiç olmassa saygınızdan bol kepçe harcamak aklınıza gelmedi? gülmek ve beraber yaşamak.. çok mu zor.. illa elinde bir sopa, bir elinde havuç niyetine bol para, koltuğunun alltında sizi yarattığına inandığınız tanrının akıl almaz lakırdıları mı olması gerekiyor.. kim yasakladı gülmeyi ve beraber yaşamayı size? insan naturası mı.. insan yaradılışı mı.. bırakın artık bunları.. icat ettikleri tanrının sözde kendi suretinde yarattığı insandan vaz geçin artık.. ve görün.. görün ve anlayın artık.. siz kendinizi kendiniz yaratacaksınız.. bir başkası değil.. görün artık eski çağlardan kalma pis, sefih ahlaksız buyurganların yeniden hortladığını.. demokrasinin bir aladatmaca olduğunu.. demokrasinin demokrasi değil, zamanında solon’un ve eflatun’nun bile makul gördüğü basbayağı ve düpedüz bir “timokrasi” olduğunu.. olması da gerektiğini.. diğer taraftan eşit olmak.. evet eşit tam anlamıyla eşit olamak... bütün bunlarsız; devletsiz, demokrasisiz ve tanrısız yaşayabilmek için bana sakın insanların eşit olmadıklarından sakın ha, ama sakın ha bahsetmeyin.. bir aptal (belki size göre-), bir budala (bir ötekine göre-), bir deli, bir meczub sizinle eşit değil mi? bir aciz, bir yoksul, bir sakat, bir düşkün sizinle eşit değil mi? devlet ve tanrı ve taptığınız demokrasi sizi bu kadar mı bencil bu kadar mı kendini düşünür sevgiden ve saygıdan mahrum bıraktı? kaybettiniz mi bütün hasletlerinizi? yukarda sıfatları sayılan hemcinslerinizi, utandığınız, çekemediğiniz, boş verdiğiniz, bana ne, nemelazım deyip, kendi rahatınız için kendinizi bile teslim ettiğiniz devlete, tanrıya ve demokrasiye mi terk ettiniz.. yoksa hala bel bağlamakta inat ettiğiniz aptal bir determinantın cazibesinde asırlarca geliştirmiş olduğunuz bir “filozofiya perennis” e esir mi oldunuz? belki de birbirinizi e ş i t gördüğünüz andan itibaren artık kitaplar dolusu tarif edilen bütün erdemleri çöpe atabilirsiniz.. devleti çöpe atabilirsiniz.. efendilerinizi.. ve en önemlisi: tanrılarınızı.. ağlama duvarının önünde haftanın altı günü sallanarak dua eden garip museviye benzetiyorum kendimi.. sanki duvarlara konuşuyorum.. boşuboşuna.. (1) wotan (2) danton robespierre marat ve şürekası.. (3) saf mantık uğruna bazen felsefe bile akıl almaz mantıksızlıklar sergileyebilir.. (4) devlet bu kutsal (!) görevini; şimdilerde onun yerini alan ve onu bile parmağında oynatan “para babaları”,”sermaye”, “magnatlar”,”şirketler” e devretti.....
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|