|
|
Saklanmış mektuplar – Tuğrul ÇakarKategori: Kültür/Sanat | 0 Yorum | Yazan: Deniz Günal | 18 Haziran 2014 12:52:48 Mektup insanın değerlisine yazılır. Mektuba insan kendini koyar. İçindeki en güzeli, en iyiyi, en değerliyi bulup onu karşısındakine vermek ister. Öyle olunca, elbette her öykü için bir mektuptur da diyebiliriz. Hele de içinde insanların ve hayvanların bir arada, her birinin yargılanmaksızın anlatıldığı, derin bir sevgi ve ince bir sızıyla yazılmış bu öyküler için gerçekten de şöyle dememiz gerekir. Evet, evet. Gerçekten de bunlar saklanmış, gizli kalmış, sevdiğini yitirmiş, sevenini beklemiş mektuplardır.
Saklanmış Mektuplar - Tuğrul Çakar Son yıllarda en severek okuduğum öyküleri bir görsel çekimci yazmış. Her yıl çok seveceğim bir betik ya da beni hayranlığa düşüren bir yazarla karşılaşıyorum. İyi bir yazın yapıtı denli beni daha mutlu, daha güzel bir insan yapan bir nen yok. Bir ağacın dal dal yaprak yaprak çoğalarak büyümesi gibi büyütüyor beni güzel yazın yapıtları. Bu öyküler saklanmış mektuplar adı altında yayınlanmış. Aslında betikteki öykülerden yalnızca üçü mektup olarak yazılmış, diğer altısı mektup biçeminde değil. Öykücünün tüm öykülerine bu adı niye verdiğini bilmiyorum ama ben şöyle düşündüm. Mektup insanın değerlisine yazılır. Mektuba insan kendini koyar. İçindeki en güzeli, en iyiyi, en değerliyi bulup onu karşısındakine vermek ister. Öyle olunca, elbette her öykü için bir mektuptur da diyebiliriz. Hele de içinde insanların ve hayvanların bir arada, her birinin yargılanmaksızın anlatıldığı, derin bir sevgi ve ince bir sızıyla yazılmış bu öyküler için gerçekten de şöyle dememiz gerekir. Evet, evet. Gerçekten de bunlar saklanmış, gizli kalmış, sevdiğini yitirmiş, sevenini beklemiş mektuplardır. Bu mektupların yazanı, saklayanı görsel çekim sanatçısı Tuğrul Çakar. İnsanı ölçmeden tartmadan olduğu gibi görüp, kendini de olduğu gibi yaşama katan görsel çekim sanatçısı, sonra karşıya geçip kendine, ilişkilere, insanlara bir de başka pencereden bakmış. Anlattığı öykülerde kendi de var. Öykülerdeki adı, köylülerin ona seslendiği gibi Turgulo. Turgulo, bir arkeolojik kazı alanının fotoğrafçısıdır, İngiliz kazı takımı ile çalışır. Her kazı mevsimi açıldığında, İngiliz kazı takımı, öğrencileri ve Turgulo Güney Doğu’daki bu köye giderler. Kazı takımında çalışan köylülerden biri kendi yerel şivesi ile anlatır İngilizleri, birbirlerini, Turgulo’yu, köydeki hayvanlarının öykülerini. Yaşadıkları neredeyse sıradan, günlük olaylardan seçilmiş ayrıntılarla biçimlenir öyküler. Gülümsetir, hüzünlendirir, meraklandırır. Sözcüklerden taşar insancıllık, insanın en temel özlemi “sevgi” ve yalnızlığından demlenmiş ince bir sızı. Kişinin yüreğinin derinliklerinden sevgi yol bulup da ağarsa; ürkek, heyecanlı yaşama katılırsa hiç mutsuzluk getirir mi? Yolu kesilirse sevginin kişi mutsuz olur ama geçtiği tüm yollarda gülümser sevgi. Her öyküyü gülümseyerek, hüzünlenerek, içim ısınarak kaç kez okudum bilmiyorum. Hatta ortam hazırlayıp, arkadaşlarımı toplayıp onlara da okudum. Tadımlık alıntılar yapmak istiyorum bazı öykülerden. İlk öyküde, Sivas kangal türü köyün çoban köpeği kuduz tehlikesine karşı bekleme süresince zincirlenir. Bu adı BOGO olan köpeğin öyküsüdür ya, onun çevresinde köylüleri tanır, kazı takımının neler yaptığını okuruz. “İlken anlamadı hayvan. Fekat bir sıra yürüyüp zenciri gerince aha kıyamat koptu ağalar. Zenciri dişlemeye başladı ki kopara. Baktık ağzından kan gelmektedir. Onun ağzı parçalanmakta idi, bizim yüregimiz. Bir sahatten uğraştı beyle. Sonunda yorgun yere düşüp inlemeye başladı. Gözünü Abdo’ya dikmiş aglıydı ki yürek dayanmaz. Çaresiz oturuyuk başında...” İkinci öyküde, Hamo’nun hanımı Emeney, hindinin altına, bir kaç tane de fazladan çıksın diye ördek yumurtası sürünce, tüm köyü bir yaz eğlendirecek ördek yavruları çıkar, sonunda Turgolo’nun başına kalırlar. “Gel zaman, bu yumurtalar, bu hindinin göskünde cana gelip, bir bir çatlayınca, baktık, saydık ki, dokuz culut, dört cücük, üç de bilik çıkmıştır. Haşa huzurdan, hindi kısmı birez aptal olur. Hamo’nunki hepisinden aptal. Bu hindi, yavrulardan herbirisine şeyle bir baktı. Bıliklere, ayrıyeten şeyle bir baktı. Lakin pek anlamadı. Dedi ki, bunlar da beyle bir hindidir, ne edak. Bunları da kattı peşisine, gezdiriy. Bu bılikler de bu hindiye şeyle bir baktılar. Onlar da anlamadı. Dediler ki, ne edak, bizim aney de beyle bir aneydir, dediler. Düştüler bu hindinin peşisine, geziyler.” Üçüncü öyküde, arkeolojik yüzey araştırması için gelen yeni bir İngiliz’le birlikte Turgulo ve köylüler tarlalarda dolaşır. Kazı takımı sorumlusu, yaşlı başlı İngilizlere paşa der köylüler. Ne yaptığını anlamadıkları paşayla dalga geçer dururlar. “O günü akşama kadar kırık küp topladık. Cipin arkasına dizip köye getirdik. Bu paşa torbaları çeşmenin yanına dizdi. Bir lastik eldivan geyip bu kırıkları yıkamaya başladı. Her birisine bakıy, beğendiğini Turgulo’ya uzadıp, fotgıraf çektirdiy. Turgulo bu kırıkları kagıdın üstüne diziy. Bir o yandan çekiy cırt, bir döndürüy çekiy cırt. Anladım ki yorulmuştur. Seselmedim. Fekat o günü ben anladım ki bu İngiliz akıl sahabı bir adam olmayıp, Turgulo’ya ve köyümüze zulüm ve ibretlik çin gönderilmiştir.” Son öykülerden birinde, Yakobo adlı bir çoban türkücü olmaya heveslenir. Bir arzuhalcide Ankara’ya yazdırdığı mektubunda anlatır, nasıl türkü söylediğini. “Günlerden bir gün idi. Hava sıcak idi. Ben gene davarı dağa vurmuş geziydim. Birden içime bir daral basar oldu. Bir uzun of çektim. Dağ yeri kimse yok. Bir daha çektim. Baktım tekmil davar, otu sapı bırakmış, bene bakıylar. İlken anlamadım. Derken başladım İzzet Ağabeyimin “Karşıda Fırat gördüm, önümü murat gördüm,” türküsüne. Gendim, gendime şaş kaldım. Nasıl anladam, sanırsın ben bülbülem. Ben avaz avaz okuyem. Baktım tekmil davar kısmı bene doğru geliyler. Etrafıma halka oluylar. İçimden dedim, “Lo Yakobo, sene de aha bu davara da bir haller oluy. Hele oku, susma hele,” dedim. Türkünün dibine geldim. Eyle bir çığırıyem ki ben gendim, ben gendime şaş kalıyem. Ley, bir de ne görem. Hacı Musa’nın sarı ineği sicim gibi yaş dökmekte. Aglamakta ki nasıl anladam. Maço’nun kara öküzü desen gene eyle. Lo bu ne iştir essah mıdır deye davara br göz attım ki, tekmil davar gendini aglamaya vermiş, sicim gibi akıdıylar....” Tüm öykülerden tadımlık yazmak isterdim ya asıl, hepinizi karşıma alıp öyküleri teker teker okumayı isterdim. Öyle öyküler vardır ki tek başına okumak içindir. Başkaları ile okunmaz. Bazı öyküleri ise tek başınıza okurken çoğalırsınız, başkalarına okurken ise doyarsınız. Saklanmış Mektuplar öyle işte. Şeker gibi, acı tütün, kuru toprak gibi... Dostluk gibi, sevda gibi, yalnızlık gibi... Tek başına da okunur, topluca da. Derim ki mutlaka okuyun. *** “Saklanmış Mektuplar” ı genelağ üzerinde bulup ısmarlayabileceğinizi umuyorum: http://www.idefix.com/kitap/toplu-oykuler-2-saklanmis-mektuplar-tugrul-cakar/tanim.asp?sid=JO22CE3MC5CDX0COS6YI Tuğrul Çakar’ın görsellerine kendi yerliğinden erişebilirsiniz: http://tugrulcakar.com/index.php?option=com_datsogallery&Itemid=281 *** Dipçe: Yazı içinde kullanılan görseller Tuğrul Çakar’ın çekimleridir. Yazıda kullanılan öz Türkçe sözcüklerin güncel Türkçe içindeki karşılıkları şöyledir. Görsel çekim: Fotoğraf
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|