Günümüzde politik gerilim öylesine doruk yapmış, gündem öylesine seri değişiyor ki, ilk elden ne olup bittiğini izlemek zormuş gibi gözüküyor. Evet! görünüşe takılırsak doğru, ama görünüşteki bu “hareketlilik” sadece niceliksel bir çeşitlilik - curcuna. Ama bu durumun öne çıkardığı bir olgu var; “Ahlak ve Vicdan”.
Her toplumsal hareketin, tarihsel olgunun kendine göre bir dinamiği; yani ortaya çıkış koşulları, günlük yaşama etkileri, toplumların ve bireylerin anlayışlarına yaptığı etkiler olur. Bütün bu karmaşanın içinde bir hakikat kendini mutlak biçimde korur ve adım adım gerçekleştirir; ÖZGÜRLÜK.
Zaman zaman geriye dönüşlere rağmen; yıkımlar, acılar olsa da her türlü bencilliğin, despotluğun, acımasızlığın ve vicdansızlığın karanlığı içinden sızan Özgürlüğün ışımasının önüne geçilemez. Her olgu kendini besleyen başka olguların örgünlüğü yoluyla gerçekleşir, her Hakikat diğer hakikatlerin varlığı ve desteği ile etkin hale gelir.
Özgürlük ahlaksız ve vicdansız var olamaz. Adalet şeffaflık ve hesap verilirlik olmadan yaşayamaz. Tarihsel sorumluluk ve politik inisiyatif kullanımı, hakkaniyetli, farklılıklara karşı eşit duruşlu olmaz, kendini eleştirilerden muaf tutarsa adım adım zorbalaşmaktan ve yozlaşmaktan kurutulamaz.
Türkiye’de şu anda var olan iktidar bu söylediklerimizin açık bir delili. Bu iktidarın politik ahlakı yerlerde sürünüyor. En kutsal hak olan “yaşama hakkına” karşı bir hoyratlık tam bir utanmazlık ve vicdansızlık batağına sürüklenmiş, oy çokluğuna dayalı şımarıklık başbakanın nefsini şahlandırmış durumda.
Bütün bu yaşananlar bize nasıl bir devlet yapısına, nasıl bir yargı sistemine, nasıl bir eğitim, emniyet, devlet bürokrasisine mahkum olarak yaşamak zorunda kaldığımızı da gösteriyor. Bu konularda çokça şeyler yazıldı ve söylendi.
Uzmanlar bu konularda evrensel değerlerin ne olduğuna dair düşüncelerini açıklayıp fikirlerini ortaya koydular. Bunlardan çıkan sonuç şu; evrensel değerlere yüz çevirerek, bilimsellikten uzak durarak atılan her adım sadece yıkım ve zulüm getiriyor. Evrenselliğin ve bilimselliğin yaşantıda kendisini ortaya koyması ise öncelikle çok sesliliğin mutlaka korunması, farlılıkların bir zenginlik olarak desteklenip yaşatılmasıdır. Çünkü her türlü ekonomik, kültürel, bilimsel zenginlik ancak böylesi atmosferde nefes alıp canlanır; hoşgörü ve anlayış filizlenip yeşerir, demokratik yaşam serpilip gelişir.
Politik güç onu kullananı tarihsel bir kişilik yapabileceği gibi insanlığın lanetle anacağı bir zorba, ahlaksız ve vicdansız haline de getirebilir.
Müslümanların Hac ritüellerinden birisi de şeytan taşlamaktır. Taşlanan şeytan sayısı üçtür ve bu tamamen simgeseldir. Bu üç şeytan Firavun-Karun-Belam’ olarak isimlendirilir. Bunlar biz insanların doğamızda bulunan eğilimlerin simgesidir: Firavun insandaki iktidar hırsının; Karun servet, para, maddi zenginlik hırsının; Belam ise, bilgisiyle, inancıyla sahtelik yaparak insanların ruhlarına egemen olma isteğinin hırsıdır.
Aslında para da, iktidar da, bilgi de kendinde masumdur. Sorun insanın bunları nasıl ve hangi niyetlerle kullandığıdır; ancak insanların içlerinde taşıdıkları olumsuz tutku ve hırsların ortaya çıkmasına vesile olurlar. Ama en pervasızı iktidarı ele geçirenlerde ortaya çıkıyor; çünkü başka insanların hayatların müdahale etme gücünü ellerinde bulunduruyorlar. Ne kadar çok insana hükmederlerse, arkasından ne kadar pohpohlanıp şişirilirlerse o denli iktidar sarhoşu olurlar. Kibir, üstencilik, ‘her şeyi ben bilirim’cilik benliklerini ele geçirir. Giderek şişen egolarının kurbanı olup öfke ateşinin içinde yanarlar.
Kendilerini yere göğe sığdıramaz olurlar. Tayyip Erdoğan, maşallah, her ne olsa “biz biliriz”le konuşur oldu. Her “biz biliriz” tekerlemesinde parmağını göğsüne vurarak kendini gösteriyor. Bakanlarını, milletvekillerini, cumhurbaşkanını rencide etmekte bir beis görmüyor.
Genelde kişileri konu edinerek düşünce dile getirmekten uzak durmaya çalışırım, ancak kutsal kabul ettiği dini inancının kaynağı olan “Kuran-ı Kerim”in ayetleri öylesine açık ki, söylemleri ile inandığını söylediği “kitaba” bile saygısı yok. Olamaz da, çünkü ne zaman insanların vicdani-içsel sorunu olan dinsel inançlar politikanın malzemesi olursa ikiyüzlülük, temiz inançların kötüye kullanılması kaçınılmaz olur.
“hevasını ilahlaştıranı gördün mü” (Kuran; Furkan/43)
Her fırsatta Yunus’un “severiz yaratılanı sevenden ötürü”, sözünü meydanlarda kükreyen, 75 milyonun başbakanı olduğunu tekrarlayıp duran R.T. Erdoğan kendisine dokunulduğunda nasıl hoyratlaştığını ve zalimleştiğini ortaya seriyor. 14 yaşında öldürülen Berkin’in acısı daha tazeyken meydanlarda onun annesini yuhalatabiliyor. Kendisine karşı çıkanı, eleştireni, hatta yapıcı öneri tarzında bile olsa ağzından, “hain, alçak, ahlaksız” küfürleri saçılmaya başlıyor. Yıllarca iç içe oldukları, iktidarı birlikte kullandıkları “yol arkadaşları” nasıl oldu da bir çırpıda “hain, casus, ahlaksıza” dönüştü.
Kadim bir söz vardır: “bas müminin kuyruğuna gör Yezitlik nerden çıkar”. Evet kuyruğuna basılınca bağırtıları her gün her taraftan yükseliyor. “inlerine gireceğiz, didik didik edeceğiz” hırsıyla, zaten kırık dökük devlet organları tümüyle merkezileştirilip keyfi yönetimin temelleri sağlamlaştırılmak isteniyor.
Vicdanları sızlatan nice acı olaylar neden didik didik edilmiyor. 2004’de 12 yaşında 13 kurşunla katledilen Uğur Kaymaz’ı öldürenler beraat ettirildi, ancak bu yüzkarası karara karşın AİHM’den Türkiye’ye ceza çıktı. Roboski’de (Uludere’de) 35 can paramparça edildiğinde bu “didik didik” etme kararlılığı niye gösterilmedi, gösterilmiyor. Hrant Dink’in katledilmesinin arkasında güçlerin ortaya çıkarılması için araştırmalar neden sündürülüp duruyor?
Bu liste uzatılabilir. Şiddetle, zorbalıkla, toplumda kutuplaşmaya yol açmakla ve gerilim yaratmakla hiçbir sorun, çözülmek bir yana giderek daha da içinden çıkılmaz hale geliyor. Farklı olanı düşman görmek, sindirmek, görmezden gelmek yerine; ona saygı duymak, anlamaya çalışmak ve sorunların çözümü için muhalif enerjiyi kullanabilecek yollar bulmakla ancak demokratik bir yaşam inşa edilebileceği tarihsel deneyimlerle kanıtlanmıştır.
“Gezi Olayları” hükümetin kendisine muhalif olan her kim olursa olsun ne denli tahammülsüz ve baskıcı olduğunu göstermiştir. Sonraki gelişmeler zorbalığın, vicdansızlığın ve yozlaşmanın ne boyutlara vardığını ortaya koşmuştur.
Çoğunlukçu anlayış, güç konumlarından hareketle toplumsal sorunları çözebileceğini zanneden herkes, her iktidar kaçınılmaz olarak zorbalaşır. Kibir gözleri kör eder, güç insanı şımartır, anlayışsızlık ise kabalaştırır. Yazıya başlık olan üç “Ş” çoğunlukçu anlayışları adaletle değil güç dayatması ile sorunları çözmeye yöneltir. Üç “Ş”; Şehvet, Şöhret, Şiddettir.
Elde ettiği güçle, eriştiği şöhretle kendini kaybeden kibirli tutum elbette kendisine karşı her türlü muhalefeti şiddet yoluyla sindirmek isteyecektir. Bu durum tek tek bireyler için olduğu gibi iktidarlar, liderler, “başbakanlar” içinde geçerlidir. Şöhret şehveti besler, haksız güç şiddeti kullanır. Ancak bu durum adalet, özgürlük ve demokrasi istemlerini kuvvetlendirmekten başka bir şey doğurmaz, geçici zorluklar ve zorbalıklara rağmen…
“Doğrusu insan azgınlık eder,
Kendisinin muhtaç olmadığını zannettiği için.” (Kuran-alâk /6-7)