Bir yiğit gitse gurbet ele, gör başına neler gelir.. Çocuğun ne kabahati vardı da bir ekmek almaya giderken vurulup tertemiz alnı toprağa değdi. Yaşasaydı kim bilir nelerle karşılaşacaktı? Bu ülkeyi muharebe alanına döndüren yönetim düşünsün, insanın aklına gelir mi, ekmek almaya göndereceksin oğlunu, cenazesi gelecek geri. Gezi olayları sürecinde de Ankara’da Kavaklıdere Tunalı Hilmi caddesinde yapılan destek gösterilerini isyan gibi algılayanlara lanet etmekteyim.
En üstteki yöneticiden tutun da zurnanın en son deliğinde, elindeki tüfekle rast gele fişek gönderen polislere kadar, hepsi suçlu. O günlerde kızım arkadaşları ile bu protestoyu seyretmeye gitmiş, eve dönerken bir kendini bilmez polisin rastgele attığı fişeklerden bir tanesi, kızımın bacağına isabet etmişti. Dizi morarmış, bir kaç gün yürümesi aksamıştı. Bu fişeğin gelişi güzel atılmasını emreden amirden tutun da en üst yöneticiye kadar herkesin suçlu olduğunu düşünmekteyim.
Bırakın insanları, itirazlarını dile getirsin, protestosunu yapsın, bunu şiddet kullanarak bastırmak, polis devletine davetiye çıkarır. Halkı sindirirseniz, baskı rejimi öyle bir yerde patlak verir ki, halk isyanını durdurmak kolay olmaz. Hele Türk soyunda isyan bir gelenektir, ve bu patlamayı önlemeniz kolay olmaz. Bakın Ukrayna’ya, bakın Macaristan’a, böyle örnekleri saymak zor değildir.
Benim ülkemde böyle olaylar Osmanlı dönemlerinde fazlasıyla olmuş, akıllarda kalanlardan bir tanesi de Kabakçı Mustafa ayaklanmasıdır. Kastamonu’lu Mustafa hamamda tellak, ezilen halkın sesi çıkamamakta, ulufe dağıtılmamış, bir baskı rejimi bütün Osmanlıyı sallamakta. Halk isyan edecek, bir lider aramakta, tellak Mustafa Büyükdere’de kahvede konuyu tartışalım derken, ‘’saraya yürüyelim sesimizi duysunlar’’ dendiğinde başı çeker. Mayıs 1807. Başı traşlı, ellerinde sopalar, Mustafa’nın başlattığı bu ayaklanma sonunda III. Selim tahttan iner, IV. Mustafa padişah olur. Bu olay Osmanlı tarihinde Kabakçı Mustafa isyanı diye anılır. Önce Mustafa’nın dedikleri yapılır, istenilen kelleler verilir. Sadrazamı bile boğdururlar. Daha sonra Mustafa’ya vaadler verilir, Alemdar Paşa isyanı yatıştırmak için İstanbul’a yürür, bir vesile ile Kabakçı Mustafa’nın, Rumeli Feneri’nde hesabı görülür.
Şimdi burada toplumu isyana sürükleyen konuları ortadan kaldırırsanız mesele hal olur. Toplumlar arasında milli gelir paylaşımında fark çok fazla olursa, toplumda huzursuzluk olur, insanlar isyan ederler. Birileri evdeki ayakkabı kutularındaki dolarların hesabını veremezse, evdeki Euroların, oraya buraya dağıtılması konusunda talimat yayınlanırsa, kimseye bunu izah edemessiniz.
Bakınız başka ülkelerde toplum infiali yok mu ? Tabidir ki var. Onlar nasıl protesto etmekteler diye düşünürüm. Ellerinde pankartlar düşüncelerini yazıp yürümekteler. Hem de bu yürüyüş Amerikan Başkanın evi Beyaz Saray’ın tam önünde cereyan eder. Bu yürüyenlere kimse karışmasın ve provoke etmesin diye emniyet güçleri yanlarında yürür.
Hatta bir gün Los Angles’da sokak kaldırımlarında film starlarının isimler çakılı yolda, o tarihteki Başkan Bush’un bir bezden maketini yapmış göstericiler, bir plastik varilin üstüne çıkarak, bir mikrofonla Başkan Bush’un politikası üzerine muhteşem bir eleştiri konuşması yaptı. Daha sonra bezden Başkan Bush maketini yaktılar. Polisler ise yolları trafiğe kapattı, gösterinin bitmesini bekledi. Daha sonra toplanan yüzlerce insan dağıldı gitti. Ne göz yaşı gazı, ne de tazyikli su vardı, bizler e öyle seyrettik.
Demokrasi için ne kadar güzel bir sahne, halkın düşüncelerini engellenmeden ifade edebilme özgürlüğü. Bizde ise bu toplumu sindirmek için bir polis ordusu tesis edilmiş, tazyikli su fışkırtan Toma aracı, tüfeği, kalkanı, göz yaşartıcı gazı olan ve bir emirle ‘’Hücum, yaradana sığınarak vurun kahpelere ‘’ gibi komutlarla yönetilen bir Polis ordusu.
Tıpkı Menemen’deki 23 Aralık 1930da Deviş Mehmet, Sütçü Emin ve onların yanındakilerin yaptığı gibi, gencecik Kubilay’lara, yurdumun insanlarına kıymaktalar. Benim ülkemi bir başka ortadoğu ülkesine benzetmek için dış güçlere alet olan iç güçler var kuvvetiyle çalışmakta.
Bir yiğit gurbete gider gör başına neler gelir. Nereye kadar bu gidiş, kim buna dur diyecek, daha kaç tane Berkin’in ölmesi gerek diye bir sözüm geldi söyledim, hem nalına hem mıhına.