|
|
Halet Çambel 'sıradanlığı'Kategori: Makale | 0 Yorum | 19 Ocak 2014 18:27:27 İstanbul Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi’nin avlusunda yüzlerce kişi, 12 Ocak’ta, 98 yaşında ölen Prehistorya Anabilim Dalı’nın kurucusu Prof. Dr. Halet Çambel’in naaşını çevrelemiş. Konuşma sırası Prof. Dr. Mehmet Özdoğan’a geliyor. “Türkiye’de arkeolojisinde birçok kavramı ilk kez o dile getirdi. Ama o kadar mütevazıydı ki öğrenciliğimizde onu sıradan biri sanırdık.” diyor.
Çambel’in kürsüsünü yıllar sonra ondan emanet alan Prof. Özdoğan’ın, törende kendisinden önce ve sonra söz alanların aksine hocasını “sıradanlığıyla” anması yadırganabilir. Hayatı kitaplara, tiyatro oyunlarına, belgesellere konu olan bu bilim insanının, isminin sonuna “efsane” ya da “destan” eklenmeden anıldığı bir metin bulmak çok zor çünkü. “Çambel okulunun” en parlak ve yaşayan en eski öğrencilerinden Özdoğan’ın sözlerinde ise, yine hocasının öğretisi var oysa… Birlikte geçirilen yaklaşık 50 yıla rağmen, kendini bu okuldan mezun olabilmiş görmeyen Özdoğan, hiç bitmeyecek öğrenciliğini anlatıyor bu sözlerle. Günü değil, geleceği kurtarma düşüncesini Çambel’in genç zihinlere nasıl usul usul soktuğunu. Ama zamanının yarım asır sonrasında yürüyen bir öğretmenin ayak izlerini takip etmenin ömür boyu sürebilen bir çaba gerektirdiğini... Öğrencisinin, ardından söylediklerini, en iyi Halet Çambel’in anladığını düşünüyorum. Hatta, yakınlarının hep bahsettiği o muzipliğiyle gülümsediğini. Özellikle de “sıradan” bölümüne. Çünkü alışılmışın çok ötesindeki donanımını, sahip olduğu tüm imkânları bu sıradanlığı yaşamakta kullanmış ve kendisi dışında gelişen “efsaneyi” -tıpkı bu törende olduğu gibi- uzaktan izlemiş biri Halet Hoca. Arkeoloji öğrenimini, daha sonra eski diller üzerinde doktora da yapacağı Paris Sorbonne Üniversitesi’nde tamamlamış, ölü dillerin yanı sıra, yaşayan birçok lisanı da çok iyi bilen, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk ama en saygın bilim kadınlarından. İçecek suyu bile at sırtında taşıdığı Toroslar'ı, Atatürk ve İnönü’nün yakınındaki seçkin aile yaşantısına, Karatepe’de kurduğu çadırı, İstanbul Boğazı’ndaki yalıya tercih eden bir insan... Karatepe’de değişen gelecek Halet Çambel, Hitit Kralı Asativatas’ın sınır kalesi Asitivada’yla (Karatepe) 1946’da, İÜ Edebiyat Fakültesi’nde asistanlığını yaptığı Alman asıllı Profesör Helmuth Theodor Bossert’le yaptığı araştırmada tanıştı. Ekip burada beş yıl çalıştı. Çambel, Bossert’in çalışmayı krallığın başkenti olması muhtemel Misis antik kentine kaydırmak istemesine, “Karatepe’de dağınık durumdaki eserlerin birleştirilmesi gerektiği, yoksa kaybolup gideceği” gerekçesi ile karşı çıktı. Karatepe’de kalıp bu Hitit kalesini ayağa kaldırma kararı, sadece Çambel’in hayatının dönüm noktası değil, Türkiye arkeolojisinin de kilometre taşlarından biri oldu. Halet Hoca’nın henüz 1950’lerin başında kurduğu ama kendisinden başka kimsenin inanmadığı düş, bürokrasiye ve o dönemde onu küçümseyen meslektaşlarına rağmen Türkiye’nin ilk açık hava müzesine dönüştü. Çam ormanlarının içinde, baraj gölüne dönüşmüş Ceyhan Nehri kıyısındaki bu müze yanlızca Geç Hitit krallığının anıtsal heykel ve kabartmalarının değil, arkeolojik zenginliklerin doğal çevreyle bütünlük içinde görülebileği dünyadaki nadir örneklerden. Çambel’i Karatepe’de 2006 kışında ziyaret etmiştim. Kalenin kuzey kapısına doğru yürürken burada karşımıza çıkan bir çam ağacının öyküsünü anlatmıştı bana. Çatal şeklinde gelişen fidenin bir kolu, genç bir köylü tarafından kırılmış. Durumu fark edip korumaya almışlar, yaşatmışlar. Kırılan dalın yeri hâlâ belirgindi. Ancak çatalın diğer kolu üzerinde yükselen kısım 55 seneyi devirmişti. “Birlikte büyüdük” demişti Halet Hoca, gülümseyerek. Karatepe’deki 60. yılıydı. 91 yaşındaydı ve yılın birkaç ayını burada geçiriyor ve hâlâ geleceği planlıyordu. 95 yaşına kadar da Toroslar’dan kopmadı. 'İlk olmak aklıma gelmez' Öğrencilere okul yerine sahada eğitim vermek, prehistorya eğitiminde bilimsel metodolojinin uygulanması, kazı verilerinin çevrede halen yaşayan kültürle birlikte değerlendirilmesi, doğa bilimlerinin arkeolojik araştırmaya dahil olması… Türkiye arkeolojisinde bu uygulamaların hepsi onunla başlamıştı. Peki o ilk olduğunun farkında mıydı? “Aklıma bile gelmez, yapılması gereken bir iş olarak görürüm” diye yanıt vermişti bana. “1936 Olimpiyatlarına eskrim dalında, ben ve Yavuz zırhlısının çarkçıbaşısının kızı Suat Fetgeri Aşeni katıldık. Şimdi herkes diyor ki, Atatürk’ün emriyle olimpiyatlara katılan ilk Türk kadınları olmuşuz. Farkında değilim.”demişti. Mehmet Özdoğan’ın bahsettiği “sıradanlık” bu olsa gerek. Uygarlık mirasını halkla korumak Gündüz Vassaf, ölümünün ardından Radikal’de kaleme aldığı yazıda Çambel’i şöyle anlatıyor: “Halet Hanım’ın dünya kültürüne katkısı arkeolojik çalışmalarından öte, kazılarında keşfettiği uygarlıkların mirasına çevre halklarını, köylerini de ortak etmesi. Anadolu topraklarının örttüğü tarihi, günümüzde ülkeyi zenginleştirmek adına çimento fabrikaları kurmak isteyenlere karşı, onlarla birlikte sahiplenerek koruması.” Vassaf’ın sözlerinin karşılığını, uygarlık tarihi, örenyeri, korumacılık, etnografya, doğa, bilim ve yöre insanının yaşamını bir bütün halinde sunan Karatepe’de görmek mümkün. Uygarlık mirasını halkla koruma Karatepe Kilim Kooperatifi Başkanı Cengiz Cafri’nin, Fen Edebiyat Fakültesi’ndeki törende Osmaniye şivesiyle haykırışına ise şöyle yansıyor: “Siz üniversitede onu profesör olarak biliyorsunuz. Biz onu Karatepe’nin anası olarak tanıyoruz. Bıraktıklarını koruyacağız Ana!” Zeugma’dan 40 yıl önce 1960’ların sonunda Ceyhan üzerine yapılması planlanan Aslantaş Barajı, Karatepe ören yerini baraj gölü içerisinde küçük bir ada haline getiriyordu. Çambel bir yıl boyunca barajın tüm mühendislik planlarını inceledi. DSİ yöneticilerine, barajın kültür varlıkları üzerindeki yanlışlarını ortaya koyan bir rapor sundu. Ve baraj kotunun, Karatepe’yi tehdit etmeyecek şekilde düşürülmesini sağladı. Çambel bugün Hasankeyf’te, Allianoi’de, Zeugma’da yapılan yanlışı, 40 yıl önceden görmüş ve engelleyebilmişti. Ama Karatepe asla tek örnek değil. Siyasilerin Türkiye’ye büyük bir prestij olarak sunduğu barajların kültür varlıklarını nasıl etkileyeceğini öngörebilmek, tıpkı bugün olduğu gibi 1960’larda da söz konusu değildi. Doğu Anadolu’da, Fırat üzerine yapılacak Keban Barajı altında kalacak ve henüz araştırılmayan coğrafyaları yine Halet Çambel dert edindi. 1967’de Chicago Üniversitesi Doğu Bilimleri Enstitüsü Müdürü R. J. Braidwood’la ortak çalışarak baraj alanının envanterini çıkardı. Fakat devletin bu araştırmalara ilgisi yoktu. Çambel, kendilerinden bir yıl önce bölgenin ön etüdünü yapan ODTÜ’nün kapısını çaldı; ODTÜ yerleşkesini kurmakta olan Rektör Kemal Kurdaş’ın heyecanından yararlandı ve Keban Baraj Gölü Altında Kalacak Tarihi Eserleri Kurtarma ve Değerlendirme Komitesi, aynı gün, Kurdaş’ın başkanlığında kuruldu. Yerli ve yabancı 25 heyet, 50’nin üzerindeki tarih öncesi yerleşmede altı yıl boyunca, barajın ilk suları gelinceye dek çalıştı. Kültür tarihi açısından çok önemli görülmeyen Doğu Anadolu’nun Mezopotamya kadar köklü bir mirasa sahip olduğu böylece anlaşılabildi. Keban, bugün özellikle ulaştırma projeleri nedeniyle duyarken yadırgamadığımız kurtarma kazılarının ilk örneklerindendi. Akyaka’da buluşma Halet Çambel, 70 yıllık hayat arkadaşı Nail Çakırhan’ı 2008’de kaybetti. Şair ve gazeteci Çakırhan, Karatepe “diplomalı” bir mimardı. Hitit tanrılarını zamana ve doğaya karşı koruyan, Mimar Turgut Cansever’in tasarladığı çıplak betondan sundurmaları o inşa etmişti. Çakırhan, 1970’ten sonra yaşadığı Muğla Akyaka’da kendisi için doğaya uyumlu, geleneksel ve çağdaş mimariyi buluşturan bir ev tasarladı. Zamanla tüm Akyaka’ya model oluşturan bu tasarım, çevreye duyarlı mimariye öncülük ettiği için Ağa Han Mimarlık Ödülü’ne layık görüldü. Nail Çakırhan’ın ölümünden birkaç ay önce, Halet Çambel’le önce Akyaka’da karşılaşan arkadaşım Hüseyin Çağlar İnce, 93 yaşındaki Çambel’in o gün akşama kadar Çine Vadisi’nde eşi ve kendisi için mezar taşı aradığını söylüyor. Çağlar’ın aktardığına göre Çambel, yorgunluğuna rağmen bütün akşam Osmaniye’de Ceyhan Nehri kıyısına yapılması onaylanan çimento fabrikasının nasıl durdurulabileceğini anlatmış. Halet Çambel 15 Ocak’ta Akyaka’da, eşi Nail Çakırhan yanına defnedildi. Her ikisinin mezarında da Halet Hoca’nın Çine Vadisi’nde seçtiği doğal taşlar kullanılmış. Orada bulunan "Çambel okulu"ndan bir arkadaşım “Halet Hoca’ya yakışan mütevazı bir törendi. Mezarın üzerine yörenin yaban mersinleri dikildi. Bir anda ortalık yemyeşil oldu.” diyor. Vesikalığı ve son birkaç yılda çekilen fotoğrafları dışında, Halet Çambel’in tek başına olduğu bir kareye kolay kolay ulaşamazsınız. Çalışma arkadaşlarıyla beraber fotoğraflanmayı, kendini onlardan ayrı tutmamayı istemiştir hep. Başında bir kasket vardır çoğu zaman. Onu mesai paylaştığı köylülerden ayırt etmekte bile zorlanırsınız bazen. Arzuladığı da budur. Onu, Karatepe’de yalnız görüntüleyebilmek için çok ısrar etmem gerekmişti. Tek bir kareye izin vererek objektif karşısına geçtiğinde ise, yanına Karatepe’nin Aslantaşı’nı almıştı. Gökhan Han | İstanbul Kaynak : BBC
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış
|
| Tüm Yazarlar |
|