|
KARİNAKategori: Nalına Mıhına | 1 Yorum | Yazan: Metin Atamer | 05 Ocak 2014 13:36:56 Üniversiteye ilk başladığım yıllarda Büyük Millet Meclisi’nin hemen arkasında, barakalardan oluşan dersliklerde eğitim görürdük. Derslere yetişmek için bir o barakaya, bir bu barakaya koşarak başlamıştık üniversite yıllarımıza. Üniversitemize, rahmetle andığımız Sayın Kemal Kurdaş tarafından, hiç bir şahsi menfaat güdülmeden, hem bu günkü arazi, hem de EYMİR Gölü olarak bilinen göl ve civarı, okulun mülkiyetine büyük bir maharetle satın alınmıştı. Üniversite kuruluşu için projeleri çizilmeye başlandığı tarihlerde, inşaat yapılana kadar geçici bir mekan olarak Meclisin arka bahçesinde eğitim verilmekteydi.
O tarihlerde Büyük Millet Meclisi’nin etrafında bu günkü gibi etten duvar yoktu. Okuldan çıkınca eve gitmek için Meclis’in içinden yürüyerek, hatta yağmurlu havalarda binanın içinden geçerek giderdik. Ne kapılarda kimlik soran polisler, ne de Meclis içinde kapılarda geçiş kartı soran görevliler vardı. Hatta şifreli kartlı geçiş turnikeleri bile yoktu. Elimizi kolumuzu sallıyarak bu binaların içinden yürüyerek geçer giderdik. O tarihlerde bizim bir endişemiz yoktu, hatta millet vekillerinin de talebelerden bir endişeleri yoktu. Ayşe diye bir kız arkadaşım vardı, gönlünü bir Lübnanlı çocuğa kaptırmıştı. Ayşe çok güzel voleybol oynardı . Bir gün meclisin bahçesinde Ayşe ile oturduk, o sene mezun olacak erkek arkadaşının, kendisine evlenme teklifi ettiğini söylemişti bana. Ne yapması gerektiği üzerinde bana dert yanmıştı. Evlenip Lübnan’a gitmeyi teklif etmiş, fakat mezun olmasına Ayşe’nin iki senesi daha vardı. Meclisin duvarında yaslanmış bunu bütün bir gece konuşmuştuk. Oradan gece yarısı ayrıldığımızda Ayşe, çaresiz göz yaşı dökmüştü. Sene sonunda okulu bırakıp arkadaşı ile evlenip Lübnan’a gittiğini hatırlarım. Ayşe ile irtibatım kopmamıştı. Daha sonra Beyrut’tan Amman’a göçtüklerini öğrenmiştim. Amman’a gittiğim bir seyahatimde, Ayşe ile beraber bir yemek yemiştik. Evliydi, mutluydu, eğitimini tamamlamamış olması kendine bir şey kaybettirmemişti. O tarihte bir kaç çocuğu vardı, kendine bir de pastahane açmış onu işletmekteydi. Üniversite yıllarımda ben zaman zaman Rüzgarlı sokağa gider, Ulus gazetesinde bazı genç gazeteci arkadaşlarla konuşurdum. Heybeliada’ya yazın Milli Şef gelir, meşhur çivilemesini bizim aramızda yapardı. Heybeliada plajında bu deniz banyosunu yapan rahmetle andığım Sayın İnönü, ada halkı için özel bir mana ifade etmekteydi. Denizde en fazla beş on dakika kalır, merdivenlerden çıktığında bornozunu giyip, “Çivilemem iyi idi, değil mi ?” diye bize sorardı. Aslında söylediği sözlerin içinde mutlaka siyasi bir kaç mana olurdu, ve bunu en iyi Metin Toker tanımlardı. Milli Şef Heybeliada’da yüzerken, halk arasında gezerken bizim gözümüze ne resmi ne de sivil bir polis takılırdı. Bir koruma çemberi yoktu, zaten bunu Sayın İnönü de istemezdi. Bir gün Ayten Sokak’ta karşılaştığımda, “Paşam sizinle beraber bir resmim var, benim için imzalar mısınız?” diye sorduğumda “Bizim eve gel de orada imzalayayım” diyerek beni evine götürdüğünü hatırlarım. Bu günlerde ülkemde garip olaylar olmakta. Bu ülkede Yasama, Yürütme ve Yargı erklerinin tamamını bir kişinin kontrol etmesinin çok yalnışlıklara neden olacağı aylardır hatta yıllardır apaçık ortadadır. On sene önce sorunsuz bir ülke olan Türkiye’nin, bütün komşuları ile bir dalaşma haline gelmesi, hatta komşu olmayan ülkelerle de iyi ilişkilerinin kötüye gitmekte olduğunu seyretmek çok acı. Kişilerin evlerinde kolluk kuvvetleri tarafından yapılan aramalarda neler bulunduğu beni ilgilendirmemekte. Ülkenin altını üstüne getirmek, her insanın harcı olmasa gerek. Bunun bir beceri olduğunu düşünmekteyim. Polis devleti olma yolunda epey yol kat ettiğimiz muhakkak. Bugünler FRUKO dönemini andırmakta. Halk polisle karşı karşıya. Yargı ile polisin de çatıştırılmakta olduğunu görmek hiç de hoş olmasa gerek. Türk Silahlı Kuvvetlerini yıpratma planı, Üniversite Rektörleri ile girişilen sürtüşme, hekimlere karşı yapılan yıpratma düzenlemeleri, hatta Türk Hukuk sistemini sallamanın artcı sarsıntılarının, ülkemizi çok sarsacağına inanmaktayım. Bazılarının ekranlarda konuşarak, şüpheli kişileri ‘Masumiyet Karinesi’ diyerek müdafaa etmelerinin ne kadar doğru olur anlamamaktayım. Karine veya Karina çeşitli lisanlarda başka anlamlara gelmektedir. Ermenice Karina saf anlamına gelirken, Yunancada da aynı anlama gelen temizi ifade eder. Ayrıca İtalyancada Karina güzel anlamına gelir, Japoncada ise nazik anlamına gelmektedir. Rusçada ise EKATARİNA aynı anlama gelir ve bayanlara verilen isimlerin içinde yer alır. Türkçede böyle bir kelime olmadığı için ne anlama geleceğini tayin etmek zordur. Türkiye’yi cemaat, tarikat, halk ve taraf olarak bölüp, yolsuzluk ve rüşvet cennetine dönüştürerek, omurgası parçalanmış gemi anlamına getirmeye kimsenin hakkı olmasa gerek diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.
YorumlarGündoğdu Gencer
{ 05 Ocak 2014 13:56:35 }
Meclisin çamaşırhanesi olarak yapılan stüdyolarımızdaki Goralı sandöviçleri ve Güzel Marmara şarabı eşliğinde sabahlamalarımızı anımsattın bana, sağol. Yeni yerleşkeye taşındıktan sonra İnönü'yü ve Demirel'i tiyatro olarak kullandığımız Mimari anfisinde sahnelediğim oyuna davet etmiştim. Demirel gelmedi. İnönü Mevhibe Hanım'la birlikte geldi, sahnede kendisiyle gırgır geçilen oyunumu seyrettikten sonra gelip beni kutladı. Anılar...
Diğer Sayfalar: 1.
|
| Tüm Yazarlar |
|