Her şarkının bir hikayesi olduğu ve bu şarkıların ifade ettiği güzel öykülerin kayıt altında olmadığı için çoğu zaman kaybolduğu bir hakikattir. Bir çok bestekar besteledikleri güzel eserleri notalara döküp arşivlemedikleri için, bu eserler yaşamamaktadır. Kimi eserler sevgiyi, kimi eser bir aşkı, kimi eser ise bir özlemi dile getirmektedir. Bazı şarkıların güfteleri ise bir acıyı, bir elemi anlatır, bazıları ise bir konuya yazarın isyanını söyler.
Bazı eserleri dinlerken kendimi bulur, bazı şarkılarda dönemi ve olayı yaşamaya çalışırım. Neler düşündüğümü bir bilseniz hak verirdiniz. “Vücud-u iklimim sultanı sensin” diye başlayan bir şarkıyı dinlerken siz ne düşünürsünüz bilmem amma ben 1963 senesinden beri tanıdığım çocuklarımın annesi eşimi düşünür, gözlerinin içine bakarım. Bu şarkının güftesi ve bestesi konusunda söylenecek sözler vardır, ve bu besteyi yapan değerli üstad bestekara saygım sonsuzdur.
Bizlere kadar ulaşmış, başka şarkıların sözlerinde ise bir hikayeyi aramak gerekir. ‘’Müntazır teşrifine hazır kayık, ince yaşmakla bu cuma seyre çık’’ mısraları bizlere dönemin Osmanlısında, cumaları bahar ve yaz günlerinin nelere vesile olduğunu söylemekte. Bu şarkıda anlaşılan yazar veya bestekar, sevgilisinin cuma günü, yüzünün hatlarını anlatan bir örtü ile sandalda, Küçüksu’da veya Göksu’da gezintiye çıkmasını istemekte.
Aslında Osmanlı döneminde, yani ‘kap göç’ döneminde cumaları öğle namazından sonra tutulan kayıklarla Göksü veya Küçüksu’da sandalla gezintiye çıkılmasının bir gelenek haline geldiğini, bazı resimlerden bilmekteyiz. Burada erkekler kızları izlemekte, birbirlerini beğenmelerini izleyen yere mendil düşürme ile başlayan yakınlaşmaları, bir evliliğe doğru gitmekte. Bu şarkıların sandallarda söylendiğine, aşıkların derun-u sinelerinden gelen bütün samimiyetleri ile bunları dillendirdiklerine yürekten inanırım.
Bu şarkılar, şairin aklına geldiği gibi kaleme alması yanında bestekarların ahenk vermesi ile vücut bulur. Şairlerin aşık oldukları şehirler vardır, bu şehirlere destan yazarlar ve bu destanlar bestekarları hislendirir. Bu hissiyatın notalara dökülmesi de, bir şarkının meydana gelmesine nedendir. Geçenlerde Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Heybeliada’daki evinin yanındaki koruluğa gidip oturdum. Karşımda Küçükyalı, Maltepe, daha sonra Dragos durmakta. Bundan elli sene evvel de bu ağaçların altında ilk şiirlerimi yazdığımda Hüseyin Rahmi’nin ne düşündüğünü, bu gün anlıyabilmekteyim.
Karşımda Süreyya Hastanesi’nin etrafı binalarla sarılmış, orman talan edilmiş, Maltepe’nin arkasındaki Ayazmada artık çam ağaçları yok, tepedeki gecekondu yayılmasının yanında, Kayış Dağının üstündeki çamların nasıl yok edildiğini ve şehrin nasıl yozlaştığını izlemek bana seneler boyunca hep azap verdi. Tabakhanelerin Veliefendi civarından taşınması ile ortaya çıkan çıplak arazide bir rant uğruna 50 katlı binaların yükselmesine, birilerine peşkeş çekilmesine lanet etmekteyim.
Bütün sanatçılar yeni eserlerin üretilmediğinden yakınmaktalar. Doğrudur. Yeni eserler meydana gelmemekte. Kimsenin oturup beton bloklarına bakarak hislenmesi mümkün değildir. Sadece denize bakıp ne yazarsınız bilememekteyim. “Küçük suda gördüm seni, gözlerinden bildim seni” Küçük suda artık lağım akmakta.
Gerçekten İstanbul’u bir sabah dinlemeye çalışın, dinleyemezsiniz. Sucular yok, hani iki beygirin çektiği at arabalarında damacanalarla su satan, “SAKA” lar, sucular yok artık ortada. Omuzlarında tahta terazi taşıyan, her iki tarafında büyük tepsiler içinde sokaklarda dolaşan yoğurtcular yok, onların tek elle çaldıkları zilleri duyamazssınız, “Yoğurtcuuuu, Silivri’nin yoğurdu vaaar’’ Artık Silivri’nin başka şeyleri olduğundan yoğurduyla anılmamakta.
Artık bu şehri İstanbul’u hiç sevmiyorum. Şehrin tarihi dokusunu rant için bozan insanlardan nefret etmekteyim. Edirne Kapı Mihrimah Sultan Camiiden Üsküdar Mihrimah Camiiye 21 Mart gecesi, Mihrimah Sultanın doğum gününde bir bakın, ayın doğuşunu görebilecek misiniz?
İstanbul’a bir tepeden bakmaya cesaretim kalmadığından, bunu kişisel çıkarlar uğruna, rant için talan eden insanlara lanet etmekte olduğumu haykırmak istemekteyim diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.