Erdoğangillerin en bariz özelliği yetkiye, otoriteye, emretmeye olan düşkünlükleridir. Ezildiklerine iman ettikleri için olsa gerek emrederek intikam almak zevk verir onlara. Bu yüzden hep daha fazla yetki ister Erdoğangiller. Hiçbir makam, hiçbir mevki onları tatmin edemez. Ülkede ne varsa belirlemek, kim varsa yönetmek arzusu içinde siyaset oyunu oynarlar.
Fakat bu kadar güç ve otorite isterken sorumluluk alma konusunda o kadar hevesli değildirler.
Örneğin, Samsun’da dere yatağına TOKİ binası yapma yetkisini isterler ama selin bastığı TOKİ binalarında ölen insanların sorumluluğunu almak istemezler.
Van’da deprem olunca, binalar yıkılınca, canlar yok olunca Valisiyle, AFAD yetkilisiyle, Bakanıyla beraber “höt zöt” yapmaya bayılırlar. Ama tahliye etmedikleri otel çöküp onlarca insan toprağa girince sorumlu tutulmak istemezler.
Bu ruh hali o kadar yaygındır ki, açılımın bütün nimetlerine sahip olmak ama olumsuz sonuçlarından dolayı eleştirilmemek isterler.
Recep Tayyip Erdoğan da gündelik hayatına bunu yansıtıyor.
“Yürüyüşüne hastayım” diyenlere tebessümle karşılık veriyor; meydanlar “büyük usta” deyince mutlu oluyor.
Fakat o kalabalıklardan biri en ufak bir eleştiri yapınca hemen laf hazır: “Ananı da al git!”
Bencillik tavan yapıyor bu durumlarda.
Kendi çocuklarına, karısına en ufak bir söz söylense hemen celallenen Başbakan, başkalarının kızlarını, kucak muhabbetlerinin konusu yaparken hiç ama hiç tereddüt etmiyor.
Sıfır empati; sıfır sempati.
Ama bolca hakaret ve bolca küfür…
Çünkü Erdoğan da kendinden önceki otoriter siyasetçiler gibi “demokrasiye” inanmıyor.
Halkı sevmiyor, güçsüz insandan tiksiniyor.
Kendini seçilmiş, özel, kudretli olarak gören her kafa gibi, Erdoğan da kendisine “hesap sorulmasına”, “eleştiri” getirilmesine katlanamıyor.
Çünkü Erdoğangiller sözden önce sözü edene bakarlar.
Eğer sıradan vatandaşsanız Erdoğangiller sözünüzü dinlemez.
Onların söz dinlemesinin tek yolu, onlardan daha üstün olduğunuza iman etmeleridir. Mesela Obama.
Erdoğan, Obama’nın elinde beyzbol sopasıyla artistlik yapmasına boyun eğiyor. Çünkü Obama’yı kendinden üstün olarak kabul ediyor.
Bu anlayış, siyasette de hep biraz daha fazlasını elde etmeye zorluyor Erdoğangilleri.
Her konuda ahkâm kesmek, her konuyu bildiğini zannetmek bu anlayışın doğal sonucu…
Her yetkiyi istemek ama sorumluluk almak istememek de doğal oluyor bu yüzden.
Erdoğangilleri tek adam olmaya zorlayan da bu.
Bu anlamda Erdoğan, başkanlık sevdasından vazgeçemez.
Ama başkanlık da yetmez! Hangi ad altında olursa olsun her şeyi yönetmek ve asla tartışılmamak noktasına gelene kadar asla durmaz böyle insanlar.
Vazgeçmiş gibi görünebilirler, planları erteleyebilirler…
Fakat nihayetinde mutlaka başa dönerler.
Önümüzdeki yerel seçimler bu yüzden daha fazla önem kazanır.
Erdoğan’ın tekrar bir seçim zaferine ulaşması, bugün vazgeçmiş gibi göründüğü Başkanlık sevdasını gündeme getirir.
Başkan olmak için her şeyi yapar.
Başkan olsa bu sefer daha fazlasını ister. Sınır tanımaz, eleştiri kabul etmez. Ol deyince olacağına inanmak ister.
Her kararı vermek ama asla sorumlu olmamak…
Bir nevi tanrısallaşmak duygusudur yaşanan.
Erdoğangiller bu anlamda hep birbirlerine benzerler.
Bazen Öcalan postunda çıkarlar karşımıza. Marx’ı aştığını iddia eder o kafa.
Tarihin bir döneminde Hitler olurlar. Bombalarla ölen Almanların bunu hak ettiklerini söyler o kafa.
Zihniyet hiç değişmez. Bakış açısı hiç dönüşmez.
Ama her halükarda sonları da aynı olur Erdoğangillerin.
Tüm yetkileri ellerinde tutsalar da sorumluluktan sonsuza kadar kaçamazlar. Ve hesap mutlaka kesilir. Ödemek de mecburidir!