|
Öğretmen EbeKategori: Hizan Köy Masalları | 4 Yorum | Yazan: Deniz Günal | 12 Ocak 2008 01:04:13 Bu öykünün tamamı, Bitlis Hizan'da bir dağ köyünde öğretmenlik yapan Edip'in yaşadıklarından, bana mektuplarında anlattıklarından kurgulandı. 'Her şey çocuklar için' diyen bütün öğretmenlerimize selam olsun!
Ebe Tarih kitaplarında diyor ki Bitlis ve yöresinin yazılı tarih öncesi oldukça karanlıktır. Burası başka bir dünya. Yaşadıkça daha iyi anlıyorum. Burada mantık işlemiyor. Yasa da işlemiyor. Burada yasa dağlar. Siyaset yok. Devlet yok. Devlet olmayınca siyaset olmuyor zaten. Hizmet olmayınca. Umut olmayınca para olmayınca… Dağlarla taşların yeri değişmiyor. Neyin hesabını yapacak insanlar. Kışı geçirmenin hesabıni! Donmamanın, çocukları hastalıklara telef etmemenin, karnını doyurmanın. Hesap bitti. Öykü de yok! Yirmi altı öğrencim var. İki yıl önce göreve başladığımda yalnızca üçü okuyabiliyor, sekizi Türkçe konuşabiliyordu. Çat pat. Şimdi hepsi okuyor. Aylarca her sabah bir çoğunu evlerinden, tarlalardan, bahçelerden topladım. Öğle yemeğine eve gidip gelmeyenleri tek tek geri getirdim. Onları anlamaya çalıştım. Tanımaya. Dertlerini tasalarını bilirsem neyi nasıl öğreneceklerini de, en çok ne öğrenmeleri gerektiğini de bilirim. Müfredat! Evet o belli. Hayat Bilgisi dersinde çocuklara sorular: Süper markete gittiğinizde annenizin size en çok ne almasını istersiniz? Müzeye gitmeyi sever misiniz? Oyunlarını izledim. Neler oynadıklarını nasıl oynadıklarını anlamaya çalıştım. Niye hep taşlarla, dallarla oynadıklarını. Taşla oynanabilecek, çocuklara yalnızca çeviklik ataklık değil sosyal örgütlenmeyi de öğretebilecek taşlı oyunlar var. Saatlerce oynanabilir. Bazan ben de onlarla oynuyorum. Bazı ayak hareketlerini beceremiyorum. Bozuntuya vermiyorlar. Kızlarım bir oyuna başlamadan önce uzun uzun uğraşıp ebe seçerler. Karmaşık yöntemleri var. Ön elemeli. Ebe seçmek de oyunun bir parçası elbette. Ayşe ile Meryem ebe. El ele tutuşmuş yerde oturuyorlar. Diğer kızlarım, Sibel, Seher, Fatma, Nur, Sultan, Fidan, Mürüvet ellerinin üstünden atlıyor. Yedi çeşit atlama var. Atlayamayan yanıyor. Arada oğlanlar dalıyor kuyruğa. İtiş kakış. Onlar da atlıyor Ayşe ile Meryem’in ellerinin üstünden. Şebeklerim. Abdullah`la Sabatullah…. Onlar karıştırır kızların oyunlarını hep, kızları gıcık etmeye bayılıyorlar. Sınıfta ben de az şebeklik yapmıyorum. Baktım ki dikkatleri dağılmaya başladı, gözleri dışarda taklitlere başlıyorum. Hayvan taklitlerine bayılıyorlar. Kahkahaya boğuluyorlar. Bir şeyler öğreniyorlar. Doğru. Ama öğrendikleri bir işlerine yarayacak mı? Ne işlerine yarayabilir ki bu köyde? Buradan kaçmaktan başka. Ayşe ile Meryem. En çalışkan öğrencilerim. En akıllı. Bana sınıfta yardım ettiler hep. Diğer çocukların ellerinden tuttular yazı yazdırdılar. Onlara kitap okudular, okuttular. Bana söz verdiler. Çok çalışacaklardı. Ben de onları ilçedeki ortaokula gönderecektim. Babaları izin vermezmiş. Ben alırım. Mutlaka alırım. Yeter ki siz çalışın. Sözlerinde durdular. Bütün derslerinden pekiyi aldılar. Aferim! Sizi bu köyden kurtaracağım. Okuyacaklar. Şehirlerde yaşayacaklar. Bu dağbaşına, sefalete, kadının yüzünü gösteremediği tutsaklığa dönmeleri gerekmeyecek. Evlerinde akarsuları olacak, kesilmeyen elektrikleri, telefonları, ayaklarında doğru dürüst ayakkabıları. Sinemaya gidecekler. Çocuklarının doğum gününü kutlayacak, ilk sözünü ilk adımını bir deftere yazacaklar. Çocuklarını markete götürüp soracaklar. Sana ne alayım? Çikolatalı bisküvit al anne. Çilekli gofret. Polis arabası. Burası başka bir dünya. Burada siyaset yok. Umut yok. Mantık yok. Burada yasa babanın sözü. Ali amca.. Mehmet amca… Bak kızın çok akıllı, çok çalışkan. Çok iyi okuyacak. Üniversiteye de gidecek. İstemez misin öğretmen olsun. Git işine muallim. Kız kısmı okumaz. En ciddi en muallim sesimle konuştum. Düşünün. Bir yaz önünüzde. Kararınızı verin. Hazırlanın. Kızları götüreceğim ilçeye. Pes etmedim. Nasıl olsa kandırırım. Kanmazsa ceza gönderirim. İlçedeki ortaokula verdim kızlarımın adlarını. Onlar için çok güzel olacak. Davar yok, ufak bebelere bakmak yok. Hayat görüşleri olacak. Umutları. Yaz tatilinden döndüğümde çağırdım kızlarımı. Hazır mısınız? Yarın gidip kayıtlarınızı yaptıracağız. Biz okumayacağız öğretmenim. Ne!!! Biz okumak istemiyoruz öğretmenim. Kızım… Siz ne diyorsunuz? Biz anlaşmadık mı sizinle? Bu köyden kurtulmak istemiyor musunuz? Kaçıp gittiler. Arkalarına bile bakmadan. Babalarına gittim yine. Ne oldu? Söz mü verdik ki sana muallim, git işine. Köyün kocakarıları bile dil uzatmış. Yemişler babaların kafasını. Ne işi var kızların ilçede! Kimse okutmuyor siz nasıl okutacaksınız! Ben buldum kızlara maddi destek. Hayırsever aileler var, okul masraflarını karşılayacaklar. Kocaya kaçarlar, beş kuruş da başlık alamayız! Burası o hep aynı dünya yüz iki yüz beş yüz yıl önceki. Şaşmadan insanın düzenini sağlayan töre. Bozulmasın. Hiç bozulmasın. İyi olacaksa bile bozulmasın. İyi olan bozulmamasıdır. Öykü bu. Yazgı. Kızlar bir an önce gelin olacak, babalar başlık parası alacak, kızlar işçilik yapacak, bebeleyecek, adamlara hizmet edecek, ölmez de sağ çıkarlarsa, bir çırpıda yaşlanıp yerlerini yeni kızlara bırakacaklar. İnsan geçip gidiyor. Töre yerinde. Su akıp gidiyor. Dağlarla taşlar yerinde. Öykü bu. Hep aynı yaşanıyor. Kimsenin anlatası yok o yüzden. Ayşe ile Meryem hep ebe. Babaları üstlerinden atlıyor. İstanbul’da çalışan abileri üstlerinden atlıyor. Anaları, kocakarılar, evdeki ufak bebeler…. Davarlar, çapa bekleyen tarla, bağ, bahçe, kovan… Onlar da biliyor atlamasını. * Öğretmen bilmiyor. Cezayı eline tutuşturuyor babanın. Bilmem kaç yıllık geliri adamın. Kızıyor öğretmene. Senden önce yoktu böyle şeyler. Başının altından çıkıyor bunlar. Hayde git! Yırtıp atıyor cezayı. Jandarmaya gidecek öğretmen. Babaların kapısına dayanacak. Kızları zorla alıp okula götürecek. Bir okumaya başlasın çocuklar. Dünyaları değişecek. Kendilerini bilecekler. Kolay ezilip itelenmeyecekler. Sevilen çocuklar yetiştirecekler. Belki de öğretmen olup dönerler köylerine. O zaman iki dilli öğretmenler olur, daha çok şey öğretirler, hem Türkçede hem Kürtçede. Köylüleri onlara muallim hanım diye saygı duyar. Kimseden kaçmadan, yüzlerini, seslerini saklamak zorunda olmadan, korkmadan adımlarlar dünyayı. Gözü kara öğretmenin. Kafasına koymuş. Yiğidin hakkını yiğide, kızlarınkini kızlara verecek. İlle de oynayacak bu oyunu. İlle de atlayacak. Kızlar köy içinde öğretmeni görünce kaçıyorlar, başlarını çeviriyorlar. Napsın çocuklar. Öğretmenin iki dünyası var. İki dünyada da var. Bir bu köyde. Bir şehirde. Kızların tek dünyası var. O dünyada var olabilmek için ona uymaları boş umutlara kapılmamaları gerek. Öğretmen ebe!
Yorumlarşengül yeniçeri
{ 29 Eylül 2008 10:45:51 }
edip hocam.sen gönül yarası filmini izledin mi?izlemediysen muhakkak izle.bir öğretmenin arşivlik filmidir.yasalar orada yok ama bilirsinki şehirde de pek işe yaramıyor.ama sizin gibi öğretmenlerden klonlama ile 10000 tane yapsak tamamdır.ülkemizin sırtı yere gelmez.seni yetiştiren anne-babanın elinden öperim.umarım öğrencilerin bugün olmasa da ileride seni anlar ve verdiğin mücadeleyi kendileri de verir.
mustafa alagöz
{ 20 Ocak 2008 00:26:24 }
İnsan yaşadığını yüreği titrediğinde daha iyi duyumsar. Düşüncede algılanan enerji yürek çarpıntısında kendini belli eder. eğer bir şey yüreğimizi titretiyorsa bu, ya bizimde anılarımızda saklı olan bir deneyimin çağrışımından, ya da duyarlılığımızın bir algısından dolayıdır. Özverili Edip öğretmenin insan sevgisi dolu yüreğinden taşan emekleri, duyarlı insan Sevgili Deniz'in kalemiyle buluşunca insanda hüzün ve umut karışımı duygular uyanıyor, en azından ben bunları duyumsadım. Günlük koşuşturmaların karmaşasında, kendi kaygılarımızın boğucu gerilimi içinde insana, umudun, özverinin ve sevginin bizim aslımız olduğunu hatırlatan güzel satırlar. Edip öğretmene saygılar, ilgisi her yöne açık sevgili Deniz'e teşekkürler.
cemil eren
{ 16 Ocak 2008 06:04:19 }
sevgili deniz
Turkiyemin bir cok koylerinde ayni durum vardi. Her sey fakirlikten kaynaklaniyor. Ne yazikki birakin dag koylerini, buyuk kentlere yakin koylerde, turizme acilmis sahil koylerinde bile hala kız evlatlarin kuzudan ,koyundan farki yoktur.ikisi de buyutulup paraya cevrilecektir. evden cocuk yasta gelin gidene degin de evin isleri kiz cocuklarinin üstünde kalacaktir. bu kader degildir cehalettir. baba, ana egitilmemistir ki cocuklari baska turlu algilasinlar. Yasli hatunlarin, yasli erkeklerin de egitilmesi gerektir. Her seyden once de koy kalkindirilmalidir; koylere yatirim yapilmadikca bu olasi degildir. Amaaa! koylumuz cahil birakilmali ki kolay yonetilsin zihniyeti politikada egemenken bu da yapilmaz; yapilamaz demiyorum yapilmaz. Ogretmen cok cok onemli. cumhuriyetin ogretmeni ozveriliydi, ogrencileri uyarmak ve yetistirmek asli gorevleriydi.cocuklar onlarin kendi cocukariydi. bu koyun ogretmenleri de onlar gibi idealist, özverili: edip ogretmenin cabasi butun genc ogretmenlere ornek olacak denli kutsal. inanmis bir ogretmen. koyunu uyandirmaya calisiyor, koyun kaderini degistirmeye adamis kendini. her turlu alkısa ve takdire deger bir caba. umarim uykularindan uynir analar, babalar. Edip ogretmeni candan kutluyorum; deniz gunal'a da bu gercekleri guzel bir turkceyle bize aktardigi icin tesekkurler, sevgiler. saba
{ 14 Ocak 2008 11:23:55 }
sevgili deniz, 'yasadiklarimdan ogrendigim'deki hedeflerinden biri gercek oldu bile... bitlis-hizan koy masallari 1 ve 2 yazildi. eline saglik, yuregine saglik. arkasi gelecek biliyorum.
Diğer Sayfalar: 1. cemil eren'in cizgileri de masala bir baska boyut katiyor. edip ogretmene ve cocuklarina sevgiler.
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|