|
|
aydınlanmak diyorsunuz...Kategori: Felsefe | 0 Yorum | Yazan: Aykut Yazgan | 11 Ocak 2008 12:28:28 aydınlanmak diyorsunuz. ne dediğinizi anlamıyorum... tam olarak. anlayamıyorum. yine de ortak bir müşterekte (!...) buluşmanın çarelerini aramalı diyorum kendi kendime. nedir o ?
kelimenin (kavramın mı yoksa ?) ne anlama geldiğini araştırmak.. sözlük.. (cengiz’e inat) ilk önce aydın geliyor (ay.demir bahsinden hemen sonra). “ışıklı, parlak, pırıltılı” falan diyor karşılığında. tersine bakıyorum, ki burası beni daha çok ilgilendiriyor. ne olduğunu anlamak için önce ne olmadığını bilmek anlamak gerek bir büyüğümüzün dediği gibi. “kapalı, sönük, kasvetl, karışık, anlaşılmaz, muğlak” deniyor. ayrıca: “cahil, görgüsüz, kaba, geri fikirli”. adam kibar. “geri zekalı” demekten nedense imtina etmiş. buraya kadar tamam. peki asıl ne olduğu, anlamı, karşılığı ? “ışıklı, parlak, açık, belli, sarih, murahhas” ve tabii ayrıca: “kültürlü, okumuş, görgülü”. şimdi sağ gözünüzü hafifçe kısıp, hınzır bir gülümsemeyi dudağınızın bir yerine yapıştırdıktan sonra sol elinizle de mahut bir hareketi yaparsanız “aydın” dediğinizde bendeniz yukardaki tanımlardan hangisini kastettiğinizi şıppadanak anlarım. zaten sizde onu demek istemiştiniz değil mi ? yani sözlükte öyle demiyor muydu ? yani birbirimizle karşılıklı anlaşabilmek için en azından “ortak bir paydaya” ihtiyacımız yok muydu? yani bir sözlüğe.. yoo !.. hayır .. bu kafi değil diyeceksiniz. ne dediğinizi anlamak için ve kelimelerin, kavramların karşılıklarını benim böyle sözlüklere bakarak anlamak istemem yetersiz, yüzeysel, naif ve hatta seviyesiz !... yani bu anlamda en azından bir “ortak bölen” veya “payda” hiç bir işe yaramıyor anlaşabilmemiz için. peki niye, ne lazım ? felsefe ne demiş, hegel ne demiş, bu dediğinizi aristo acaba kategorize etmiş mi, kant bu bağlamda marx’la mı yoksa fichte’yle mi daha fazla hemfikir ? peki ya diyalektik !?... ancak ve yalnızca bu referanslara başvurulup bunların yanıtları alındıktan sonra “yetersizlik, yüzeysellik ve naivite” yaftasından kurtulabilirsiniz. ancak bu referanslarla konuşursanız, bu referansları kullanırsanız siz bir adamsınız. yoksa “adam” yerine konma kaygunuz beyhude… aydınlanma.. evet aydınlanma.. tersi ne ? karartma, söndürme.. eğer benim gibi felsefe ve kültür fukarası birisine soracak olursanız (hoş sormassınız ya, nereden soracaksınız ?) yetersiz ve yüzeysel kalma ve ömrümün sonuna kadar sırtımda bu damgayla dolaşma pahasına ve tehlikesine rağmen yinede ben bir sözlüğe bakarım. hem de “okyanus” a. yani pars tuğlacı’nın hazırladığı bir sözlüğe. adam müslüman bile değil. yayımladığı onca esere rağmen bir sürü büyüğümüz ve (aydınımız) onun türklüğünden bile şüpheli olduklarını yazdılar çizdiler. ama anadolulu. yedi sülalesi ve sapına kadar. bu toprağın adamı. koca bir çınar gibi neyse... ne dedim ? sözlüğe bakarım dedim. ne yazıyor sözlükte ? .... falan.... filan... descartes, zucke, 18 yüzyıl vesaire vesaire.. sonra ? sonra fransızca ve ingilizce ve osmanlıca karşılıkları. fransızcası “illumination” muş. ingilizcesi de ayni ama kelimeyi söylerken ağzınıza ufak boy bir patates alıp söylemeye çalışırsanız daha doğru telaffuz etmiş olursunuz. osmanlıca “tenevvür”. nekadar güzel, nekadar şık değil mi ? bir de sözlükte olmayıp benim uydurduğum almancası: “aufklaerung”. “tenevvür” ü geçelim bir kalem. geriye “illumination” la “aufklaerung” kalıyor. biri latince kökünü kullananlar, yada ingilizler gibi hem anglo-sakson olup yinede latinceyi kullanmayı tercih edenler, diğerleri gotlar, ostrogotlar, vizigotlar, alemanlar, cermenler vandallar !.... siz ilkini tercüme edin türkçeye birebir. ne diyor ? “illumination”. yani “aydınlanma” / “tenevvür” (münevver !..) sanki tarih yazılısında sakallı hocaya çaktırmadan ön sıradaki “batı” arkadaşın kağıdına bakıp; yok canım.. haşa.. kopya falan değil, hani sanki tarih dersindeki karne notunuzu az biraz tashih edebilmeniz için zorunlu bir operasyon. göz ucu kayması.. kasti değil.. öylesine.. hatta meşru bile sayılabilir.. ama ön sıradaki batı dörtyüz yıl boyunca oturup harıl harıl dersine çalışmış, ineklemiş. mühim değil. sizde aynisini yazarsınız, hatta hoca işi çakmasın diye bir iki kelimede değiştirirsiniz, notunuz düzelir. ve “aydınlanma” dan sınıfı geçersiniz. veya siz öyle sanırsınız.. tamam bırakalım bu komiklikleri. ciddiyet şu ki: illumine olmak için, yani aydınlanmak için birilerinin önce karanlık bir ortamda bulunması gerekir. önce karartma sonra aydınlatma. mantıklı değil mi ? şu veya bu nedenlerle ege ve grek kültür ve medeniyetlerinin üstüne kara bir şal atıp bin sene boyunca tanrı adına, inanç adına karanlıkta kalanlar elbette başlattıkları operasyonlara re-formation, re-naissance, illumination veya aufklaerung, yada bizim lisanımızda “aydınlanma” diyecekler. ve elbette bunları yaparken işkembeden değil, bir zamanlar var olan bir kültürün, bir medeniyetin, bir ışığın üzerine inşaa edecekler. ve elbette bunu yaparken ne kadar salim kafayla düşünürlerse düşünsünler, ne kadar üretken ve zeki olurlarsa olsunlar, bir zamanların asrı atik (grek) düşünürlerinin az veya çok taciri, bezirganı olmaktan kurtulamıyacaklardır. yani unique, yani biricik olamıyacaklardır. zaten derlerki: bu gök kubbe altında söylenmesi gereken herşey zaten söylenip bitmiştir. bunların arasından bir iki tanesini bu arada tenzih ederim. zaten onlarda salt felsefe ile uğraşmamışlar. evet.. dünya literatürü onlara “feylezof” sıfatından çok “edip” lakabını layık görmüş. “edip”..“edebi”.. “müeddep”.. ne garip. ucube dedikleri osmanlıca ne güzel ve ne enfes çeşitlemelere gebe ve her an bir güzellik doğurmaya hazır. gelelim anadoluya. lütfen beni “aydınlatır mısınız” ? benim referansım olan sözlükte anlatılmak istenen anlam karşılığında hangi tarihte, ne zaman, hangi medeniyet, hangi zihniyet, hangi topluluk gömülmüş karanlığa anadoluda? medeniyetler kurulmuş... filizlenmiş, çiçeklenmiş... medeniyetler yıkılmış... ama çöküp karanlığa gömülmemiş... dinler gelmiş çöreklenmiş... köşeleri törpülenip adem meşrebine uygun olarak “eyvallah” edilmiş. müstevliler basıp çökmüşler halkın bağrına. mübalaga cenk olmuş.. ama lütfen söylermisiniz, ışığın bu arada ne zaman söndüğünü ? kimini ne zaman hangi kültür veya medeniyet üstüne ve ne nam altında kara bir şal atıp onun dünyasını kararttığını ? evet.. tamam. mutlaka “aydınlığın” karşıtına yakışan “cahil, görgüsüz, kaba ve geri zekalılar” olmuş bu topraklar üzerinde tarih boyunca. iseviden silah zoruyla müslümana devşirilen paşalar, ağalar, beyler. sadrazamlar. anası belli, babası yüzelli, şehzadeler, padişahlar.. başka bir kan, başka bir ırk, başka kültür, genler felan derken biyolojik ve bilimsel olarak rejenere olması gereken bir nesil yerine dejenere ve sonunda da eciş bücüş, kanca burun, korkak, yılgın, sefahat düşkünü olmuş bir hanedan müsveddesi. ve bunların anadolunun bağrına çökerek zavallı anadoluya çektirdikleri... vergi, haraç, sefer, zulûm, yine sefer, yine sefer, vergi.. ama anadoluda ışık asla sönmemiş.. truva (belki çok daha eskilerden..) ve finikeden osmanlıya kadar bir medeniyetler cümlesi varedilip ulaştırılmış halktan halka.. mesela bir ege medeniyetinin kilometrelerce inşaa ettiği “zafer yolunun” başlangıcında, selçuklunun sonradan yaptığı “hamam” gözü tırmalamıyor. çünkü selçuklu o güzelim sütunları, o zarif kemerleri değil yıkmak, hem korumuş ve hem de ilave ettiği eserlerle kendi kültürünün bütün güzelliklerini bir öncekinle kaynaştırmasını bilmiş. bir meş’ale dolaşmış elden ele..[1] hace bektaş’tan yunus’tan, mevlana’dan, hoca nasreddin ve şeyh bedreddin’e ve hatta şabetay sevi’ye köroğulun’a, emrah’a ve saymakla bitmeyecek binlercesine kadar. hep ışık.. hep ışık.. söyler misiniz bu anadolu ne zaman karardı ki ? vakıfta 16 kasım 1997 toplantısı….
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|