|
|
DİL VE DÜŞÜNCE - IIIKategori: Makale | 2 Yorum | Yazan: Gündoğdu Gencer | 20 Eylül 2013 16:08:47 "Lingua Franca" evrensel, ortak, ana dili farklı olan insanların birbirleriyle iletişim için kullandıkları dil anlamına geliyor. Ve bu, hangi ülkenin, hangi devirde dünya üzerinde ne denli güçlü olduğuna göre değişiyor. İngiltere'nin "üzerinde güneş batmayan" imparatorluğunun ardından en büyük güç olarak onun yerini dili yine İngilizce olan ABD'nin alması bugün İngilizce'nin Lingua Franca olmasını sağlamıştır. Ayrıca o güçlü ülkenin dili diğer dilleri etkilemiş, o dillere girmiş, ayrıca o ülkenin kültürüne öykünenler tarafından sözde gelişmişlik göstergesi olarak kullanılmaya başlamıştır.
Lingua Franca, 1000 yıl kadar bir süre Latince idi. Daha yüzyıl öncesine kadar Türkiye’de en popüler yabancı dil Fransızca idi. Bunda fonetik olarak Fransızca’nın Türkçe fonetiğine İngilizce’den daha yakın olmasının da rolü vardı kuşkusuz. Amerikan kültür emperyalizmini yaşadığımız bu günlerde ise fonetiği uysa da uymasa da İngilizce sözcükler, deyimler Türkiye’de yapmacık bir kültürlülük göstergesi olarak suratlarımıza çarpıyor. Dil konusunda çok titiz olan Fransızlar ve Almanlar bile İngilizce’nin baskısına dayanmakta zorlanıyorlar. “Le weekend”, “Le Hamburger” bir bakıyorsunuz, tüm direnmelere karşın Fransızcanın bir parçası oluvermiş. Sözcük almakla kalınsa yine iyi, “The Marmara” gibi rezillikler almış yürümüş. Başbakan Erdoğan “rezidans”tan bahsediyor. Bilmeyenler de “aman maşallah, herhal çok iyi birşeydir” deyip alkış tutuyor. İspanyol soykırımı yaşamış Güney Amerika’ya bakıyorsunuz, (Portekiz sömürgesi olmuş Brezilya dışında) hepsi İspanyolca konuşuyor, onlarca değişik ana dilin olduğu eski İngiliz sömürgesi Hindistan’ın, eski ABD sömürgesi Filipinler’in resmî dili İngilizce, eski Fransız sömürgesi 31 Afrika ülkesinin 29’unun resmî dil Fransızca. İngiliz “Commonwealth of Nations”ın 54 üyesi, Fransız “La Francophonie”nin 27 üyesi vardır. Aynı dili konuşan insanlar aynı kavramlarla düşünür, bir birlik oluşur. Bir zamanlar dünyanın en güçlü imparatorluklarından birisi olan Osmanlı’nın neden bu konumda olmadığını geçenlerde sevgili dostum Mehmet Hamuroğlu şöyle açıklamıştı: Saray dili halkın konuştuğu dil değildi. Yalnızca Istanbul’daki seçkinlerin konuştuğu dildi. Bırakın Osmanlı hakimiyeti altındaki diğer toprakları, Anadolu insanına bile yabancıydı bu dil. Ve Osmanlı’nın yıkılmasında ortak bir dil olmaması çok önemli bir rol oynamıştır. Osmanlı’dan önce daha 1277’de Karaman oğlu Mehmet Bey "Şimden gerü hiç gimesne divanda, dergâhda, bergâhda ve dahi her yerde Türk dilinden özge söz söylemeye." demişse ve Oğuz boyundan gelen Karamanoğulları yaklaşık 200 yıl Güney Anadolu’da hüküm sürmüşse de Osmanlı’nın güçlenmesiyle 1487 yılında yıkılmış, Türkçe de yerini Osmanlıca denen garabete bırakmıştı. Osmanlı gayrımüslimlerden daha fazla vergi aldığı için haraçlarını ödedikleri sürece işgâli altındaki insanların dinlerine karışmamış ve bu arada da dil hiçbir zaman gündeme gelmemiştir. Osmanlı sömürgeci değil haraççı olduğu için diğer sömürgeciler gibi bir sömürü sistemi kurmamış ve bunun için de gerekli olan dilini dayatmamıştı. Çünkü kendi halkıyla bile bir ortak dili yoktu. Osmanoğulları yerine bir Karamanoğulları imparatorluğu olsaydı belki de bizim “Yeni Osmanlıcılar”ın hayal ettiği gibi, ortak dili Türkçe olan bir “Karamanlı Devletler Topluluğu” olabilirdi. Bunları İngiliz, Fransız, İspanyol ve bugünkü Amerikan kültür emperyalizmini savunduğum ya da onlara özendiğim için yazmıyorum. Yalnızca dilin önemini vurgulamak istiyorum. Bugün tek bir resmî dili olmayan ülke sayısı bir elin parmaklarıyla sayılacak kadar azdır. Kanada’da İngilizce ve Fransızca iki resmî dildir, İsviçre’nin 3 resmî dili Almanca, Fransızca ve İtalyancadır, Belçika’da Fransızca ve Flemenkçe iki resmî dildir. Türkiye Barolar Birliği yayınında Olgun Akbulut resmî dili şöyle tanımlıyor: “Resmî dil hukuken tanınan ve devlet erklerinin (yasama, yürütme ve yargı) işleyişinde kullanılan dil demektir. Yasama organındaki komisyonlarda, komitelerde ve genel kuruldaki tartışma dili; alt derecedeki mahkemelerden temyiz organlarına kadar yargılamanın yapıldığı dil; devlet başkanının sarayından, başbakanlığa, bakanlıklara ve en alt kademedeki idari organlara kadar tüm devlet teşkilatının yazışmalarında kullandığı ve öncelikli olarak hizmet verdiği dil bize o ülkenin resmî dilini gösterir”(http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2012-102-1215). Akbulut, devletin resmî dil dışındaki dillerde de hizmet verebileceğini de vurguluyor. Bildiğimiz gibi Avustralya’da başka birçok dilin yanısıra Türkçe olarak ta sürücü ehliyet sınavına girebilirsiniz. İngilizce bilmiyorsanız mahkemede tercüman talep edebilirsiniz ama ben mahkememin Türkçe olarak yürütülmesini istiyorum derseniz size bir yerleriyle gülerler. Birçok ülkede birden fazla dil konuşulsa da, öğretilse de eğer birbirimizi anlayabileceksek ortak bir dilimizin olmasının önemini kimse yadsıyamaz. “Ana dilde eğitim” “biz ortak dil istemiyoruz”, yâni “biz sizinle birlikte yaşamak istemiyoruz” demektir. Kürt milliyetçileri artık bu “ana dilde eğitim” örtüsünü kaldırıp asıl amaçlarını açıkça söylemelidirler. Eski dostum sevgili Ali Özoğuz’un anlattığı bir olay geldi aklıma. Amerika’nın “community development” projesi çizgisinde Devlet Planlama Teşkilatında çalışırken Ali, çalışma arkadaşı Leyla Hanımla birlikte köylere giderler. Amaç o köyde ticarî kazanç sağlayabilecek becerileri su yüzüne çıkarmak, köyün kalkınmasına katkıda bulunmaktır. Bizim hoşsohbet Ali, köy kahvesine gider, herkesle selamlaşır, havadan sudan sohbete başlar. Leyla Hanım sessiz oturmakta, dinlemektedir. Ali yavaş yavaş sözü tam “toplum kalkınması”na getirecekken Leyla Hanım muhtara döner ve damdan düşer gibi “E, muhtar, sizin köyde gübre demonstrasyonu yaptılar mı?” diye sorar. Ali taş kesilir ama muhtar hiç bozuntuya vermez, “Vallahi hanım, bize çok şey yaptılar ama biz kadrini bilmedik” der. Bu, sözde aynı dili konuşanlar arasındaki bir iletişimsizlik. 1960 sonrası filizlenen sol hareket te ne yazık ki benzeri hatalara çok düşmüş, Marx’tan, Lenin’den yaptıkları alıntılarla emekçi sınıflarla bağlantı kurmaya çalışmış ve acınası bir yüzde 3 desteğin ötesine geçememiştir. Şimdi siz, gündelik yaşamında 500-1000 sözcükle konuşan, kafasında da ancak o kadar kavram bulunan bir kişiyle nasıl iletişim kurabileceğinizi düşünürken Recep Tayyip Erdoğan gibi bir demagog çıkıyor da o 500-1000 kelimeye biraz da dinsel çağrışımlar uyandıran Arapça sözcükler katıp mugalata (demagoji) yaparak halktan büyük destek buluyorsa takkemizi önümüze koyarak Gezi çizgisini “prole”lara nasıl yaygınlaştırabileceğimizi düşünmemiz gerekmez mi?
YorumlarGündoğdu Gencer
{ 23 Eylül 2013 12:47:37 }
Sevgili Aykut, yazdıklarına katılıyorum. Özellikle de Arapça ve Arap toplumları hakkında söylediklerin de haklı bir eleştiri. Ben bundan hareketle ancak şu sonucu çıkarabiliyorum: Ortak dil her ne kadar toplumun temel taşlarından birisi ise de ne dil, ne din birliği kendi başına yeterli olmuyor. Birlikte yaşama iradesi herhalde daha da önemli. Belki Belçika değil ama İsviçre bence bu savı destekliyor. Selamlar, sevgiler
aykut
{ 22 Eylül 2013 18:26:24 }
kanımca, kültürün en önemli ögelerinden bir olan dil, bozulmaya, kaybolmaya, soysuzlaşmaya başladığı andan itibaren onu bu şekilde kullanmaya özenen kitleler de ayni yozluğun ve soysuzlaşmanın bir parçası oluyorlar.
Diğer Sayfalar: 1. fakat düşünüyorum ki; tek bir dilin konuşulduğu japonya'da, çin'de, böyle bir varsayımdan yola çıkıldığında "tez" doğruymuş gibi gözükürken, diğer taraftan ayni dil birliği içinde olan ve giderek elalemin göz göre göre kazdığı kuyulara düşüp perişan olan sefih arap sürüsü için ayni tez'i savunmak mümkün değil gibime geliyor. o arapça ki nezaheti, gramer zenginliği, kavram bolluğu ile "asil bir dil" olma payesine erişmiştir. bir "karşı-sohbette" bunlar bir başka anlatılıp, kabukları ayıklanıp bir başka söyleşilirdi. ama bir "karşı-yazıda" malesef hem yer darlıği, hem biraz tutukluluk var.. yazılar (her üçü de tabii) mükemmel, akıcı ve verdiği bilgiler bakımından aydınlatıcı.. çok güzel.. bu arada; türkçenin, -yazıda da sıkça sözü edilen- kullanılmayan daha çok arapça ve farsça kökenli oldukları için kullanmaktan imtina edilen kelimelerinden dolayı, giderek fukaralaşması konusunu bir de deniz'le tartışmalı... sevgilerimle aykut
|
| Tüm Yazarlar |
|