Bir kaç haftadır sadece Orta Doğu'yu değil, bütün dünyayı meşgul eden Mısır bilmecesi ve buna bağlı Orta Doğuda'ki dengelerin tartışılmasını, bütün dünya konuşmakta. Bu kaosta bir tek doğru olduğuna inanmamaktayım. Konuda her ülkenin menfaatleri esasına göre doğrular olduğu aleni bir şekilde görülmekte. Bize göre doğru olanın ise, bizi yöneten güçlerin doğrusu paralelinde olduğu muhakkak. Benim ülkemin SerVekil'i kuzey Afrika'da bir gezi gerçekleştirdi geçtiğimiz senelerde. Bu gezmenin adına da Bahar-ı El Arabiye, bir başka sözle Arap Baharı dendi. Şimdi bu ülkeleri birer birer analım.
Mısır’la başlayan seyahatte ‘Size Laik’liği öneririm, ondan korkmamanız gerekir‘ diyerek, kendinin de inanmadığı bir anlamı, onlara önermeye kalktı. O tarihten sonra Mısır’da önce Mısır Devlet Başkanı yerinden oldu. Hile hurda ile seçilen bir yönetim iş başına geldi . Ülkede siyasi çalkantı hiç durulmadan devam etti. Bugün ise ülkelerin ideolojileri Mısır’da meydan savaşı vermekte. Filler tepindikçe fareler ezilmekte.
Mısır’dan sonra Libya’da, Libya başkanı Muammer Kaddafi’yi ‘benim kardeşim‘ diyerek kendisini candan kucakladığını, bütün televizyon ekranlarından seyrettik. Bu samimiyeti pek hayra yormadık. Çünkü kime el atsa hazret, parçalanmaktaydı. Nitekim yıllardır ülkesini yöneten Bedevi’nin ülkesindeki ayaklanmaya Nato uçakları destek verdi, Libya’yı en çok sömüren ülke İtalya da , bu ülkeyi parçalamak için çalıştı. Kaddafi, SerVekil’le olan dostluğunu hayatı ile ödedi. Ülkede kavimlerin bir iç savaşının başlamasına çok az kaldığını düşünmekteyim. Ülke içindeki güçlerin ne zaman ne karışıklığa neden olacağının bu günden meçhul olduğunu kabul etmemiz gerekir.
Bir sonraki durak SerVekil ise yıllarca Al-ASSAD ailesinin yönettiği Suriye’nin Başkanı Hafız Al-Assad’ın oğlu Bashar Al-Assad’ın Şam’ın tepesindeki malikanesi oldu. ‘Kardeşim Al-Assad’la her konuda mütabıkız’ demesiden hemen sonra, bizde bu ülke ne zaman kaynayacak diye beklemeye başladık. Çok da uzun sürmedi. Şam ve diğer kasabalarda, süper güçlerin desteklediği muhaliflerin ayaklanmasında tarikatlarla cemaatlerin de sağladıkları maddi menfaatlerle Assad rejimini yıkmaya çalışmalarını izlemek, görülen filmin tekrarı olsa gerek.
Tarihsel bakımdan Osmanlı devletinden beri gelen bir tarih tekrarı. İngiltere, Amerika hatta Fransa’nın ‘böl - dağıt - yönet‘ felsefesinden hareketle Orta Doğu’yu yeniden şekillemek istemesi yıllardır söylenen bir gerçektir. BOP olarak bilinen bu projenin yüz seneden fazla bir mazisi olduğunu bilmekteyiz. Tarihsel açıdan 1906 senesinde meydana gelen Akabe olayında, açık görülen Osmanlı Devletini yıpratıp bölme girişimleri, İngiltere’nin Fransa ve Rusya ile olan ittifakı karşısında Almanya, İtalya ve Avusturya’nın müşterek hareketleri, bir Dünya savaşında güçlerin ölçülmesi beklenmekteydi. Nitekim Orta Doğuda kargözün ipleri başkalarının ellerinde, bir kaç perdelik bir oyun konmuştu sahneye.
Osmanlı İstanbul - Halep – Bağdat demir yolunu yaptırmış, Avrupa’dan Arap yarım adasına kadar demir yolu döşetmiş, bu yerlerde egemenliğini sürdürebilecek alt yapıyı yaparken, askeri yapısındaki zayıflama sonucunda güçsüz kalmıştı. Akabe konusunda Osmanlı’nın karşısında muhalif Arapların parayla ayaklanmasını sağlayan İnglizlerin, diğer etnik gurupları da kışkırtıp Osmanlı Devletini istedikleri bir anlaşmaya zorlamaları güç olmamıştı. Osmanlının, Arap yarım adasından yavaş yavaş çekilerek güçünü yitirmeye başlaması bu dönemlere rastlar.
Ne kadar ilginçtir parasını ödediği bir abide, Suveyş kanalı girişine konulmadan Amerika’ya gönderilir, Newyork Kentinin semboli olur, Bağdat-İstanbul tren yolunun yapımının bütün giderini Osmanlı karşılamış, maksadına göre kullanmadan İnglizlere terk etmeye mecbur kılınmıştır.
Ülkeme hiç bir faidesi olmamış bir Arap-Şam-Bağdat üçgeninde boğulmaya gerek olmadığına inanırım. Hani derler ya “ne Şam’ın şekeri, ne Arabın Zekiri” diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.