|
|
Özgürlükçü kuşağın arkasındaki toplum desteğiKategori: Makale | 0 Yorum | Yazan: Aynur Çağlı | 20 Haziran 2013 09:56:29 70'lerde ve 80'lerde sol ideallerle yola çıkan, toplumsal destekten yoksun olmalarına karşın kararlı bir mücadele sergileyen devrimci kuşağın yerini, daha 20 gün öncesine kadar "Apolitik ve bencil" olduğu sanılan gözüpek özgürlük savaşçıları aldı. Ne cesaretten, ne de kararlılıktan yana anne ve babalarının kuşağından farkları yok. Aradaki tek fark, onların arkasında bizim kuşağımıza nasip olmayan güçlü bir toplum desteği var.
Türkiye’deki efsanevi direnişi başlatan gençliği sadece akranları değil başta anne ve babaları olmak üzere akrabaları, komşuları, mahalleli ve daha niceleri destekliyor. Bu güçlü destekten cesaret alan gençler polisin acımasız saldırılarını hiç göz kırpmadan göğüslüyorlar. Çoğunluğu 1980’lerde doğan bu kuşak, o yıllarda işbaşında olan askeri cuntanın hunharca saldırdığı, saklanacak ev bulmakta zorlanan, komşusu, kapıcısı ve bakkalı tarafından ihbar edilen devrimci kuşağın yanlızlığını aştı. 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından binlerce insan tutuklandı. Gece yarılarından sonra düzenlenen operasyonlarla götürüldüler. Yakınları günlerce, aylarca kendilerinden haber alamadı. Nerede olduklarını bile öğrenemediler. Aileler bir ayıp saklar gibi sakladılar evlatlarının tutuklandığını, korku ve dehşet içinde şube kapılarında biriktiler. Tutuklu yakınları yüreklerini paramparça eden acıyı ve çaresizliği sadece birbirleriyle paylaştılar, birbirlerinden güç alarak ayakta kalmaya çalıştılar. Toplumsal destek ve dayanışma şöyle dursun tam bir toplumsal duyarsızlık ve askeri rejime körü körüne itaat dönemiydi 80’ler. Korkudan beslenen bu umursamazlığın mazereti ise “Allahtan ordu yönetime el koydu da terör sona erdi.” oldu. Güya memleket anarşistlerden temizlenmişti, asayiş ve sükunet hakimdi her yerde. Oysa askeri cezaevleri gencecik siyasi tutuklularla doluydu. İşkenceler korkunçtu, açlık grevleri ölümlerle sonuçlandı. Her biri hukukun yüz karası askeri mahkemeler binlerce genci düzmece iddianamelerle yıllarca hapise mahkum etti. Muhalif sesler ise tıpkı şimdi direnişçileri destekleyenlerin terörist sayılması gibi vatan hainliğiyle suçlandı ve dışlandı. Türkiye son 30 yılda çok değişti. Türkiye halkı, 12 Mart’a ve 12 Eylül’e ses çıkaramadı. Dışarıdan bakınca kişisel özgürlükleri hedef alan saldırılar, hakaretler ve suçlamalar sineye çekiliyormuş gibi geliyordu ama işin aslı öyle değilmiş, bunu çok iyi anladık. Geleceğe olan inancımız arttı, ülke gençliğinin ne denli cesur, akıllı, duyarlı ve donanımlı olduğunu gördük. Bu durum hepimizi gururlandırdı. Onlara bir yandan alkış tutarken öte yandan canları yanacak, çok kayıp verecekler diye kaygılandık. Bizim ailelerimiz yapayalnızdı. Çocuklarına birkaç iç çamaşırı ve iki satır not iletebilmek için gittikleri siyasi şube ve cezaevi kapılarında ne bir kalabalık, ne kamera, ne de bir gazeteci vardı. Dövüldüler, sövüldüler, tartaklandılar, kimsenin haberi olmadı. Gezi parkında direnen gençlerin anneleri ise Taksim meydanında koruma çemberi oluşturarak evlatlarına sahip çıktılar. Korkmadan maskeleri takıp çocuklarıyla meydanlara koştular, gaz bombalarına, tazyikli sulara, göz yaşartıcı bombalara birlikte karşı koydular. Aslında bu özgürlükçü çocukları askeri darbe dönemlerinin gençleri yetiştirdiler. O dönemlerin devrimcileri, solcular, ilericiler, demokratlar ve liberaller çocuklarını özgür ve bağımsız yetiştirerek, iyi birer dünya vatandaşı olmalarını sağladılar. Onlara sevgiyi, saygıyı, paylaşmayı ve dayanışmayı aşıladılar, hakkını aramayı öğrettiler. Söz geçiremediklerinde artık öğüt vermekten vazgeçmeleri gerektiğini ve çocuklarının gerçekten büyüdüklerini farkettiler. İletişim çağının çocukları sınırları zorlayarak dünyadaki her türlü olanaktan yararlandı. Bunu farketmeyen yöneticiler, gençlerin kişisel özgürlüklerini sınırlandırmaya yeltenip ardından sopa gösterince hiç öngörmedikleri bir tepkiyle karşılaştılar. Bugüne dek uzlaşmacı, uyumlu ve itaatkar olmayı seçenlerin bile sabrı taştı, direnişçileri desteklemek için sokaklara döküldüler. Kadınlar tencere ve tavalarla sokaklara fırladı, polisten kaçanları evlerine aldılar, ışıklarını açıp kapatarak eylemcilerle dayanışma içinde olduklarını duyurdular, sağlık ekipleri olaylar boyunca gönüllü ordusu oluşturdu, Beşiktaş camiası Çarşı pankartlarıyla destan yazdı. Rakip takımların taraftarları kolkola yürüdü. Bunlar bizim hayal bile edemeyeceğimiz dayanışma örnekleriydi. Meydanlar bayram yerine döndü. Bütün dünyanın gönülden desteklediği rengarenk muhalifler, hakarete mizahla yanıt verdiler, hem de alabildiğince kıvrak, zeki ve yaratıcı bir mizahla. Ağlarken güldürdüler. Evlatlarını yanlız bırakmayan anne ve babalara, komşuları, mahalleli, hemşehriler, esnaf, işçiler, işverenler, aydınlar, sanatçılar, toplumun her kesiminden milyonlarca insan katıldı. 2013’ün özgürlük savaşçıları toplumun çok önemli bir kesimini arkalarına alarak her sokağa çıktıklarında çoğalarak Türkiye’nin zedelenmiş imajını düzelttiler. Türk halkı artık haklı taleplerle, özgürlük, eşitlik ve daha güzel bir dünya için direnen gençlerini yalnız bırakmayacak, onlara sadece destek olmakla kalmayıp gerektiğinde siper olacak. Bundan sonra hiçbir zorba, hangi gerekçeyle olursa olsun sokağa çıkan göstericileri hakaretle, yalanla, polis gücüyle, orduyla ve baskıyla susturamayacağını biliyor. Ve en önemlisi, yasaklarla, anti-demokratik uygulamalarla, bölerek ve muhalif sesleri boğarak, korkutarak ve sindirerek uzun süre iktidarda kalamayacak.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış
|
| Tüm Yazarlar |
|