|
|
Güzin’leKategori: Makale | 1 Yorum | Yazan: M. Şehmus Güzel | 08 Haziran 2013 12:07:29 « Çok değiştim değil mi ? » « Ne kadar zayıfladım n’est-ce pas ? » « Her şey için çok teşekkür ederim. Tekrar görüşürüz. Kusura bakmayın ... » Güzin’in 1971’den bu yana Abidin’le paylaştığı ve son yirmi yıldır Abidin’in, Nâzım’ın, Münevver’in, Avni’nin, Fahri’nin, Behlül’ün, ana ve babasının ve diğerlerinin anılarıyla başbaşa yaşadığı ev-atölyenin kapısını kapıyorum.
Koridorda in cin top oynuyor. Sağlı sollu, karşılıklı altı kapı var, altısı da kapalı. Asansöre yürüyorum. Bekliyorum. Asansör geliyor. Kapısı artık sayılması nâ–mümkününcü kez açılıyor. Açılan kapıdan süzülüyorum. Asansör yalnızlık kokuyor. Asansör konuşuyor : « Dokuzuncu kat, kapılar kapanıyor. » Kapanıyor kapılar. İniyorum. Bu asansörle kaç kez Abidin ve Güzin’le indim. Çıktım. İndim çıktım. Önce Abidin ayrıldı aramızdan. Sonra Güzin. Bugün asansörde ben tek başımayım. Yarın asansör bomboş kalacak. Bomboş. Bundan eminim. Bu kesin. Biz gidiyoruz, gideceğiz o kalacak. Ben de sıram gelince gitmiş olacağım çünkü. Henüz değil. Nitekim giriş katına vardım. Asansör, ince ve yıllar öncesinden ve konuşmaya başlamasından bu yana « Christine » ismini taktığım kadın sesiyle yeniden söze giriyor ... Sus diyorum Christine sus, derdim büyük. Canım sıkkın. Öfkeliyem. Dertliyem. Çıkıyorum asansörden. Giriş katında, asansörden çıkınca hemen birkaç adım ötede, sağda posta kutuları. Güzin artık akşam üzeri, saat altıya veya yediye doğru, minik minnacık adımlarıyla ve o hep genç kız edasıyla inip Le Monde’unu coşkuyla alamayacak. Alıp haberlere dalamayacak. « Dünyanın durumu çok kötü. Bizimki daha kötü. Neydi bizimkinin adı ? Hani şu ülkemizi yönetenin ismi ? » Binadan çıkıyorum. Avludayım. Daha birkaç yıl önce Güzin alışveriş dönüşü avluda top oynayan çocukların meşin yuvarlığı havadan kendisine doğru gelince yükselip harika bir kafa vuruşuyla « ağları havalandırmış » ve bunu bana birkaç gün sonra şenlikler içinde anlatmıştı. O gün çok gülmüştük, hen zamankinden biraz daha fazla ve çok neşeli bir günümüzün şirin öğleden sonrasını birlikte geçirmiş, beşe doğru çayımızı içmiştik. Yanında Güzin’cik lezzetli bişeylerle. O top şimdi üzgün, Güzin’i yakından tanıyan çocuklar da. « Madame Dino artık yok » çünkü. Evet kardeşlerim « Madame Dino n’est plus. » Güzin aramızdan ayrıldı. Takımımız artık bir eksik çıkacak maçlara. Ama yine de kazanacağız tek tek maçlarımızı, çünkü ne taktikler vermişti bize. Ne taktikler. Anlatamam. Birkaç adım daha, avlu kapısını açıyorum. Sokaktayım. Rue de l’Eure kadim sokak. Artistler sokağı. Artistler ve atölyeler. Yürüyorum. Anılar peşimi bırakmıyor. Alésia taraflarına varıyorum farkında bile olmadan. Abidin ve Güzin, Münevver, Pertev Naili Boratav, Hayrunissa Hamın, Avni Arbaş, Henriette, Fahri Petek, Altan Gökalp, Stefan Yerasimos, Semih Vaner ve daha niceleriyle yürüyorum. Nâzım Hikmet te katılıyor yürüyüşümüze ve « Safları sıklaştıralım çocuklar » diyor. Şair Baba’ya sarılıp kalıyoruz Güneş’e bakarak. Bu işe Güzin çok şaşırıyor ama belli çok mutlu. Çünkü Nâzım’ı Güzin kadar seven de az bulunur hani. Bir Abidin, bir Nâzım, bir de « Yaşar ». 1900’lerden, 1920’lerden, 1940’lardan, kimi için 1940’ların sonundan beri süren bir yürüyüştür bu ve ne zaman biteceğini de kimse bilemiyor bugün. Nihaî maçımızı kazanınca belki. Rue d’Alésia’dayım demek. Burada sokağın sağlı sollu cafélerinde Abidin’e rastlamak mümkün. İyi bakın lütfen: Yanında belki Fikret Muallâ vardır. Belki Selçuk. Belki Gaye. Belki Alev. Belki Hüseyin. Belki de hem Hasan hem Hüseyin. Plaisance metro durağına yaklaşıyorum. Montparnasse Garı hemen sağımda. Gökdelen’i göğü tırmalıyor, okşuyor, o Gökdelen/Göktırmalayan 1940’ların sonunda yoktu. Bu mahallede değişen sadece o değil. Tam köprünün altından geçerken Gar’dan yola yeni çıkan bir tren geçiyor köprüden : Çufçuf çufufçuf çufuf çuf çufuf çuf çufçuf ... yavaş yavaş çünkü henüz yolun daha başında. Kimbilir Fransa’nın batısındaki hangi kente, kasabaya, köye insan taşıyor ... Çufçuf çufufçuf çufuf çuf çufuf çuf çufçuf ... Trenin ince ve derin melodisi alıyor beni Paris’ten, Montparnasse’den, Alésia Sokağı’ndan ve birdenbiri kendimi Kayseri-Ankara treninde buluyorum. Yanımda Güzin. Abidin’le Adana’da evleneli iki yıl henüz dolmamış. Abidin çebren ve hileylen ve « mevcutlu olarak » askere alınmış, Adana’dan Kayseri’ye « mevcutlu olarak » evet getirilmiş ve « sürgün kıtasına » götürülmüş. Adana’da Abidin Paşa Caddesi’nde başı boş dolaşan o kara o kapkara öküzler bile bu işe şaşırmışlar. Nasıl şaşırmasınlar ?: « Ciğerlerindan hasta ayol, adamın çürük raporu bile var. Bile bile askere aldılar, ayrıca boğazında çıban çıkmış ... » Güzin böyle dert yanıyor. Ve Kayseri’den, asker Abidin’den ayrılışını ve Ankara yolundaki tren yolculuğunu anlatıyor : « Pazartesi sabahı saat üçte, Kayseri İstasyonu’n¬da Toros Ekspresi’ni beklerken bir bölük inzibat eri ve birkaç subay sıralanmış ... Peron boyunca, bir¬kaç metre arayla dizilmiş erlerden Abidin'in ‘koru¬yucuları’ tıklım tıklım gelen ekspresin vagonları¬na dalıyorlar, böylece [Abidin’in] karısına yer buluyorlar ... O [Güzin] vagonun penceresinden Abidin'le Şükrü'yü [Abidin’in asker arkadaşı] selam¬larken, peron boyunca aralıklarla dikilmiş duran, hiç tanımadığı erler, askeri selamla uğurluyorlar. Onunla birlikte pencereden bakan ve sonradan Niğde ceza reisi veya defterdarı olduğunu söyle-yen biri, bu garip törene bir anlam veremeyerek, ‘Eşiniz herhalde yüksek rütbeli bir subay...’ diyor. O [Güzin] ise, Abidin'in çenesinin altındaki yaranın içine saldığı endişe ve [Kayseri’de] geçirdiği 48 saatlik uykusuzluğun etkisiyle hiç duymamış gibi pencereden görkemli Erciyes Dağı’nın son görüntülerine bakmayı sürdü¬rüyor, bitkin ve dalgın… (…)” Güzin Kayseri’den Ankara’ya ulaştığında, istasyonda Azra Erhat bekliyor. Tedirgin. Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi doçentlik yarışmasına, Keriman Hanımdan başka Vedat Bey de girecekmiş, dilci, bilgin ve ünlü … Güzin’in işi zor. Ama önemli olan sınava girmek, kazanmak ve bilhassa Abidin’i Kayseri’deki askeri kışladan kurtarmak ve Ankara’ya getirtip tedavisine başlatmak. 1940’ların tam ortasında, tedirgin ve zor günler yaşayan otuzlu yaşlarının şirinliği, cömertliği ve cesarati içindeki gençler gelecekten umutluydular. Ne olursa olsun. ... Çufçuf çufufçuf çufuf çuf çufuf çuf çufçuf ... Montparnasse Garı hep sağımda kalıyor. Köprünün üstünden geçmekte olan tren tümüyle çekilip gitmedi henüz. Tam o sırada solumdan bir güvercin havalanıyor : Pırrrr pırrr pırrrr Doğu’ya kanatlanıyor. Gidiş Doğu’ya. Doğu’ya uçan güvercin aniden bir tabloya giriyor, ama bu tablonun çerçevesi yok. Bu tablonun ressamı da yok. Belki Ridley Scott olabilir yine de ve her ihtimale karşı : Blade Runner’de filmin zirve noktasında Rick Deckard (Harrison Ford oynuyor) ile « réplicant » Roy Batty (Rutger Hauer’in harika biçimde canlandırdığı) arasındaki ölümüne kavgadan sonra bu sonuncunun sağ omuzundan kanatlanan ve yağmurdan sırılsıklam başının sağ tarafında donup kalan ve olağanüstü bir resme dönüşen güvercin aklıma geliyor. Aklımda kalıyor : İnsanoğluna ve insankızına en yakın yaratık güvercin olabilir sonucuna ulaş-ı-yorum. Ben de o zaman güvercinlerimizle kanatlanıyorum. Başkenti terkediyorum : Taklacı güvercinlerin ülkesine onlarla ve Güzin’le birlikte dönüyorum. Bir kez bile olsun dönüp arkama bakmadan. ÖNEMLİ NOT : Bu makalenin hiçbir bölümü ve yazarın özel koleksiyonundan çıkarıp burada önerdiği fotoğraflar ve Abidin Dino imzalı « evlilik karikatürü » yazarın önceden yazılı izni olmaksızın tekrar üretilemez, bir erişim sisteminde tutulamaz, herhangi bir biçimde elektronik, mekanik, fotokopi, kayıt ya da diğer yollarla iletilemez. Bu kural Abidin Dino, Güzin Dino, Arif Dino konusunda yazdığım ve sitemizde ve değişik sitelerde bizzat yayınladığım bütün makaleler, kitaplarım ve içerdikleri görsel malzemeler için de geçerlidir. Son zamanlarda sayısı artan bütün yazı ve makale hırsızlarına (« intihal » diyemiyorum çünkü bu sözcük artık çok masum kalıyor yeni tür hırsızlar önünde) duyurulur. Bilhassa.
Yorumlarnihat ziyalan
{ 08 Haziran 2013 19:01:57 }
değerli şehmus güzel, simgemiz olan Güzin Dino'nın ardından ona yakışan bir yazı. kutlarım. bizlerle paylaştığın için teşekkürler. sydney'den dostlukla
Diğer Sayfalar: 1.
|
| Tüm Yazarlar |
|