Ülkemizde her konuda bir bilirkişi olduğunu düşünüyorum. Bilirkişi olarak atanan insanların hangi ölçülerde olması gerek, onu bilmediğimden, bir tarihte bir bakanlığın malzeme alımında meydana gelen bir davada, ben de bir 'Bilirkişi' olarak görev almıştım. Bütün dürüstlüğümle yaptığım bu görevden sonra ben, bir daha bilirkişi olarak çağırılmadığımı hatırlamaktayım.
Bilirkişi ne ölçülerle seçilir, onu araştırmadım amma, bu konuda ülkemizde yeni tesis olan dernekler olduğunu da bilmekteyim. İstanbul’da 2003 senesinde Bilirkişi Derneği adı altında birkaç dernek kurulduğu doğrudur. Amaçları 15 madde olarak tesis edilen bu dernekler, adli ve idari yargı kurumlarına, ve ihtiyaç duyan diğer kurumlara destek vermek hedefiyle bir kurumsal organ olarak vücut bulmuştur.
Bu müesseseye isteyen ve kabul edilen her kez üye olup çalışabilmekte. Bu kişilerin hukuki hiç bir sorumlulukları olmadığı gibi, bir hukuksal muazaya doğrudan etki edebilen kişi veya kurum olarak çalışmaktalar. Hukuksal bir karara dolaylı yön verip, hiç bir sorumluluğu olmamasının ne kadar garip olduğunu düşünmekteyim. Verilen bu kararlar kimi zaman bir kişiyi ciddi zarara uğratmakta, kimi zaman olumlu netice ile taraflar sulh olmaktadır.
Bu konuda karşılaştığım iki ilginç durumu sizlerle paylaşmak istiyorum. Yargı ve yargıya etki eden önemli bir kurum olarak nitelediğim ‘’Bilirkişi‘’ konusunu değerlendirmeyi size bırakmak niyetindeyim. Ortağı olduğum, yarı halka açık çok ortaklı bir şirkette, yönetimin şirket idaresini keyfi yöneterek, ortaklarını zarara uğrattığının tesbitinin yapılması için, mahkemeye dava açtık. Dava, o şehirdeki bir bilirkişiye havale edildi.
Bir zaman sonra mahkeme aleyhimize karar vererek, davanın düşmesine hükmetti. Kısa bir süre sonra, dava için atanan ‘’Bilirkişi’’ avukatımı arayarak, raporun düzenlenme şeklinde davalının ricasına uyduğunu, fakat vaad edilen maddi teahhüdün yerine getirilmediğini söyliyerek, karara itirazımız olması sonrası, dosyaya bizim dileğimizce rapor yazabileceğini belirterek, bir meblağ üzerinde anlaşmak istedi. Ne kadar acı bir gerçek değil mi? Sizin de içinizden bu konuda neler söylediğinizi duyar gibi olmaktayım.
İkinci durumda ise, hukuka aykırı katkı payı aldığını tesbit ettiğimiz bir hususta, Büyük Şehir Belediyesini dava ettik. Son derecede haklıydık. Bir kaç da örnek vardı, davayı açtık. Süreç işlemeye başladı ve her konuda olduğu gibi bu konu da incelenmesi için hukuksal bir konu olmasına karşın, mesleği Mimar olan ‘’Bilirkişi‘’ ye havale edildi. Hani bir doktora gidersiniz, kağıda bolca tetkik yazar, daha sonra hastanın ultrasound ve MR cihazlarında çekilmiş verileri istenir. Zaten bu veriler geldiği zaman, doktorun vereceği karar ortaya çıkmış olur .
Bilirkişi konusu da böyledir. Bilirkişi şöyle veya böyle karar verilmesi için tavsiyede bulunursa, gerisi teferruat olarak tamamlanır. Bizim dava da aynen böyle tezahür etti. Bir binaya su bağlanması için istenilen katkı payı konusunda mimar bilirkişinin ne türlü değerlendirmesi bulunur diye düşünmeyin, bizim davada tek kişi olarak çalışan bilirkişi mimar beyin, Şubat 2013’de verdiği bilirkişi raporunda sonuç, katkı payının belediyece bize geri ödenmesi yönünde olur.
Karara mahkemede itiraz eden Büyük Şehir Belediyesi’nin isteği doğrultusunda bu dava konusunun tekrar aynı bilirkişi tarafından incelenmesi istenir. Aynı bilirkişi bu sefer Nisan 2013’de, yani bir ay sonra, bu katkı paylarının geri ödenmemesi yönünde görüş bildirir. Ne olmuştur ki aynı mimar bilirkişi’, bir ay evvel Kara derken bir ay sonra AK demeye başlamıştır. İşte ‘Bilirkişi’ müessesesi, yurdum insanının inancını, çok ucuza harcamaktadır. Bu müesseselerin yıpratılmaması gerekir.
Devenin neden boynu eğri misali, gelin eğri oturup doğru düşünelim, doğru konuşalım. Hangi yargıya inanacağız, veya hangi Akil Kişi veya Bilirkişi karara nasıl etki edecek, hangi karar içinde Hukuksal Vicdanın kararlarını bulacağız diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.