Türkülerini bir başka severim benim ülkemin. Her yörenin kendisine hasdır, yöreyi anlatır, kültürünü sözle ve müzikle harmanlayıp söylenir bu ezgiler. Yalın sözlerle anlatılır yaşanmış olaylar, duygular. Anadolu türkülerinde yaşanmamış bir duyguyu seslendirmek mümkün olmaz. Bunlardan o kadar çok örnekler vardır ki, hepsini kelimelere dökmek çok zordur.
Öyle türkülerimiz vardır ki bir deyimle Edirne’den Ardahan’a söylenir. Ya da Ardahan’dan Edirne’ye. Türküler kültür kokar, sevinç vardır içlerinde, gözyaşları vardır bazılarında. Hasret vardır, köy yaşamının bir kesididir bu türküler. O kadar çok severim ki bu türküleri hatta anlamsız gelse de bazı dizeleri, yine de çok güzel gelir kulağa.
‘Öküzün yavrusunu sinek kapmış gördün mü, amanın’ . Ne kadar değişik bir anlatış şekli. Sinek nasıl kapar öküzün yavrusunu diye düşünürüz. Fakat Anadolu kültüründe ‘’kapmak‘’ sözünün ısırmak olduğunu yöre insanı dışında fazla bilen yoktur. Manda yuva yapmış söğüt dalına, denildiğinde, burada söğüt ağacı kastedilmediğini biliriz.
‘Tiridine bandım, bedava mı sandın, para vidim aldım.’ Bu anlatımı bir başka sözle ifade etmeye çalışın, zorlanırsınız. Bahçede balçık ve samandan yapılan fırına Anadolunun toprak tenceresi olan güveç içinde sebzeyi ve eti koyup salarsınız. Anadolunun vazgeçilmez bir kültürü olan toprak fırında pişen aş, mis gibi kokar, hem sebze hem de et suyunu salar. Bir parça köy ekmeği kırarsınız, dalarsınız güveçteki tiridine.
Bu gibi türküleri Anadolu’nun her bir köşesinde bulmanız mümkündür. Anadolu’nun bir başka yöresinde bir başka türkü söylenir. Bir Hotan çayı vardır türküye konu olan. Bir güzel yiğit çıkar bıyıklı, tüfenk çatar. Aşiretler bu yiğitten bahseder. Pala Remzi derler adına vay, vay. Remzi. Alem Remzi’den razı. Sordum namı dediler, Ona bıyıklı değil yüreklidir dediler. Ne kadar güzel bir türküdür bu söylenen. Bu türkü yaşanmış bir öykünün anlatımıdır.
Bolu beyine isyan eden bir başka yiğidin türküsü de, anadolu’nun başka bir güzel noktasını anlatır. Dağlar arasında bir ormanda yaşar Köroğlu, babasından kalma namdır. Bolu beyi gözünü kör ettirir babasının, bu nedenle oğluna Köroğlu derler. Haksızlığa boyun eğmeyen bir mizacı vardır, bu dağ efesinin. Sonu pek mutlu değildir ama, yine de çok güzel bir ezgidir Köroğlu. Dağlar taşlar onun acısına ağlar, hatta poyraz estiği zaman ağaçların çıkardıkları sesten onların bile Köroğlun’a ağladığını duyarız.
Karadeniz’in öyküleri diğerlerini aratmayacak derecede güzeldir. Engin bir söylem ve duygu vardır bu öykülerin içinde.’Tabancamın sapını gülle donatacağım.’ Ne kadar güzel bir hikaye var bunda. Karadenizin hırçın rüzgarlarına ve denizin delice dalgalı olmasına paralel, yöre insanı asabidir, delişmendir. Artık bu tabancayı kullanmayacağını ve ateşlemiyeceğini anlatmakta türküde. Bu türküde tabancanın sapını gülle donatacağını ifade ederek, hırçınlığa son vereceğini söylemekte.
Erzurum’da destan yazar Mehmedim. Ezgilerin içinde vatan evlatlarının eksik kalan yaşamları vardır söylenen. Savaşta arkadan vurulmuştur bu yiğitler. Genç yaşta delikanlılar toprağa verilmiş, ağıtlar yazılmıştır. Dul kalan gelinlerin kınalı elleri göz yaşlarını siler, hüzünleri görünmesin diye oyalı yaşmakla örterler sıfatlarını.
Trakya’da başka sözler dökülür türkülerin dilinden. Edirne’den Ardahan’a serilir yaprak yaprak, renk renk yayılır Ardahan’dan Edirne’ye Anadolu’mun .
Türkü diye adlandırdığımız halk ezgileri için kullandığımız kelime kökü Türk-i veya Türk-ü dür . Türk’e has, Türk için demektir bu kelime. Bu söz bütün halk ezgilerinin ortak adıdır. Bu kelimeyi ne yapacağız diye düşünmekteyim.
Bu günlerde ise, İmralıdan Kandile bir başka türkü söylenmekte. Rüzgar bir Kandil’ den esmekte, bir İmralı’dan. Nasıl bir Ceza İnfaz Kurumudur, sanki yurtdışı iletişim sağlama müessesesi gibi çalışmakta. Kanunda ve yasada suç olan bu işlem devlet tarafından yapıldığında suç olmamakta. Biz bir dostumuzu Sincan’da ziyarete bile gidemezken, bu lahana turşusu kimin perhizine katık olmakta?
Edirne’den Ardahan’a söylenir yurdumun Türk-üsü diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.