Geçtiğimiz senelerde bir dostum vardı, ismi Akil idi. Eş dost bir araya geldiğimizde tartıştığımız konularda bazı sorularımız olurdu, kalkar Akil'e sorardık. Genelde ismi ile müsemmel değildi arkadaşımız Akil. Kendi aramızda sorunlara çözüm bulur, Akil'i karıştırmazdık. Akil çok konuşurdu, konuştuğu konularda çelişkiye bile düştüğü çok sıklıkla görülmekteydi. Dün AK dediği bir konuya Akil, bu gün KARA diyebilmekteydi.
Bir gün kendisinden bir konuda yardım istediğimiz oldu, konunun ne olduğunu bile kavramadan öyle bir cevap vermişti ki, kendisini konunun dışına itmek mecburiyetinde kalmıştık.
Daha sonraları ortadan kayboldu, bir daha Akil’i göremedik. Aslında iyi niyetli bir arkadaştı, fakat hesap yapmayı bilmezdi. Söylediği cümlelerin nereye gideceğini bile düşünmeden konuşurdu. Sonra ‘’ Ben o cümleyi şunu demek için söylemedim’’ gibi abuk subuk konuşurdu. Esasta çalışkan bir arkadaşımızdı, kimi zaman hasta olur, narin bünyesi yoğun çalışmaya dayanmaz, yatağa düşerdi. Kendisine geçmiş olsun dilemeye giderdik, yatakta bile konuşmayı sürdürürdü.
Bir gün Akil bir konu getirdi toplantı yaptığımız arkadaşlarımıza. Konu çok güzeldi amma konunun getirisi masaya konmuş , konunun götürüsü konusunda bir kelime dahi edilmemişti. Akil’e ‘’ Bu konuda neler feda edeceğiz, ve bizden neler gidecek ‘’ diye sorduk, basit bir cevap verdi ‘’ Onu da siz düşünün ‘’.
Üstüne cullandık Akil’in : ‘’Yahu Akil, getirisini hepimiz bilmekteyiz, bu konu yeni bir konu değil, günlerdir tartıştığımız konulardan bir tanesi, fakat cebimizden ne çıkacak onu söyle.’’ diyerek konuyu konuşturmaya başladık.
Akil bir ara ‘’Akil adamlara soralım’’ demez mi! Hani, Akil diye kendisi ile konuşmamızda, Akil aramaya başlamış olduk. Kimdir Akil dediğimiz?
Eğer kendi fikrin yoksa, çözüm zor olur.
Matematikte bir kural vardır, her bir bilinmeyen için bir denklem mutlaka olması gerekir. Bir denklemde üç bilinmeyen varsa, çözüm için mutlaka üç denklem olması gerekir. Eğer yoksa bir bilinmeyen için varsayımda bulunarak denklem çözülmeye çalışılır. Fakat varsayım, değişken bir değer olur ki, bu çözümsüzlüğe götürür.
Ne kadar ilginçtir, ekranlarda çeşitli konularda bazı insanlar çıkıp fikir beyan etmekteler. Bakıyorum hep aynı yüzler. Bir dörtlü çıkıp siyasi konular hakkında tartışmada Cemaatlerin doğruları doğrultusunda fikirlerini beyan etmekteler, bazıları da emekli olmuş hukukçular. Yanlı ve maksatlı oldukları her hareketlerinden belli cümleler kullanıp, ahkam ederler. Sanki onların söyledikleri her cümle doğru.
Bazıları ise konuları şeriate bağlayıp tercümanlık yaparlar. Bir deprem olur, 3 isim bütün ekranlarda fetva verir. Sanki deprem konusunda başka insan yokmuşcasına halk sadece onları dinler. Bütün ülkede 75 milyonda sadece otuz- kırk kişi midir bu AKİL diye adlandırdığımız insanlar. Aslında ‘’Halk ne demekte’’, diyerek bunu düşünen kimse yok. Amiyane bir tabir vardır ‘’ Bir deli bir kuyuya taş atar, 40 akil adam çıkaramaz’’ işte tam bu dönemeçteyiz.
Bizim Akil’in ortaya attığı konulara benzemekte. Bir sorun varsa, çözüm için birden fazla plan olması gerekir, yoksa Amerika bunu böyle istedi bu nedenle ben de deklare ettim, diyerek kenara çekilmek doğru bir davranış değildir.
Bakınız, dikkat ediniz, Milletvekillerinin ettikleri yeminin cümlelerini okuyunuz. Bu Meclis, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve burada Türkçe konuşulması gerekir. Mevcut Anayasaya dayanan bir yemini bulunan vekiller, bu ANAyasayı değiştirmek için çalışmakta. Şanlı Türk Silahlı Kuvvetlerinin saygın komutanlarını nezarete atarak, nerdeyse eşkiyayı meclise taşıyacaklar. Eşkiya başını Afrika’da paketleyip Cavit Çağlar’ın uçağına bindiren Mossad teşkilatının, her nasılsa büyük ağabeyin baskısı ile Türkiye’den özür dilemesi, hangi hesapların neticesidir, bunu da toplumun bilmesi gerekir.
Bugün geldiğimiz yerde, inanılması güç bir dönemeçteyiz. Direksiyonu bir tarafa kırsak uçuruma gideceğimiz kesin, direksiyonu diğer tarafa kırsak dağa çarpmamız kaçınılmaz bir son. Bu dönemece kadar konuyu herkes getirebilirdi diye düşünmekteyim. Mühim olan bu dönemeçte direksiyonu doğru tutmak. Dönüp topluma ‘’ Akil adamlar çözümü sağlar’’ diyerek konudan sıyrılmak, basit insanların davranışı diye düşünmekteyim.
Her sabah kalktığımda Namık Kemal’in kapatıldığı hani üç metrekarelik Mağosa zindanında hissetmekteyim kendimi. Onun sözlerini anmaktayım ‘’Sen zanneder misin ki benim hep elemlerim, Heyhat! Ben nevaib-i eyyamı inlerim.‘’ diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.