İnsanlık tarihinin başlangıç noktasını tarih kitapları TAŞ DEVRİ olarak kayıtlara geçirmiştir. Biz de bu döneme bu ismi koymuşuz. Aslında bu dönemde bir taş var, bir de taşı yontmak için taş var. Siyah keskin uçları bulunan, kimi sert, kimi yumuşak taşlar vardır tabiatta. İnsanoğlu bu cins taşlardan kendisine alet, edevat yapmış, hem vahşi hayattan korunmak için, hem de yumuşak kayaları oyup kendine sığınak yapmak için çok çaba sarf etmiştir.
Taş deyip geçmeyin, insanoğlunun taşdan tekerlek bile yaptığı çağ, bence bir geçiş dönemi olsa gerek. Topluluk olarak yaşayan insanların, başka topluluklara egemen olmak için hem taşı kullanmış, hem de taşla haberleşmiş olduğunu düşünmekteyim. İnsanın esas çağ atlaması ateşle olsa gerek.
Ateş, bir dönemi atlatabilecek değişim sürecidir. Volkanik bir arazide dolaşın, önünüze sayısız çeşit taş çıkar. Kimisi sert, kimisi yumuşak, kimisi ise suda yüzer bu taşların. Eğer bu taşların kimliğini bilmiyorsanız sizin için taş, taştır . Okuduğumuz yatılı okulun etrafında bir çok su kanalları vardı. Volkanik arazi olan ALİ Dağ’ın etrafında bulunan bazı taşları, bu kanallardan akan Erciyes’in eriyen kar sularına bırakır, yüzmesini seyrederdik. Bazen bu yüzen taşları yarıştırırdık. Çok hafif taşlardı. Bu taşları sert bir satıha kuvvetle fırlatırsanız, kırılır, un ufak olurdu.
Kimileri bu taşların yüzdüğüne inanmazdı. Doğada bazı taşlar vardır çok sert ve dayanıklı, çeşitli yerlerde dolgu taşı olarak kullanırlar, üzerine döşenen tren raylarının bile bu taşları yıpratması zordur. Hatta hava alanlarının uzatılmasında bile bu taşlar döşenir ve kaplanması sonrası uçakların iniş ve kalkışlarından fazla etkilenmezler.
Çağlar içinde toprağın işlenerek şekillendirildiğini, pişirildikten sonra, taş gibi sert, insanoğlunun kullanacağı bazı araç ve gereçlere dönüştüğünü bilmekteyiz. Hatta bu pişen toprak üzerine çivi yazısı ile mektupların yazıldığı da bir gerçektir. Hattusaş’da bulunan Hitit döneminden kalan bazı tabletlerin oluşma nedenleri, iletişim ihtiyacından olsa gerek. Çamur tabletlere yazılan çivi yazılı mektuplar, pişirildikten sonra yine çamurdan yapılan zarflara konulmuş ve bunlar pişirilip bu gün bildiğimiz toprak tablet zarflar meydana getirilmiştir.
Ne kadar enteresandır bir postacı bu mektuplardan adreslere taşımak için her seferinde kaç tane mektubu, altında ezilmeden torbasına koyabilir ki ? Müzede gördüğüm bazı tabletler, daha zarfları bile açılmamış mektuplardı. Bir genç kız sevgilisinden ayrılırken bütün mektuplarını delikanlıya atarken nasıl zorlanırdı diye düşündüğüm de olmuştur.
Ne kadar mutluyum bilemezsiniz, böyle bir medeniyet tarihinin yaşandığı bir ülkede nefes almaktayım. Tarih boyunca, bizim Anadolu diye adlandırdığımız, yabancıların Küçük Asya (Asia Minor) diye adlandırdığı Türkiye’de yaşamak, başka bir ayrıcalık olsa gerek. Burada doğup büyümekle gurur duymaktayım. Benim özüm, yani dedelerimin nereden geldiği kanımca önemli değildir. Onların kanlarını akıtarak düşmandan koruyup bize emanet ettiği vatan toprağıdır önemli olan. Burada emeğimi vermekteyim, bu vatan için çalışmaktayım ve ben bu ülkenin üretken bir evladıyım. Yaşamımın her döneminde verimli işler yaptığıma inanır, bununla Türk olarak gurur duyarım.
Amerikan vatandaşı olup Büyük Millet Meclisine Vekil olarak giren, Arnavut kökenli olup kendinin Türk olmadığını beyan eden millet vekillerin varlığı, bebek katillerini Millet Meclisinde temsil eden ve aldığı her kuruş maaşının, Türk vatandaşlarının ödediği vergilerinden karşılandığını idrak edemiyen zavallıların bulunduğu bu yurdum toprağımızın, taşına toprağına kurban olayım.
Geçtiğimiz günlerde ibretle dinlediğim ‘’Bir Başefendi İki Recep ‘’ konulu ibret dolu televizyon haber program parçaları, topluma çok çeşitli bilgileri sunmakta. Dün KARA dediğine bu gün AK demesini anlamak mümkün değildir. Şimdi kalkıp Başefendi’nin mikrofonlardan ‘’Herkes bu süreçte ellerini taşın altına koymalı ‘’ diye fetva vermesini idrakta güçlük çekmekteyim.
Ne çeşidini, ne ağırlığını, ne de kaça mal olacağını bilmediğimiz bir taş kitlesinin altına benim gibi yurdum insanı neden elini koysun ki? Neye ve kaça mal olacağını bilmediğimiz bir konuya biz niye ortak olalım. Gel açıkca milletin önünde, eşkiya ile taşı kaça pazarlık ettiğini açıkça söyle, biz de bilelim taşın ağırlığını ona göre uzatalım elimizi taşın altına diye bir sözüm geldi söyledim.