|
|
Emin Öztürk : Tarihe Tanık, Elma, Portakal, NarKategori: Sergi | 0 Yorum | Yazan: M. Şehmus Güzel | 24 Şubat 2013 11:33:41 1972'de 17 yaşındaydı ve Kızıldere "katliamını" kınamak için Ordu Lisesi'nde arkadaşlarıyla iki gün dersleri boykot ettiklerinde kimse belki farketmedi bile. Basın-yayın kurumlarının haberi olmadı belki. Evet belki. Ama bugün artık biliniyor. Madem ki bunu bana bizzat ressamın kendisi anlattı. Emin Öztürk Paris'te kadim dostumuz Faruk Tepe'nin yönetimindeki Galerie d'Art Perles Rouge'daki sergisinin 15 Şubat 2013'teki açılışında anlattı.
Sergi davetiyesindeki tablosunun ismi de nitekim üstünde : « Kızıldere’de Bir Sabah » : Beresinde kızıl yıldızıyla bir parça hüzünlü, bize ve Tarih’e, bize ve geleceğe bakan devrimcinin kazağında tomurcuk halinde on kırmızı gül. Bir tomurcuk gül daha var, biraz aşağıda, saklanmış gibi, saklansın istenmiş. Belli. Mahir’ler Kızıldere’den yola çıktılar yıllar önce. Yürüyüş sürüyor. Katliam unutulmadı. On gencin akıl almaz bir vahşetle öldürülmesi, cesetlerinin hiçbir ahlaka uymayacak biçimlerde sergilenmesi nasıl unutulur ? Nasıl ? Evet katliam unutulmadı. Ne o günlerde ne daha sonra. Bu siyasi dram yakın siyasi tarihimizin en kanlı sayfalarından biri olarak kitaplarda yer alıyor. Ve ortak hafızamızda. Aradan geçen zamanın ve utanmadan atılan yalanların ortak hafızamızdakileri silmesi mümkün değil. Aradan neredeyse günü gününe 41 yıl geçti, daha fazlası da geçebilir, ama anılarımız hep taze, yaralar kapanmadı çünkü. Bu katliamın sorumluları, emir verenleri, uygulayanları bilinmiyor hâlâ çünkü. Kızıldere unutulmayacak. Hayat ve ortak tarihimiz böyle diyor. Ressamın « Kızıldere’de Bir Sabah » tablosunda tarih yok, iki satır not ta yok. Çünkü her şey ortak hafızamızda kayıtlı. Bilen bilir. Oysa ressamımız 1979’da İstanbul Devlet Tatbiki Güzel sanatlar Yüksek Okulu Grafik Sanat Bölümü’nden diplomasını almıştır ve tablolarının altına kimi kez iki satır not düşüyor, bir tarih atıyor. Düşer kalkamaz sözcükler. Okunur bazen. Bazen okunamaz. Bu ne naz ! Evet Emin Öztürk tarih atar sağ alt köşelerine tablolarının. Kızıl renkte rakamlar şaşırır kalırlar : « Neden biz burdayız ? Neden sol üst köşede değiliz ? » diye. Evet bizim dünyamızda ressam dilinde tarihler de konuşur. Tarih zaten konuşmuyorsa Tarih değildir, Tarih olamaz. Emin Öztürk o seçkin ve çok özel kağıdı üzerine resimlerini yapar, karışık teknik kullanır, tarama yapar ve gomalak. Bakışlar önemlidir tablolarında. Bakışlar canlıdır. Hayret edebelirsiniz bu bakışlara : Ne diyor bu bakışlar sorusunu sormak ta şarttır. Herkesin yanıtı kendine benzer. Eller ve ayaklar da önemlidir Emin Öztürk’ün işlerinde : « Bir Yıldız Doğuyor » da bilhassa. Bakın bu bizzat ressamın itirafıdır : « Grafiker hastalığı olmalı, ille bir not düşmek, bir mesaj vermek istiyorum. » Resam konuşur ama adres vermez, adres belli olmaz. Mesajı alanlar yine de sevinir. Lisede futbolcu olan genç ressamlığında 1900’ların « yıldızlarını » çizmeden, ölümsüzleştirmeden edemez. Dönemin Karadeniz futbol takımları pek ünlüydü. (Bugün de pek ünlüdürler ama isterseniz bu konuya girmeyelim GS, FB ve BJK’lıları karşımıza almayalım, hele bugün hep birlikte top oynacakken asla !) Bu açık. İşte Nihat senin, Yorgo benim, meşin yuvarlak hepimizin. Gol atan memnun. Yiyen belirsiz. Elma, portakal, nar ve kiraz. Biraz da naz. Ressamın diyeceğini ressam anlatmalı. Bize hayran hayran seyreylemek kalır. Seyreylemekte eylem vardır es geçmeyelim. Vasilis, Agop ve Kemal aynı takımda top koştururlar ve Ordu (Ordu nam şirin şehrimizden söz ediyorum dikkatinizi rica ederim) hep kazanır. « Ne takım bu böyle » diyerek şaşırır Sivaslılar. Şarkışla’dan takım çıkmaz. Hükmen mağlup sayılır Şarkışla. Tarih unutmaz ve kalıcı notunu vermiştir çünkü. Emin Öztürk, 1999 başında İstanbul’da açtığı ve ismini « Karadeniz Portakalı » koyduğu sergisinde, sadece Akdeniz ve Ege'ye has bir meyve olduğu sanılan « portakalın kültürleri ve halkları birleştirici özelliği » üzerinde durmuştu. Böylece ressam çok eski olmayan bir zamanlarda ve yine bizim dünyamızda, bu bereketli toprakların bağrında, ulu dağlarımızın masum eteklerinde, farklı kimliklerin bir arada yaşadığı Karadeniz’e ve yakın tarihimize selam gönderiyor(du). Aynı zamanda kendi kökenlerine ve tarihe olan ilgisini de böylece gözler önüne seriyordu ve bu arzusu günümüzde de sürüyor. Paris’te sergilediği resimlerinde mübadele öncesi ve mübadale dönemi insanları, kadın ve erkekleri bize bakıyorlar. Bakışlar o nedenle hakikaten canlı. Bir parça da hüzün yok değil hani. Bu bölgeden çok insan göç etti / ettirildi. Gidenlerin bıraktıkları da unutulmadı asla. Ressam mübadeleyle veya değişik nedenlerle Karadeniz bölgesinden giden Rumlardan kalan portakal ağaçlarını çocukluğunda gördü, bu ağaçlar, bu portakal ağaçları ona hep kardeşçe yaşanan yılları anımsattı. Bu nedenle 1999’daki sergisine « Karadeniz Portakalı » adını layık buldu ve yine bu nedenle portakal birçok resminde kardeşlik ve dostluk sembolü olarak yerini alıyor. Elma ve narla. Arada bir de kirazla. Tarih’in sorumluluğunu üstlendiği « Emanet Çocuklar » tarihi sırtlar ve yaşamlarının sonuna kadar onurluca taşır ve saati gelince yeni kuşaklara teslim ederler : « Bu sensin. Sen busun. Bu senin tarihindir sahipleneceğin. Baskasının ki değil. Kökenini, dilini ve tarihini unutma sakın.» Gökten bir elma düşer. Anjel kibarca alır elmayı ve paylaşır. Paylaşmak, paylaşmayı bilmek erdemdir. Paylaşmak güzeldir. Elma dersem çık. Emin Öztürk elma(lar) ile neler yansıtmak istediğini bana şöyle anlattı : « Elma soyut bir yaradılış sembolü. İlk 1980’li yılların başında epeyce ürettiğim Osmanlı’dan Cumhuriyet Türkiye’sine geçiş aşamasını anlatan resimlerle ortaya çıktı, neredeyse kendi kendine ve destur demeden girdi resmime … O işlerimde elma kurtlanan ve ısırılan Osmanlı mirasını sembolize ediyordu. O günden sonra biçimsel olarak ta vazgeçemediğim bir leke, resmimin parçalarından biri haline geldi. Aslına bakarsanız her resmin biçimsel endişesi kadar çocukluğum ve ülkeme dair konusal endişeleri de var … » Analar ve kızları nöbet tutarlar bir elma ağacının altında. Elmalar Havva içindir. Ama dikkat edin, « Modern Havva »lar elma yerine ayva önerirler. Bu Emin Öztürk’ten değil tamamen benden ve buraya yazmamın nedeni uykumdan uyandıran ve kendini yazdıran ve kendine « Modern Havva » başlığını koyduran şiirimden rövanşımı almak arzusudur. Başkaca bir arzum da yoktur. Rövanşımı aldım mı ? Yoksa ayvayı mı yedim ? Gelecek konuşur. Bizeyse susmak kalır. Dilsiz. Bir tablodan iki bacı hüzünle bize bakar. Biri yürek yakar. Biri bir cigara. « İsimsiz » bir tabloda her şey yerli yerindedir. Zamanın izleri de. Elmalar daha çok ve bir uzun hikayedir anlattıkları. Kitaplara sığmaz. « Küçük Gelin » mutsuzdur. Bir tabloda iki kadın omuz omuza, üstlerinde, bilhassa kollarında, giysilerine yapışmış kuş figürleriyle. Sadece birinin sağ eli görünüyor, diğerinin sol eli ancak hafifçe farkedilebiliyor, diğer ellerse hiç yok. Ayaklar da yok. Kuşlarsa hiç te masum değiller. Bir hesap ödetmeye gelmişler gibi : « Haydi Ablalar pamuk eller ceplere ! » El kalmamış ki, eller kanlı, hele bir parça daha yaşlı gibi bakan bayanınkiler. Resim siyah beyaz. Kadınlar pek sevecen bakmıyorlar. Elmalar da var : Kadınlardan uzaklaşmaya çabalayan elmalar bunlar. Kara. Kapkara. Kansa kırmızıdır yine de. Burada Nâzım Hikmet’i anmadan geçemeyeceğim : Kan Konuşmaz Şuurlar Konuşur. Okumadıysanız hemen okumalısınız. Emin Öztürk’ün bu tablosunda semboller zorlu. Çözmek için, bir parça bile olsa anlayabilmek için ressamı yardıma çağırıyorum. Bu konudaki soruma Emin Öztürk anısal, kökenlerini çocukluğundan alan derin ve bir parça hüzün de taşıyan bir yanıt verdi, aynen aktarıyorum : « Resimlerdeki çoğu mesajlar ve semboller izleyenlerin kendilerince yorumlayabileceği epey ayrıntılı imgeler … Örneğin iki kadının üzerinde kuş figürleri olan resimde çocukluğumun derin bir travmasının günümüzdeki karşılığı anlatılıyor. Çocukluğumun en güzel günlerini Ordu’nun yaylalarında geçirdim. Her yıl okullar tatil olduğunda ailecek yaylaya göçer, yaz bitip okul zamanı gelince Ordu’ya dönerdik. Bu yaz tatillerimizde soba tutuşturmakta kullandığımız çalı çırpıyı toplamak için arkadaşlarla tepelere çıkar, hem dolaşırdık, çocukca yarenlik ederdik, hem de çalı çırpı toplardık. O yaz 9 yaşındaydım ve ayni yaşlardaki iki arkadaşımla birlikte çalı toplamaya gittik : Arkadaşlarımdan biri İmamın kızı Hatice’ydi, diğeri Benzincinin torunu Bahtiyar ... Çalıları toplayıp güle oynaya döndük, herkes kendi evine. Gece geç saatlerde bizim evin kapısı güm güm çalındı. Ben yatağımdaydım, seslere uyanmıştım ve aşağıdaki konuşmaları duyuyordum : - Bu evde Emin adında bir çocuk var mı? - Var ... - Bizim kızı bugün çalı toplamaya götürmüş … Konuşmalar bitti ve bir süre sonra, kısa bir süre sonra teyzem yanıma geldi, “Sen bizi bu yayla düzünde rezil etmeye mi geldin”, deyip bana okkalı bir tokat savurdu … Bu bana çok fena dokundu ... Hiç te kötü bir şey yaptığımı sanmıyordum. O gece hiç uyuyamadım. Sabah beni fırına ekmek almaya yolladılar … Evden çıkar çıkmaz üzerime taş yağmaya başladı, koşarak eve geri döndüm. Hatice’nin ailesi biraz ötedeki duvarın arkasında sipere yatmış bana taş yağdırıyordu ... Evden çıkamadım o gün. Bir iki gün sonra ise iki jandarma eşliğinde beni Ordu’ya geri gönderdiler. Dokuz yaşındayım ve suçlu gibi ve « mevcutlu » olarak Ordu’ya « iade » ediliyordum . Sanırsın « Karadeniz Canavarı » ( !!!) İşte o resimdeki kuşun elini kanattığı kadın bana o tokatı savuran teyzemdir … Sağ elle savurdu tokadı sag elini kanattı kuşum. Çocukluğumun en önemli travmasını bana yaşatan teyzemin, biraz canını acıtmak istedim o resimde … Biraz önce söylediğim gibi, her resmimin biçimsel endişesi olduğu kadar çocukluğum ve ülkeme dair konusal endişeleri de var … » Emin Öztürk « kağıt üzerine tarama » tablosuna « İsimsiz » başlığını uygun görmüş. « Kuşlar ve Eller » de diyebiliriz belki. Bir seyreyleyin isterseniz www.emin-ozturk.com resmi sitesinde « galeri »deki son fotografta. Belki bu makaleyi donatmak için de yayınlayabiliriz. Tablolar, anlatılması gereken tablolar pek çok : İşte « Vona’lı asker » elma ve nar. Ve portakal. Tonlarca mesaj var. Emin Öztürk’ün açıklamasına da ihtiyacımız. Zamanı gelecek mutlaka. « İki zabit » pala bıyık. Hazırol ! Rahat ! « Oy dere / Kızıldere / böyle akışın nere ? » Söyle akışın nere ?
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış
|
| Tüm Yazarlar |
|