|
|
Muşmula dikerek ormanlar kurtulur mu?Kategori: Çevre | 0 Yorum | 23 Şubat 2013 02:01:33 Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, ülke genelinde bakanlık bünyesinde yürütülen ağaçlandırma faaliyetlerine yönelik yaptığı açıklamalarda Cumhuriyet tarihinin en büyük ağaçlandırma hamlesini başlattıklarını ileri sürerek dünyada orman varlığı azalırken Türkiye’nin orman varlığının artırdıklarını söylüyor. Ancak ülkenin dört bir yanında ortaya çıkan orman kıyımı manzaraları yapılan çalışmaların sorgulanmasına yol açıyor.
2008-2012 yıllarını kapsayan ‘Milli Ağaçlandırma Seferberliği’ kapsamında, 2 milyon 300 bin hektar alanı ağaçlandırma taahhüdünde bulunduklarını açıklayan Bakan Eroğlu, bu hedefin aşıldığını belirterek ağaçlandırılan alanın 2 milyon 420 bin hektara ulaştığını, ağaçlandırılan alanın yaklaşık Belçika’nın yüzölçümüne kadar olduğunu dile getirdi. BAKANLIK MUŞMULA DİKİYOR AMA ORMAN YAĞMASI SÜRÜYOR Bakanlık olarak, “Orman, Su Varsa Hayat Var” anlayışı çerçevesinde çalışmalarını yürüttüklerini vurgulayan Bakan Eroğlu, ağaçlandırma çalışmaları kapsamında köylülere gelir getirici ceviz, badem, kestane ve ıhlamur gibi türlerin yanında yaban hayatı için önemli olan alıç, ahlat, kuşburnu, üvez, at elması, muşmula vb. gibi türlerin dikildiğini söylüyor. İstanbul’a geçtiğimiz yıl 100 bin erguvan dikildiğini kaydeden Bakan Eroğlu, bu yıl da 100 bin ıhlamur dikileceği müjdesini veriyor. Ancak Bakan Eroğlu’nun her fırsatta övünerek dile getirdiği ağaçlandırma çabaları bir yana, Türkiye’nin binlerce yılda oluşan doğal orman dokusunun akıl dışı yatırım ve uygulamalarla tahrip edilmesinin yarattığı dehşet verici görüntüler ülkenin dört bir yanından gelmeye devam ediyor. Antalya’daki sedir ormanları, Trakya’daki longoz ormanları, Ege’nin asırlık zeytinlikleri, Isparta Yukarı Köprüçay’ın çam ve meşe ormanları, barındırdığı zengin çeşitlilikle Karadeniz’in zümrüt ormanlarında AKP iktidarı döneminde yaratılan tahribat, Anadolu tarihinde görülmemiş boyutlara ulaştı. ‘Yatırım’ ve ‘kalkınma’ yalanıyla, yalnızca belirli bir kesimin çıkarları uğruna yağmalanan yaban hayatı ve kırsal yaşam, tüm ülke halkının gerçek bağımsızlık kaynağı olarak binlerce yıldır yaşamın döngüsünü sağlayan en önemli zenginlikti. GÖLGESİ SATILABİLECEK AĞAÇLARIN DÖNEMİ “Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı keser” sözünü doğrularcasına, Anadolu insanının gölgesinde varlığını sürdürdüğü orman dokusu, yerini “gölgesi satılabilecek” ağaçlara bırakıyor. Bununla ilgili önümüzdeki yıllarda yaşanacakları hep birlikte göreceğiz. Ancak Bakan Eroğlu’nun açıklamaları doğrultusunda akıllara düşen kimi soruların da kamuoyu önünde tartışılması gerekiyor. MUŞMULA DİKEREK KIYILAN SEDİRLERİ GERİ GETİREBİLİR MİYİZ? Aslında en temel soru şu: “gördüğümüz boşluklara muşmula ve at elması dikerek kıyılan yüzlerce yıllık sedirleri, meşeleri geri getirebilir miyiz? Ya da Anadolu kültüründe sosyolojik olarak da derin izleri olan ağaçlara ‘kalkınma ve büyüme’ yalanıyla kıyıp, yerine kuşburnu dikerek ne kadar gelişiriz?” Bu soruların yanıtını vermeye her zamankinden çok daha fazla ihtiyacımız var. Çünkü Türkiye’nin coğrafyası kapsamlı bir eko-kırımdan geçiyor ve daha fazlası için gerekli yasal düzenlemeler bugünlerde meclisin gündeminde. DOÇ. DR. ÇAĞLAR: ‘AĞAÇ POPÜLİZMİ ALDATMACAYI KOLAYLAŞTIRIYOR!’ Türkiye ormancılığı konusunda önemli çalışmaları bulunan az sayıdaki aydınlarımızdan biri olan Doç. Dr. Yücel Çağlar, her zamanki sorgulayıcı ve yol gösterici tavrıyla resmi ağızlarda sıklıkla çiğnenen bir sakıza dönen ağaçlandırma popülizmine ilişkin çarpıcı değerlendirmeler yapıyor. Yukarıdaki temel soruların da yanıtını içeren kapsamlı değerlendirmesinde başka alanlarda olduğu gibi orman ve ağaç popülizminin de düşünceleri, daha önemlisi duyguları giderek körleştirerek; mantıksızlığı, bilgisizliği egemenleştirip her türlü aldatmacayı kolaylaştırabildiğinin altını çiziyor: “Bu alandaki en içtenlikli çabaların bile gülünç mü gülünç, acıklı mı acıklı durumlara yol açması, bir bakıma kaçınılmazlaşıyor. Ülkemizde, özellikle ‘sivil’ yurttaşlarımızın ormanların korunmasına, ağaçlandırma çalışmalarına herhangi bir biçimde katılması ve/veya katkıda bulunması da içtenliğinden kuşku duyulmayacak bir tutumdur kuşkusuz.” ‘ORMAN KURMAK SERMAYENİN BEKLENTİSİNİ KARŞILAMAZ’ 1980’li yıllarla birlikte, tıpkı faşizan ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de bir ağaçlandırma tutkusunun yeşertilerek, sözgelimi her köyde “Atatürk Ormanı” kurulması çabalarına girildiğini ancak 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 57. maddesinde yapılan değişikliklere kimileri Anayasaya ve yasaya aykırı olarak sağlanan ‘olağanüstü’ sayılabilecek desteklere karşın özel kişi ve kuruluşların bu doğrultuda hemen hemen hiç bir çabaya girmediğini kaydeden Çağlar, “girmemiştir, çünkü ağaçlandırma yoluyla orman ekosistemleri oluşturmak ve gerektiği gibi yönetmek özel sermayenin kısa ve orta dönemli beklentilerini karşılamaz” diyor. GÜLÜNÇ PLANIN, GÜLÜNÇ UYGULAMALARI Uygulamaya konulan Ağaçlandırma Eylem Planı’nı “gülünç” olarak niteleyen Doç. Dr. Çağlar, uygulamanın sonuçlarının kamuoyuna açıklanma biçiminin de gülünç olduğu belirterek Orman ve Su İşleri Trabzon Şube Müdürlüğü’nün; “Seferberlik kapsamında 2010 yılında ”Her Bebek İçin Bir Fidan Kampanyası” başlatılarak ilimizde doğan her bebek adına bir fidan dikilecektir. Bu amaçla İl Müdürlüğümüzce Trabzon Belediyesinden alan tahsis edilmiştir. Bu sahada çocuğu adına dikilen fidanı görmek isteyenler, sahaya giderek rahatlıkla fidanını bulabilecektir” şeklindeki duyurusunu buna örnek göstererek, “İş bu türden açıklamaların yapılabildiği bir noktaya geldiğinde, sanırım söylenebilecek söz de pek kalmıyor. Çoğu kişiye belki de ‘yaratıcı’ bir çaba olarak gelebilecek bu türden uygulamalar, adında hem “mili” hem de “seferberlik” yakıştırmalarının bulunduğu ağaçlandırma ve toprak erozyonunu önleme amaçlı bir hareket gerektiğince ciddiye alınabilir mi? Alınabiliyor olacak ki AEP, Başbakan’ın ve ilgili bakanın da katıldığı ‘görkemli’ törenler ve büyük savlarla kamuoyuna açıklanmış. İllerde yine ‘görkemli’ törenlerle ve bu türden açıklamalarla uygulamaya konmuştu. Bunlar denli olmasa da uygulama sonuçları da ilgili bakan tarafından kısmen abartılarak, kısmen de gerçek dışı bilgilerlerle kamuoyuna açıklanmıştır” görüşünü dile getiriyor. AÇIKLANAN RAKAMLAR GERÇEĞİ YANSITMIYOR Ağaçlandırma Eylem Planı ile 2,3 milyon hektarın ağaçlandırılmasının hedeflendiğini anımsatan Çağlar, açıklanan rakamların gerçeği yansıtmadığını ileri sürdüğü değerlendirmesinde, “dolayısıyla uygulama da 2,3 milyon hektar ağaçlandırma yapılmamıştır. Bu gerçek, ilgili bakanlığın web sayfasında yapılan açıklamalarda açıklıkla sergilenmiştir. Ancak yapıldığı öne sürülen 2,4 milyon hektar çalışmanın ne çalışması olduğu ise belirtilmemekle birlikte yine de çok büyük bir çoğunluğunun ‘rehabilitasyon’ olduğu söylenebilir. 2008-2010 döneminde gerçekleştirilen 1 milyon hektar ‘rehabilitasyon’, 165,7 bin hektar ‘erozyon önleme’ ve 18 bin hektar da ‘mera ıslahı’ çalışmasının tümünün, başta Orman Genel Müdürlüğü olmak üzere doğrudan ilgili kuruluşlar tarafından yapılmış olması bu vargıyı pekiştirmektedir” diyor. Ağaçlandırma Eylem Planı’nı, ‘halksız seferberliğin eylem planı’ olarak niteleyen Çağlar, uygulamada bakanlığın dışındaki kişi, kurum ve kuruluşların çalışmalara katılma düzeyinin yüzde 3, 6 oranında kaldığını, bir başka deyişle yasa kapsamında seferberliğe katılmakla yükümlü olan kurum ve kuruluşların planda öngörülen yüzde 6’lık oranın altında kaldığını belirtiyor. YAŞANANLAR KOMEDİ DÜKKÂNI GİBİ 1980’den sonra ağaçlandırma ve toprak erozyonunu durdurma amaçlı çalışmalara da popülizmin sığlığının bulaştığına değinen Çağlar, “Kimler nereye ne amaçla hangi ağaç ve ağaççık türlerini diksin; yeter ki diksin!” yaklaşımının giderek egemenleştiğine işaret ederek, ilgili bakanlık ve birimlerin de bu çalışmaların ekolojik, teknik, ekonomik ve toplumsal gereklerini görmezden gelmeye başladığını söylüyor. Ne orman fakültelerinin, ne de ormancılık araştırma kuruluşları ile ilgili meslek örgütlerinin bu durumu sorgulamadığına değinen Çağlar, çeşitli rakamlar vererek yapılan çalışmaların kıyasladığı değerlendirmesinde özetle şu eleştirileri sıralıyor:“böylece ağaçlandırma ve toprak erozyonu önleme çalışmalarının gerektiğince etken ve işlevsel olabilmesi de tümüyle rastlantılara kadı. Ülkemizde aldatmacaların da ölçütleri değişti. Dolayısıyla ‘en büyüğü’ ile ‘en küçüğünü’, ‘en çirkini’ ile ‘en güzelini’, ‘en doğrusu’ ile ‘en yanlışını’ ayırt etmek de zorlaştı. Siyasal iktidarın on yıldır sergilemeye çalıştığı, doğrusunu söylemek gerekirse çok da başarılı olduğu görünüm, Sayın Tolga Çevik’in ‘Komedi Dükkânı’nı akla getiriyor. Yaşamın her alanından onlarca örneği verilebilecek bu görünümün birisi de geçtiğimiz yıl sonuçlandırılan ‘Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Seferberliği’ oldu. Doğrusu, gerçekleşmeler ve kamuoyuna yapılan açıklamalar karşısında konuyu birazcık olsun bilenlere ‘pes’ dedirtebilecek bu ‘seferberlik’ de sonunda bitti. Kimlerin ‘derdi’, bilmiyorum ama bence sorgulamak gerekiyor: Ne amaçlanmıştı; ‘seferberlik eylem planı’ nasıl hazırlanmış ve nasıl uygulanmış, sonuçları ne olmuştu? Belirtildiğine göre hazırlanacak yeni eylem planında ‘vatandaşlara gelir getirici, ceviz, badem ve tıbbi aromatik bitkiler’ de kapsama alınacakmış. Böylece, orman ekosistemlerinin meyve bahçelerine dönüştürülmesine yeni boyutlar kazandırılacak. Bu, sizce de hiç olmazsa bu aşamada sorgulanması gereken bir gelişme değil midir?” Yusuf Yavuz
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış
|
| Tüm Yazarlar |
|