İtalya'nın çok şirin bir kentidir, Florensa. İtalya'nın tam ortasında, yüksek dağlardan kopan Arno nehrinin iki yakasında yer alan bu güzel kentin tarihi çok eskilere gitmektedir. Hatta bu şehir Toskana bölgesinde bir süre başkent olarak yer alır. İtalya'nın devrim tarihinde önemli bir yer işgal eder. Bazı ünlü insanların doğum yeridir. Hatta İtalya'nın rönesans döneminde bir çok eserin yaratıldığı yerdir.
Şehrin tam ortasında 1296 senesinde inşaatına başlanan Santa Maria Del Fiore Katedral inşaatı süresince katedral içinde kullanılacak seramikler için bu şehirde seramik endüstrisi gelişir. Bu sanayinin bugünkü özel yerinin ilk temelleri o tarihlerde atılır. Katedralin yapımı seneler sürer. Bir kaç kez proje değişikliğe uğrar ve nihayet 25 Mart 1436’da tamamlanıp ibadete açılır.
Bu katedralin kubbesi ve yanında bulunan kulesinin mimari yapısı görülmeye değerdir. Bu şirin İtalyan kenti aynı zamanda ince mücevher sanatının geliştiği bir yerdir. Kathedralin açılışından 18 sene sonra 9 Mart 1454’de bu şehrin noteri olan Ser Nastagio‘nun üçüncü oğlu doğar. Anne Lisabetta Mini oğluna Amerigo Vespucci adını koyar.
Nehir kenarında yaşamlarını sürdüren ailede Amerigo’nun büyük kardeşleri Pisa Üniversitesine giderken, Vespucci ticarete yönelir. Lorenze de Medici’nin sahip olduğu House Of Medici ticarethanesinin muhasebesini yürütür. 1492’de Medici’nin ölümü ile işin sahibi olur. Kendisi gibi çok yönlü tüccar olan Christopher Columbus ile bir şekilde yolları kesişir. Yeni kıtalar konusunda ve bilhassa batının zenginliğinin taşınmasındaki fikirlerini Colombus’la paylaşır.
Portekiz kralı Manuel’in daveti üzerine 1499’da üç yıllık bir serüven olarak Portekiz’in batısına yelken açar. 1502 senesinde geri dönen Amerigo’nun bütün Avrupa’nın batıya olan özlem ve merakını daha da arttırmış olduğunu görmekteyiz. Vespucci’nin yazmış olduğu ve MUNDUS NOVUS (Yeni Dünya) adlı kitabında, hatırat mektuplarını yayınlamış, toplumda çok ilgi çekmiştir.
Bir çok ülkede tercüme edilerek yayınlanmış, okyanus ötesi batıya olan ilginin daha da artmış olduğunu görmekteyiz. Batıya üç sefer daha yapan Amerigo’nun bu seferlerinin masrafı İspanya kıralı tarafından karşılanır. Daha sonra Leterra Al Soderini adlı kitapta seyahat notlarını ve mektuplarını toplayan Vespucci’nin ünü bütün dünyaya yayılır.
Almanya’da Martin Waldseemüller tarafından tercüme edilerek yayınlanan Vespucci’nin ilk seyahatnamesi sonrası, ikinci ve üçüncü seyahatinin de notları, Almanca’ya aynı kişi tarafından tercüme edilip yayınlanır. Son seyahat mektuplarını içeren kitapta tercüme yapılırken yeni keşfedilen kıtanın ismi, latinleştirme adına Waldseemüller ‘ Americus Vespucius ‘’ olarak kullanılmış, sonrasında yeni tanımlanan kıtanın adı AMERİKA olarak tarihe kazınmıştır.
Bu, yeni ümit olan kıtaya bütün ülkelerden insanlar akın akın giderler. Bazı ülkelerin ise memleket içinde huzuru bozanların bulunduğu hapishaneleri boşaltma adına, hükümlüleri bir gemiye bindirerek, bu yeni kıtaya gönderdikleri de söylenmektedir. Yeni kıta Amerika’nın bomboş bir arazi olmadığını bilmekteyiz. Bu kıtada çok değişik etnik kökenli, bizim KIZILDERİLİ olarak adlandırdığımız binlerce insanın yaşadığı bir gerçektir. Zamanla Avrupa’dan gelen insanlar bu kıtada egemenlik sağlar. Fransa’dan, İtalya’dan, Polonya’dan, İspanya’dan, Portekiz’den hatta Osmanlı’dan gemiler dolusu insanlar bu kıtaya göç etmişlerdir.
Bu yeni kıtada zaman içinde yerli Kızılderililerin azaldığını, solukbenizli Avrupa’lıların çoğaldığını görmekteyiz. Amerika’nın tarihinde ülke için bir anayasa 1786 yıllarında, bilhassa 1215 yılında yayınlanan insan hakları konusunda kabul gören MAGNA CARTA’ya dayanan İngilterenin Bill Of Rights ‘’Haklar’’ı örnek alınarak United States Bill Of Rights, yani Birleşik Devletler Vazgeçilmez Haklar olarak yayınlanmış, etnik bireyi değil, insanı ele almış ve onun hakları konusunda bir bildirgeyi kabul etmişlerdir.
Şimdi bakın bu ülkede yaşayan insanlar Amerigo Vespuci’nin yurdum insanı olarak mı anılmakta, yoksa Amerikan vatandaşı olarak mı anılmakta diye bir sözüm geldi söyledim.